25 Eylül 2010 03:00
T24 - Dünya Basketbol Şampiyonası’nda ikinci olduğumuz için ben de herkes kadar Tanjevic’e sempati duyuyordum. Onu daha yakından tanımak istiyor, basketbol dışındaki hayatını merak ediyordum. Merak etmekte de haklıymışım. Karşıma dünya klasiklerini hatmetmiş, şiir okumaktan hoşlanan, resmin iyisinden anlayan, savaş yıllarının acısını hâlâ yüreğinde taşıyan, duygusal, romantik, karısına aşık, çocuklarına ve torununa tapan bir adam çıkıyor. Tanıyınca onu daha da çok seviyorum, hatta onunla ve ailesiyle arkadaş olmak, arasıra görüşmek istiyorum. Kemerlerinizi bağlayın ve Bogdan Tanjevic’i tanımaya hazırlanın...
* Savaş yıllarından başlamak istiyorum. O dönem neler yaşadınız?
En can alıcı soruyla başladın. Savaş, benim midemdeki kanserdir. 19 yıldır bu üzüntüyü içimde taşıyorum. Çok güzel bir ülkem olduğunu, insanların birbirini çok sevdiğini ve mutlu yaşadığını zannediyordum. Meğer bir hayalin içindeymişim. 1980’de Tito’nun ölümünden sonra ekonomik kriz çıktı, milliyetçilik arttı, 10 yıl sonra da savaş çıktı. Sırbistan ve Hırvatistan arasındaki savaşın bedelini Boşnaklar ödedi. Halbuki, sadece özgürlük istiyorlardı. Benim şehrimde Saraybosna’da 11 bin 500 kişi öldü, bunların 1400’ü çocuktu. Masum insanların başına bomba yağdı. Utanıyorum. Beni yavaş yavaş öldüren bu savaştan duyduğum utanç ve üzüntüdür, şu anki hastalığım değil. Hâlâ acı çekiyorum.
Savaştan kaçan insanları evimde ağırladım
* O yıllarda siz İtalya’da antrenörlük yapıyordunuz değil mi?
Evet, 1982’de İtalya’da yaşamaya başladığım için, 91’de de ailemle birlikte orada oturuyorduk. Savaş boyunca, evimde savaştan kaçan birçok arkadaşımızı, akrabamızı, hatta ömrümde görmediğim insanları misafir ettim. Bunlar hayat hakkında, insanlık hakkında aynı görüşleri paylaştığım kişilerdi. Çok kötü bir dönemdi. Sonunda da benim ülkemi yokettiler. Ben Yugoslavım. Ama artık Yugoslavya diye bir yer yok, bir ülkem, bir bayrağım yok.
* Şu anda nerelisiniz peki? Sırp deniyor, Karadağlı deniyor.
Karadağ’da bir dağ kasabasında doğdum. Aile büyüklerim Karadağlı, aile mezarlığımız bile orada. 15 yaşında milli takıma seçilene kadar yaz aylarımı Karadağ’da geçirirdim. Severim orayı... Ama 4 yaşından 18 yaşına kadar Saraybosna’da yaşadım. 12 yaşında Saraybosna’da basketbola başladım. Yetişkinliğe adım attığım, hayata bakış açımın, kültürümün oluştuğu şehir Saraybosna’dır. Ve hiç kuşkusuz Yugoslavya’nın en güzel yeridir. İnsanların birbirini sevdiği, saydığı topraklardır. En yakın arkadaşlarım, kızım, damadım, torunum hâlâ orada yaşıyor. Her fırsatta Saraybosna’ya gidip, dostları görüyorum. Onlara sanki “hiçbir şey değişmedi” demek istiyorum. Saraybosna bana hiç ihanet etmedi, ama Yugoslavya’nın diğer bölgeleri inançlarıma ihanet etti. Dolayısıyla kendimi Saraybosna’ya ait hissediyorum. Bir ülkeye değil, bir şehre sadece...
* Peki ya Belgrad?
Annem ve babam Belgrad’da yaşıyordu, orada da öldüler. Erkek kardeşim hâlâ orada yaşıyor. Belgrad, üniversiteyi okuduğum, karımla tanıştığım, evlendiğim, 18 yaşımda ilk kez transfer olarak profesyonel basketbola başladığım ve ayrıca son kez basketbol oynadığım yerdir. Evlerini, taşını, toprağını her yerini çok severim Belgrad’ın... Ama 91’den beri hiç gitmedim. Belgrad’la yüzleşemiyorum.
Karımı ilk gördüğüm an aşık oldum, hâlâ da aşığım
* Karınızla nasıl tanıştınız?
