Medya

Taha Akyol'dan Binali Yıldırım'a: Osmanlı'nın başbakanı sadrazamdı, bazıları sultandan da güçlüydü!

"Sultan II. Mahmud modern kabine sistemini başlatmıştı, bu parlamentarizmin habercisiydi"

09 Ocak 2017 11:38

Başbakan Binali Yıldırım'ın “Efendim, bu başkanlık sistemi kimin sistemi? Hiç kimsenin sistemi değil. 600 yıllık Türkiye’nin, Türk milletinin yönetim geleneğinin bir sonucudur" ifadesiyle ilgili olarak "Osmanlı tarihinin bütün aşamalarında, bugünkü başbakanlığın bir bakıma karşılığı olan veziriazam ve sadrazam vardı. Padişahlardan güçlü sadrazamlar az değildi üstelik" dedi.

Taha Akyol'un "Osmanlı ve başkanlık" başlığıyla yayımlanan (9 Ocak 2017) yazısı şöyle:

Başbakan Binali Yıldırım, Meclis’e sundukları başkanlık sistemini savunurken şöyle diyor:

“Efendim, bu başkanlık sistemi kimin sistemi? Hiç kimsenin sistemi değil. 600 yıllık Türkiye’nin, Türk milletinin yönetim geleneğinin bir sonucudur.”

Fakat Osmanlı tarihinin bütün aşamalarında, bugünkü başbakanlığın bir bakıma karşılığı olan veziriazam ve sadrazam vardı. Padişahlardan güçlü sadrazamlar az değildi üstelik.

Reformist Sultan II. Mahmud modern kabine sistemini başlatmıştı, bu parlamentarizmin habercisiydi. Meşrutiyet’te ve Cumhuriyet’te gelişerek modern şeklini aldı.

Halbuki başkanlık sisteminde başbakan ve kabine yoktur.

Tarihin önemi

Hangi sistem olursa olsun çağımızda konuşulması gereken temel prensipler kuvvetler ayrılığı, denetim ve denge ilkeleridir.

Peki, tarihin önemi yok mu? Elbette var: Tarihe husumet veya hamasetle değil “gelişimin yönü”nü araştırma gözüyle bakmak her konuda zihin açıcıdır.

İşte, Osmanlı tarihinin gelişimi “kabine sistemi” yönünde olmuş, parlamenter sistemi oluşturulmuştur.

Üniter devlet de tarihi gelişimin eseridir. Başbakan da bu konuda haklı olarak Cumhuriyet’e referans yapıyor. Eyalet sisteminin olamayacağını belirterek “Cumhuriyette üniter yapıyı kurduk” diyor. (4 Ocak)

Halbuki “çözüm süreci” döneminde “Osmanlı’da eyalet sistemi vardı” diyerek referans yapılıyordu.

Görülüyor ki bugün işe yarayacak kanıtlar devşirmek amacıyla tarihe bakmak çok yanıltıcı olabilir. Gerekli olan, tarihin gelişimine bakmaktır.

Koçdemir'in kitabı

Bu noktada Dr. Kadir Koçdemir’in “Milli Devlet ve Küreselleşme” adlı akademik kitabından bahsetmeliyim. (Ötüken Yayınları, 2004)

Hatırlayacaksınız, MHP Bursa Milletvekili Kadir Koçdemir, iktidarın önerdiği sistemi eleştirerek ret oyu vereceğini açıklamış, bu yüzden iftiralara maruz kalmıştı.

Koçdemir kitabında tarihin aşamalarını anlatıyor: Devlet öncesi otoriteler... Monarşiler... Monarşik devletler... Modern milli devletler...

Önceki zamanlarda yönetenlerin meşruluğu Tanrı’ya, hanedan soyuna, feodalizm gibi yapılara dayandırılıyordu.

Osmanlı ve Avrupa monarşileri, sanayi ve eğitimin gelişmesiyle ortaya çıkan üç sorunun çözümünde yetersiz kalmıştı:

- Monarşide halkın katılımı sağlanamıyor, toplumsal sorunlar büyüyordu. Bizde çare olarak meşrutiyet ve parlamento düşünülecekti mesela.

- Sanayi ve eğitimin geliştiği toplumlar hükümdar fermanıyla yönetilemez hale geliyordu. Kanunlar ve hukuki kurumlar gerekiyordu, bizde Tanzimat’la başlamıştı bu.

- Toplumların böylesine aktifleştiği modern çağda meşruluğun temeli artık “millet” olabilirdi. Milli devlet, milli irade ve demokrasi...

Baykal'ın konuşması

Koçdemir özellikle 1945’ten sonra demokrasilerin gelişmesini de anlatılıyor.

Hatta demokrasilerde daha etkin yönetim için “bağımsız denetim ve düzenleme kurulları”nın oluşturulmasına dikkat çekiyor.

Küreselleşmenin ve küreselleşme çağında milli devletlerin sorunlarını da tahlil ediyor.

Tarihi gelişimin yönü bellidir: Hangi sistem olursa olsun kuvvetler ayrılığı, denetim ve denge, AİHM içtihatlarındaki düzeyde temel hak ve özgürlükler.

Sistem deyince bunları konuşmamız lazım.

Önerilen başkanlık sistemi hakkında Deniz Baykal’ın bugün Meclis’te önemli bir konuşma yapacağı açıklandı.

Bakalım Meclis TV yayınlayacak mı?

Baykal’ın doçentlik tezi “Siyasal Katılma”dır. Siyaset bir kenara, akademik olarak da yetkin bir isimdir.

Eleştirilerine husumet ve hamasetle değil yine akademik dille cevap verilmelidir.

Zira konu hamasete veya husumete boğulursa, içeriğini bilmeden evet veya hayır dersek, ne yapmış olacağız, söyler misiniz?