Hürriyet yazarı Taha Akyol, "Telaffuz etmekten bile içtinap ederim ama ben de iç savaş endişesi taşıyorum. Çok vahim olur. Allah korusun Türkiye, Suriye'den kötü olur" dedi. "Bu çatışma ortamı uzun süre böyle devam ederse nereye gider bu?.." diye soran Akyol, "Ben 2010'a kadar destekledim AKP'yi. Sonra otoriter kutuplaştırıcı ve çatışmacı bir dil kullandığı için eleştirdim. Evet iç savaş endişem var. Ama bunu dillendirirken bile tüylerim diken diken oluyor" ifadesini kullandı.
Zaman'dan Doğan Ertuğrul'un sorularını yanıtlayan (26 Ekim 2015) Taha Akyol'un açıklamaları özetle şöyle:
Sandıktan çıkan iktidar otoriterleşti ve bir süredir yürütme organı anayasada olmayan yetkiler kullanıyor. Bu dönem ara rejim olarak nitelenebilir mi?
Bugün Türkiye'de bir ‘ara rejim' yoktur ama otoriter bir iktidar vardır. Bu tür kavramları bir şeyi övmek ya da kötülemek için doğal tanımlarının dışında kullanmak doğru değil. Ara rejim ile askerî dönem ya da askerin kontrolü altındaki dönem kastedilir. Bu iktidarı eleştirmek ve nitelemek için otoriterleşme ya da ‘illiberal demokrasi' gibi kavramlar yeterli ve doğrudur.
Demokrasilerin bu yetki aşımını önlemek için denge mekanizmaları yok mu?
Şöyle söyleyeyim. Türkiye'de demokratik kurumlar maalesef zayıftır ve kökleşmemiştir. O yüzden geçmişte kolayca askerî müdahaleler olmuştur. Asker Meclis'i kapatmadan, 28 Şubat'ta olduğu gibi, kolayca devlet ve iktidar politikasına yön verebilmiştir. Bugün de siyasî iktidar sandıktan çıkmanın gücünü kullanarak kurumların anayasal işlevlerini zorluyor. Buna demokrasi literatüründe rekabetçi otoriterlik de deniliyor. Türkiye'deki durum budur.
Mesela bağımsız yargı fren işlevi göremez miydi?
Evet, eğer yargı bağımsızlığı kültürü olsaydı, o yargı, dün 28 Şubat'a bugün otoriterleşen iktidara bu kadar boyun eğmezdi. Yargı kolaylıkla boyun eğiyor. Ergenekon ve Balyoz davalarında da yargının başka bir el tarafından kullanıldığı besbelliydi. Ben o zaman bu davaların açılmasının haklı sebeplere dayandığını ama yargılamada çok büyük ve kasti usul hataları olduğunu yazdım. Şimdi ise HSYK, Adalet Bakanlığı tarafından kolayca düzenlendi. Anayasa Mahkemesi kanunu iptal etti ancak karar geriye doğru yürümediği için HSYK'daki Anayasa'ya aykırı statü devam ediyor. Adalet Bakanlığı listesinden kazanan bir HSYK var ve yargı üzerine büyük bir baskı oluşturuyor. Bütün bunlar bizde demokratik kurumların ve kuvvetler ayrılığının ne kadar güçsüz olduğunu gösteriyor. Kim bunu eğip bükecek gücü ele geçirirse, dün asker bugün AKP, iktidarı eğip bükebiliyor.
Anayasa mesela cumhurbaşkanının yetkilerini aşmayacağı varsayımı üzerine kurulu. Oysa yetki aşımını denetleyecek bir organ olması gerekmez mi?
Evet, hatta bizim anayasamızda ‘cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemlerle ilgili olarak yargıya başvurulamaz' diye hüküm var. HSYK bu nedenle Cumhurbaşkanı'nın seçim propagandası yapmasına müdahale edemedi çünkü Cumhurbaşkanı'nın parti propagandası yapması tek başına yaptığı bir işlem ve bunu denetleyecek organ da yok. Bir şu var, denetleyecek organ olsa bile eğer yasama o organın yapısını değiştirerek denetleyemez hale getirirse yine çıkmaz. İşin temelinde Türkiye'de demokrasi ve kuvvetler ayrılığı kültürünün zayıflığı ve partiler arasında kuvvet dengesi olmaması var.
Partiler arasında güç dengesinin olmaması otoriterleşmeye mi yol açıyor?