İkimiz de basketbolcuyduk. Tanıştığımızda Jasna 15 yaşındaydı. Görür görmez aşık oldum, hâlâ da aramızda çok büyük bir aşk vardır. Bir ara görev gereği ayrı şehirlerde yaşadık ama bu ilişkimizi hiç etkilemedi. Karım ikinci çocuğumuza hamile kaldığında basketbolu bıraktı, kendini bana, evine ve çocuklarına adadı. Çok büyük fedakarlık yaptı. Yugoslavya’nın en iyi iki basketbolcusundan biriydi bana göre... Ayrıca hiç şüphesiz en güzel kızıydı. Şimdi 62 yaşında, hâlâ çok güzeldir, formdadır.
* Eski bir basketbol oyuncusu olarak, karınız sizi eleştirir mi?
Hem de nasıl! Maça asla gelmez ama evde televizyondan seyreder. Maç sonrası beni karşılar, kahvelerimizi koyarız, sonra fikirlerini söylemeye başlar. Bu bizim en büyük keyfimizdir. Evimizde vakit geçirmek, basketbol hakkında konuşmak, beraber eski filmler izlemek, arada arkadaşlarımızla Boğaz’da rakı içip, balık yemek. Benim içkim grappadır aslında. Rakıdan çok daha güçlü bir içkidir. Rakıyla henüz sarhoş olamadım.
Resme meraklıyım; Dostoyevski ve Tolstoy’un tüm klasiklerini hatmettim
* Tek başına yapmaktan hoşlandığınız şeyler nedir?
Lise yıllarında resme çok meraklıydım. İyi bir resim zevkim vardır. Sanatsal değeri olan bir eseri görür görmez anlarım, tüm ressamları tanırım. Dolayısıyla sanat kitapları okumaktan çok hoşlanıyorum. Üniversitede edebiyat okuduğum için tüm klasikleri hatmetmişimdir. Dostoyevski, Tolstoy... Marguerite Yourcenar’ın “Memoirs of Hadrian” olağanüstü bir edebi eserdir. Şiire çok meraklıyım. Nobel Ödüllü şair, Thomas Stearns Eliot, favori şairimdir. Rus ve Yugoslav şairleri de sıkı takip ederim. 20. yüzyılın bana kalırsa en önemli yazarı ise Marquez’dir.
* Şiir seven erkek romantik olur, bana kalırsa... Öyle misiniz?
Çok... Çok romantik ve hassas bir adamım.
* İstanbul’da bir eviniz var galiba... Burada yaşlanmayı mı planlıyorsunuz?
Karım, çocuklarım, torunum, hepimiz İstanbul’u çok sevdiğimiz için burayı hayatım boyunca yaşayabileceğim şehir olarak görüyorum. İnşallah! Bu yüzden sayın Ağaoğlu bize ev hediye etmeden önce ben kendime Maçka’da küçük bir daire almıştım. Tek sorun dil. Ne yazık ki Türkçe bilmiyorum ve burada yaşamak için gerekiyor. Kelime hazinem fena değil ama cümle haline getiremiyorum. Bunun eksikliğini hissediyorum. Bizim takımın malzemecisi Mito ve şöförümüz Eco’yla anlaşamamak üzüyor beni mesela... Maçtan sonraki mutluluğumuzu kelimelerle paylaşamadım onlarla... Neyse ki oğlum Boris Türkçe öğrenmeye başladı.
* Roma’ya gidiyorsunuz değil mi?
Evet. Roma Kulübü’ne yönetici olarak gideceğim. Onlara tavsiyelerde bulunacak, danışmanlık yapacağım. Ama yoğun zamanımı alacak bir iş değil bu. Bir ayağım Türkiye’de, bir ayağım da Saraybosna’da olacak.
Hastalık olmasaydı hayatta milli takımı bırakmazdım
* Milli takımı bırakacağınız sinyalini verdiniz ve herkes çok üzüldü...
Büyük ihtimalle bırakacağım. Sağlık durumuma göre karar vereceğim. Hastalık olmasa, hayatta bırakmam. Mesela bu takımla Olimpiyat oyunlarına katılmak en büyük hayalim. Ama gelecek sene durumum nasıl olur, bugünden bilemiyorum. Yardımcı antrenör arkadaşlar Orhun Ene ve Nihat İziç hazır. Altı yıldır birlikte çalışıyoruz. Rahatsızlığım nedeniyle kondisyon kampına katılamadım biliyorsunuz ve bu şampiyonaya bensiz hazırlanmak zorunda kaldılar. Sonuç ortada... Bütün ekip çok mütevazı, çok çalışkan çocuklardan oluşuyor. Gerçek bir aile gibiyiz.
