Yaşam

Talip Özkan'la sazın özü

Talip Özkan'ı hep Alevi sanırdım dedim ya, işte o gönül temizliğini ithaf ediyorum bugün, Sivas’ta diri diri yaktıklarımızın ruhuna.

02 Temmuz 2010 03:00

T24 -

Talip Özkan'la sazın özü



Onu ilk dinlediğimde ruhumda bir gül açtı; sonra baktım bahçe olmuş. Denize ve ovaya karşı. Derken bir vadiye açıldı, ardında ulu dağlar belirdi. Onun da gerisinde bir bozkır uzanıyor ki, deme gitsin. Arada bağlarda dolaşıp üzüm yiyorum, bir el bana bir kadeh şarap mı uzatıyor, rakı mı dolduruyor, yoksa bir tas pınar suyu mu, önemli değil. İçtikçe diriliyorum.

Bakıyorum bütün dostlar, sevdiklerim, orada. Çocukluğum orada. Kırılmış ümitlerim orada. Yitirdiğim aşklar orada. Yaşamaktan ne sevincim varsa, beklemekten ne muradım varsa orada. Ben böyle çalış görmedim, böyle deyiş duymadım diyorum; bu kimdir? Diyorlar bu Talip Özkan üstadımızdır. Bağlamayı bu kadar hünerle konuşturan az gelmiştir dünyaya.

Şimdi de diyorlar ki, ayrılmış bu dünyadan. Ama dostlar ben de diyorum ki, o bizimledir. Anadolu’ya böyle saygı duran, böyle sevgi duyan olmamıştır. Erenler kimse, onlardandır. Acıpayamlıdır. Yok diyorum İstanbulludur, Parislidir. O her yerdedir. Yunus’tur, Karacoğlan’dır, Pir Sultan’dır. O dünyaya gelmişse, dünyadan hâlâ umut vardır.

Fransa’da okuyan ağabeyim 1970’lerde keşfetmişti onu, bana doldurduğu kasetleri nasıl da eskitmiştim! Talip Özkan bozlak çaldı mı, önünüzde bir ses mimarisi açılır. Topal havası ya da teke zotlaması tutturdu mu, müzik neymiş ilk defa anlarsınız, gönülden duymayı meğer bilmezmişim dedirtir insana. Talip Özkan bağlamada sırf düzen kurmaz, koskoca divan kurar. Bu diyarın bütün dehasını konuşturmuştur, ama en çok şaman ruhu egemendir onda. O yüzden sesine ve sazına âşık oldum. Sanırım yörük kökenliydi. Efelerin efesiydi, zeybeğin hasıydı. Ama ben uzun süre Alevi zannettim onu, semah çalışı, nefes söyleyişi öyle yürek yakıcıydı ki.

Sonra anladım, Talip Özkan bu tavırların hepsini özümsemiş, aralarında geçişler bulmuş, bağlantılar örmüştü. Dahası, bağlama müziğini dünyaya taşımış, modern bir müzik icra eder gibi bin yıllık kırsal yaşamı âdeta bir günde büyük şehre mal etmişti. O yüzden bana hitap edebiliyordu, kanımdaki geleneği uyandırıyor, modernleşmiş zihnimin de altını üstüne getirebiliyordu. Şu suyu çıkmış “evrensel” sözünü kullanmayacağım da, müziğin özünü yakalamıştı o.

Kendi geleneğimdeki dehanın ne kadar çağdaş, kıvrak, diri ve akıllı olabileceğini onun sayesinde anladım. Talip Özkan beni kendimle barıştırdı, iyi müziğin, iyi sanatın her zaman yaşamın elinden tuttuğunu hatırlattı.

Bende inanç namına ne varsa müzikle bağlantılıdır. Bektaşi nefesi söyleyin hemen Bektaşi olurum, şaman ayini çalın oracıkta şaman olurum. Rahmetli İrene Melikoff Alevilik için “sinkretizm” derdi, yani bir sürü zıt unsurun birarada olması. Anadolu tam öyle bir yerdir. Benim inancım da öyledir, inandığım “Tanrı” bunların hepsidir. Talip Özkan’ın müziği de öyleydi. Başka hiçbir yerde olmadığı kadar onun müziğinde uyumla yaşardı o zıtlıklar, gönüller bir olurdu.

Ağabeyime açtım gene telefonu, gönderdi bana Mysteries of Turkey adlı albümü, başladım dinlemeye, kolay dinmedi gözyaşlarım.

O nasıl dokunmaktır tellere. İnsan kendi gönlünde varlığını bilmediği yeni teller keşfediyor. Bir kasıyor telleri, bir kesiyor, iki aksatıyor, ama berraklık asla kaybolmuyor. Duru bir su gibi. Böyle temizlik kalmadı dünyada dedim içimden. Adam geleneğe basa basa kendine ve hayata yürümüş, hiç korkmadan.

Bir açış yapıyor albüm kaydına (ya da canlı konsere) , Batı müziğinde senfoni uvertürü azıcık basit kalıyor vallahi yanında. “Çay başına Bostan Ektim” türküsünü söylüyor, o kısık iç yankılı ses bir bilge sevecenlik mi, gölde saz mı, kamış titreşimi mi? Hem erkeksi, hem dişi, tam insan. İçine sakız konmuş kâğıt helvası eriyor ağzınızda.

Müzik o anda besteleniyor sanırsınız, o kadar taze bir duyuş var; sanki bir adam doğaçlama düşünüyor orada, bir tepede oturmuş, öyle içinden geleni söylüyor. “Ben ölürsem meyil de verme kadınım ellere..”

Bir yandan da aksak ritimlerin ustası, insana zorla dans ettirir, duramazsınız. Ruhunuz diri diri olur. “Şu yaylanın çamları..” diye sesleniyor, bağlamadaki o kızıl arayış inanılmaz, alanın tümünde gezdiriyor sazı, tüm sesleri ve olanakları yokluyor. Siz farkında olmadan bir bakmışsınız seçimini çoktan yapmış, sizi bir dünyaya götürmüş, ne çıkarsa kısmetinize –koyunsa koyun, aşksa aşk, turnaysa turna, özlemse özlem. O telleri tek tek çekerken her birine kıvanç koyuyor, hüzün koyuyor. Dünyevi ile uhrevi el ele. Bir buluşla gönlünüzü çeliyor, bir çalımla aklınızı başınızdan alıyor. Ya da tam kendinize getiriyor sizi.

Bir semah çalıyor, Alevi mi Sünni mi önemi kalmıyor artık. Anadolu tek oluyor. Hangi yöredir, hepsidir. Farklar da vurgulanır, ama onlar neşedir, umuttur, renktir, yaşanmışlıktır.

Birden tempo ya da düzen değiştirir, tatlı bir şok yaşarsınız, yeniden doğmak gibidir.

Demiş ya şair, bir kararda durmayalım, hasretinden yanmayalım, gel gidelim dosta gönül... Talip Özkan üstat dosta gitmiş, kalanlar sağ olsun.

Onu hep Alevi sanırdım dedim ya, işte o gönül temizliğini ithaf ediyorum bugün, Sivas’ta diri diri yaktıklarımızın ruhuna.

Benim Kuzey Ege’de bir sevdalı bahçem var, badem ağaçlarımın bir kısmı acıdır. Bir acıbadem yanacak şimdi dilimde, yüreğimde, bir de Talip Özkan için tadacağım onu.


Nilüfer Kuyaş - Taraf
- 2 Temmuz 2010