Evet. Bakın Demokrat Parti, 24 Anayasası'na göre iktidara geldi, meşru bir biçimde iktidara geldi ama 24 Anayasası kuvvetler birliğine dayanıyordu ve Demokrat Parti kuvvetler ayrılığına geçme yoluna gitmedi hatta kuvvetler ayrılığını bile savunmadı. Celal Bayar Başvekilim Menderes kitabında kuvvetler ayrılığının yanlış olduğunu savundu. Demokrat Parti otoriterleşti, toplumda büyük bir gerilim doğdu. CHP ihtilali teşvik etti. Gelinen nokta belli. Bu zaaflar sandıktan güçlü çıkan partiye otoriterleşme yolunu açıyor.
AKP'nin bu dönemi DP mi yoksa tek parti dönemine mi benziyor?
Demokrat Parti dönemi. Tek parti sandıktan çıkmıyordu. Bugün iktidar sandıktan çıkıyor. Türkiye'de muhafazakârlar, başta ben olmak üzere, Adnan Menderes'i ve Demokrat Parti'yi çok severler. Bu çok doğru bir sevgidir. Ama onların hatalarını gözlerden kaçırmamak gerekir. Ali Fuat Başgil gibi çok saygın bir anayasa profesörü DP'nin otoriterleştiğini Menderes'in yüzüne söylemiştir. İktidarın sandıktan çıkmasını yüceltelim ama sandıktan çıkan iktidar otoriterleştiği zaman da karşı durabilelim ki aynı hata tekerrür etmesin.
Türkiye demokrasiden sapmadan bu otoriterleşmeyi nasıl aşabilir?
Demokrasilerde bunun bir tek yolu vardır. İkinci bir yolu yoktur: Sandık.
1 Kasım'da sandıktan bir tek başına iktidar tablosu çıkar mı?
Anketlere göre böyle bir ihtimal var. Ama tek parti iktidarı tablosu çıksa da Türkiye'yi eskisi gibi rahat yönetemezler. İki nedeni var. Kanun çıkarmak için muhalefetle işbirliğine ihtiyaçları olacak. En azından ‘antagonize' etmemeye, cepheleştirmemeye çalışmak zorundalar. İkincisi toplumu o kadar gerdiler ki, muhalif kesimlere saygı duygusu vermeleri bir hayli zor olacak. AKP tek başına iktidara gelirse, toplumsal tansiyonu düşürmezse otoriterleşmeden vazgeçmezse Türkiye'yi çok zor yönetir.
Gerçekçi bir koalisyon seçeneği görüyor musunuz?
Hayır, zor görüyorum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan yeniden bir seçim kararı alabilir mi?
O herhalde skandal olur. Şimdi bile bir seçim heyecanı yok.
Yeni bir seçim kararının önünde hukukî bir engel yok ama…
Hayır hukukî bir engel yok. Yunanistan üst üste seçime gitti. Sebebi başka ve Yunanistan'da bu kadar kutuplaşma yok. Türkiye'de bir kesim, haklı ya da haksız, ‘AK Parti güçlü olarak iktidara gelirse Türkiye sağlıksız koalisyonlardan kurtulur' diye düşünmüyor, ‘Baskısı daha da artar' diye düşünüyor. AK Parti toplumda kendinden yana olmayanlar üzerinde bir korku yarattı. O korku tepki doğurdu. Adalet bakanı açıkladı, cumhurbaşkanına hakaretten 1.300'den fazla soruşturma açılmış. Bu çok yüksek bir rakam. Gül zamanında niye yoktu? Abdullah Gül'ün de eşinin başı kapalıydı. Gül de 5 vakit namazını kılan bir insandı. Ama kapısı herkese açıktı. Bahçeli de Gül'ü övüyordu, Kılıçdaroğlu da… Kutuplaşmanın ülkeyi ne kadar zora soktuğunu öncelikli olarak görmesi gerekenler AK Partililer.
Eğer kurulursa öncelikli meselesi ne olmalı?
Eğer koalisyon çıkarsa Türkiye'nin önündeki ilk gündem maddesi bu kutuplaşmanın giderilmesidir. Siyasî müzakere kanallarının açık olması farklı siyasî kanaatler arasında iletişimin olması gerekir. ‘Kuzu kuzu boyun eğeceksiniz' dediğiniz zaman bu olmuyor.
Bir süredir farklı siyasî partilerden çok sağduyulu isimler bile iç savaş tehlikesine dikkat çekiyor. Siz böyle bir endişe taşıyor musunuz?
Telaffuz etmekten bile içtinap ederim ama ben de o endişeyi taşıyorum. Çok vahim olur. Allah korusun Türkiye, Suriye'den kötü olur.