* Bir dönem istenmeyen adam oldunuz. Oyuncularınız da çok eleştirildi. Ne hissettiniz?
Haklı eleştiri beni üzmez, bir fayda çıkarmaya çalışırım. Haksız eleştiriye de kulağımı tıkarım. Fenerbahçe’de çalıştığım sezon seyirci durmadan “Tanjevic istifa” diye bağırdı. Ama sonra şampiyon olduk. Biz kamuya mal olmuş kişileriz, her an göz önündeyiz. Basının bizi eleştirmesi çok normal. 40 yıllık meslek hayatım boyunca hiçbir zaman, medyayla savaşmadım. Basının istediğini yazma hakkı vardır. Bak şimdi de şampiyon olduk. Bizi yere göğe koyamıyorlar. Gazeteler sayfalarca yer ayırıyor. Bu mesleğin kaderi bu.
* Ama takım o zamandan bu zamana çok değişti...
Evet, şimdi takım olduk. Oyuncularımızla, teknik kadromuzla, federasyonumuzla... Bunlardan herhangi birinde bir zayıflık olsa başaramazdık. Oyuncular bencilliği bıraktılar. Gerçekten kardeş gibiler. Hidayet bu takımın yaratıcılarından biridir. Mesela bu şampiyonada Ersan İlyasova’yı basın çok öne çıkardı. Normalde kıskançlık olur. Ama Hidayet ilk günden beri ona “kardeşim” dedi, abilik yaptı. Egoizm kalmadı. Bütün oyuncularım pırıl pırıl insanlar. Olağanüstü bir efor harcadılar, insanüstü oynadılar. Gerçekten istiyorlardı, başardılar.
Hayatım boyunca sahip olduğum en savaşçı takım 12 Dev Adam
* 40 yıl boyunca üçü milli takım olmak üzere, birçok takıma koçluk yaptınız. Rüya takımınız bu mu?
Hiç şüphesiz evet. Hayatım boyunca sahip olduğum en güçlü, en yetenekli, en savaşçı, en teknik takım kesinlikle Türk Milli Takımı. Onları seyretmek bir keyif. Bu takım bana antrenör olarak hayatta en büyük başarımı yaşattı. Birçok başarım oldu ama bu en muhteşemi. Amerika basketbolunu bambaşka bir kategoriye koyuyorum çünkü... Geri kalan dünyanın en güçlü takımlarını yendik.
* Final maçı öncesi psikolojiniz nasıldı?
Bir defa yorgunduk. Sırbistan karşısında çok yoğun bir enerji harcadık. Maç gece yarısı bitti. Oyuncular akşam yemeklerini gece ikide yedi, yatmaları beş oldu. Uykularını almaları için sabah antremanını atladık. Kısaca bu durumun bizi etkilemesinden endişe ediyordum. Dünyanın her yerinde bu tür maçlar arasında en az iki-üç gün fark olur. Bir de Amerika’yla oynuyoruz. Motivasyonumuz yine muhteşemdi, isteğimiz çok fazlaydı. Maalesef gücümüz yetmedi.
* Bazı köşe yazarları Amerika’yı yeneceğinize inanmadığınızı, bu nedenle yenildiğinizi yazdı?
Bu doğru değil. Biz takım olarak hazırdık. Ama Amerika mental olarak da, fiziksel olarak da bizden daha diriydi. Bir gün önceki maçını rahat yenmiş, bizimki gibi zorlu bir mücadeleden çıkmamıştı. Ayrıca maçları normal bir saatte bittiği için dinlenme fırsatı da bulmuşlardı. Aynı şanssız durum Sırbistan için de geçerli. Onlar da bizim maçta olağanüstü bir efor harcadıkları için, bronz madalyayı Litvanya’ya kaptırdılar. Hem de 15 sayı farkla. Halbuki Sırbistan, Litvanya’ya çok rahat 15 sayı fark atacak bir takım.
Biz bir kurt sürüsüyüz, ne mutlu ki liderleri benim
2004’de Türkiye’ye geldiğimde bir gazetede hakkımda ‘kurt koç’ diye bir yazı çıkmıştı. Sonra adım ‘kurt’ kaldı. Ama doğru, ben kurdum. Kurtlar sürüler halinde saldırır. Güçleri buradan gelir. Her bir kurdun varlığı, sürü için hayati önem taşır. Biz de bir kurt sürüsüyüz ve bu sürünün lideri ne mutlu ki benim.