İnanılmaz. Siz bile bir iç savaş endişesi taşıyorsunuz…
Uzun süre böyle devam ederse nereye gider bu?.. Ben 2010'a kadar destekledim AKP'yi. Sonra otoriter kutuplaştırıcı ve çatışmacı bir dil kullandığı için eleştirdim. Bu toplum kutuplaşa kutuplaşa nereye gider? Allah korusun çok kötü bir yere gider… Dilin, kime hitap ediyorsak onu öfkelendirmeden, düşünmesine sağlayacak bir makuliyette olması gerekir.
Siz 80 öncesi sağ-sol çatışmasını yakından yaşadınız. Allah korusun bir savaş tehlikesi belirirse çatışma hatları fay hatları ne olur?
Türkiye'nin en büyük problemi Kürt meselesidir. Çözülmesi en zor olan da odur. İktidarın otoriterleşme endişesi ortadan kalkarsa kutuplaşma kolayca zayi olabilir. Çünkü AK Parti'nin otoriterleşmesi Erdoğan'ın tercihlerinin siyasî mizacının sonucudur. Yoksa AKP'nin otoriterleşmesinin nedeni muhafazakâr olması değildir. Bu nedenle diyorum ki evet iç savaş endişem var. Ama bunu dillendirirken bile tüylerim diken diken oluyor.
"Rabia mitingleri maalesef Rabia'nın babasını bile kurtarmaya yetmedi"
Toplum bu kadar kutuplaşırken ilahiyat ve Diyanet camiası nasıl sınav verdi?
Bakın, Erbakan hareketinin büyük bir kısmı mühendis ve hukukçudur ve içlerinde ilahiyatçı azdır. Ve ilahiyat camiası genelde Millî Görüş'e mesafeli durmuştur. Oysa şimdi ilahiyat camiasının büyük kısmı AKP'yi destekliyor. Hatta fetva verenler bile var… Diyanet'e gelince… Ben Diyanet'e büyük saygı duyarım. Çok temenni ederdim ki Diyanet son zamanlardaki Müslümanlar arasındaki ya da Türkiye'nin genelindeki kutuplaşmada taraf izlenimi vermiş olan açıklamalardan sakınsaydı. Ben bunu Sayın Diyanet İşleri Başkanı'na da söyledim. Şimdi düşünün, çok büyük bir ilmi faaliyet yapıyorsun, hadis külliyatını modern bir zihniyetle tedvin ediyorsunuz. Bunun tanıtımında parti propagandası yapıyorsunuz. Ertesi gün de yandaş gazetelerde hadis külliyatıyla ilgili bilgiler 2 satır ama siyasî mesajlar sayfalar dolusu…
Kutuplaşmada iktidara yakın medyadaki ‘Eli kalemli Yakup Cemil'lerin rolü ne?
1990'lar Türkiye'sinin gazetelerini inceleyin, 80'lerde, hatta birbirimizi öldürdüğümüz 70'ler Türkiye'sinde ‘medyadaki tetikçiler' diye bir kavram ya hiç kullanılmıştır. Bugün tetikçilik yaygın bir hale geldi. Kutuplaşmanın medya tarafıdır bu. Tetikçilere bakarak onları tetikçi yapan siyasî anlayışın ne kadar totaliter olduğunu görmek mümkün… Kuzu kuzu itaat istiyor tetikçiler… Dış politikada da kutuplaşma var.
Son olarak… AKP'nin Ortadoğu vizyonunun Türkiye'yi muhaberat devletine çevirdiği eleştirilerine ne diyorsunuz?
AK Parti Ortadoğu'ya yaklaştığı içim bir muhaberat devleti kurduğu kanaatinde değilim. AK Parti kendi yönelişiyle otoriterleşti. Ayrıca Türkiye'nin Ortadoğu'ya yönelmesi doğruydu da. Yanlış olan kantarın topuzunu kaçırmış olması… Türkiye'de Rabia mitingleri yapmak maalesef Rabia'nın (Esma) babasını kurtarmadı. Türkiye'nin Mısır'la ilişkilerini kesmiş olması da İhvan-ı Müslimin'e hiçbir fayda sağlamadı. Belki diyaloğumuz olsaydı bazı şeyleri önleyebilirdik. Belki de Mısır şu noktadan itibaren Türkiye'yi kızdırmayalım diye bir noktada durabilirdi. Ama iktidar o imkânı da kaçırdı. Onun için siyasette her zaman her konuda herkes için doğru bir prensip vardır: İtidal.