Oyuncularıma son saniyelerde benden medet ummayın derim
* Mola zamanlarında ne konuştuğunuzu çok merak ediyorum. O kadar kısa sürede takımı nasıl motive ediyorsunuz?
Etmiyorum. O an hepimizin üzerinde öyle bir adrenalin oluyor ki, o bir dakikada motivasyon konuşmasına yer yok. Her şey çok hızlı gelişiyor. 1974 Avrupa Gençler Şampiyonası Finali’nde yaşadığım unutulmaz bir olay vardır. En akıllı oyuncuma dedim ki: “Rakibi şaşırtacağız. Sen topu alıp getireceksin. Faul yapacaksın, oyuna kenardan başlayacaksın ve oyunu kazanacağız.” Ne yaptı dersin... Topu alacağına, topu dışarıdan çıkarttı, pası da rakibe attı. Rakip basket yaptı ve maç uzadı. O zamandan beri, molalarda fazla bir şey söylemem. Mola rahatlama dakikasıdır. ‘Sırbistan maçının son saniyesinde o top nasıl Kerem’in önüne geldi, Kerem nasıl boşta kaldı ve basketi attı?’ dersen, bu oyuncuların becerisi ve de şanstır. Hiçbir taktikle bunu başaramazsınız.
* “Şu maçı bir kazansak...” şeklinde dua eder misiniz hiç?
Tabii. Oyuncularıma da derim hep: “Son saniyelerde beni maçın kenarında şekilden şekile girerken gördüğünüzde size bir taktik verdiğimi, akıllıca bir şeyler planladığımı filan sanmayın sakın. Sadece torunum Ruben’i düşünerek, şu toplar bir bir basket olsun diye dua ederim. Benden medet ummayın o dakikalarda, ben sizden medet umuyorum.” Gülerler bu laflarıma...
* 2011 Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda sizce ne yapacağız?
Bunu söylemek kolay değil. Avrupa Basketbol Şampiyonası en az Dünya Basketbol Şampiyonası kadar önemli ve zorlu bir yolculuk. 24 takım katılacak, bunların en az onu çok kuvvetli ve şampiyon olmak için tüm güçlerini ortaya koyacaklar. Hazırlığımız, motivasyonumuz, isteğimiz, oyunumuz bu şampiyonadaki gibi olabilirse, elbette en güçlü adaylardan biriyiz. Ama bunun için sezonun bitmesini beklemek ve oyuncuların durumunu görmek gerekiyor. Mesela, Hido çok yorgun. Oynayıp oynamayacğı henüz belli değil. Ama Hido olmasa da, oyuncular muhteşem oynuyor. Hep birlikte göreceğiz.
* Türk Basketbolu’nu daha ileri götürmek için ne yapmalı?
Turgay Başkan bu şampiyonlukta çok büyük bir paya sahip. Onun döneminde yani bu 18 yılda Türkiye’de basketbol çok gelişti. Şimdi işi bir kademe ileri götürmek istiyor. Beykoz’da 8000 metrekarelik alana, bir basketbol eğitim merkezi yapmayı düşünüyor. Dört salonlu, yaklaşık yüz yatak kapasiteli, A milli takımın belli bir konforda konaklayabileceği bir merkez. Burada öğrenciler yaşayacak, böylece yıl boyunca yeni oyuncu yetişecektir. Şampiyonalardan 20-30 gün önceki kamplarda oyuncu yetiştirmeye çalışırken, bu bizi çok ileriye götürecektir. Seyircinin başarıda payı çok büyük. Takımı marşlarla, şarkılarla hiç susmadan desteklediler. Hayatımda böyle izleyici görmedim. Basın da öyle... İtalya’ya Avrupa Şampiyonluğu kazandırdığım yıl gazetelerde küçük bir haberimiz çıkmıştı. Türkiye’de şampiyona boyunca manşetlerden inmedik. Seyircinin ve basının bu desteği lig maçlarında da devam etmelidir, böylece yetenekli gençler basketbola özenecektir.
* Ama bu saatten sonra bu takım, belli bir başarı seviyesinin altına düşmez değil mi?
Sanmıyorum çünkü fazla sayıda genç oyuncumuz var. Yaşı büyük olanların da hırsı ortada. Sakatlıkları olmadığı sürece oynarlar. Yani bu takım daha uzun süre böyle gider. Ama tabii ki yeni oyuncu yetiştirmek çok çok önemli. Düşünün ki 80 milyonluk bir ülkeden her yıl ancak iki büyük yetenek çıkıyor. Bu sayı az. O nedenle Turgay Başkan’ın projesinin hayata geçmesi çok önemlidir.
© Tüm hakları saklıdır.