Hürriyet yazarı Taha Akyol, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin “Biz 16 Nisan’da demokrasinin Sakarya Savaşı’nı yapacağız. Bu savaşı bir kez daha milletçe kazanacağız. Meraklanmayın tarih uyanacaktır" ifadesiyle ilgili olarak "Sakarya olsun, Çanakkale olsun, milli tarihimizin böyle yüksek manevi değerlerini iç politikadaki siyasi kavgalar için kullanmak çok yanlıştır. Bunlar hepimizin iman ettiği yüksek milli değerler olduğu için biz bir 'millet'iz, siyasi kabileler topluluğu değiliz" dedi. "Kaldı ki 2010 referandumunda MHP de HDP de 'Hayır' demediler mi? 'Aynı safta' mıydılar?" ifadesini kullanan Akyol,
"Bu yanlış polemikler kutuplaşmayı artırdığı gibi asıl konuşulması gereken 'sistem' konusu gölgede kalıyor" görüşünü dile getirdi.
Taha Akyol'un "Propaganda" başlığıyla yayımlanan (16 Şubat 2017) yazısı şöyle:
MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli referandum için “demokrasinin Sakarya Savaşı” diyor.
Sistem konusunda yapılan bir referandumda konuşulması gereken konular nedir?
Evet denilmesi istenilen yeni sistemde denetim ve denge mekanizmalarının ne durumda olduğunu konuşmak, tartışmak gerekmiyor mu?
“Evet” demek Sakarya Savaşı değerinde bir siyasi tavırsa, “hayır” demek ne oluyor?!
Yine maalesef “hayır” demenin terör örgütleri ve 15 Temmuz darbesi ile “aynı safta” yer almak olduğu söylenebiliyor!
Şu kesin bir gerçektir: “Evet” oyları da “hayır” oyları da ahlaken, hukuken ve siyaseten eşit değerdedir. Hangisi çok çıkarsa o geçerli olacaktır.
‘SİSTEM’İ KONUŞALIM
Sakarya olsun, Çanakkale olsun, milli tarihimizin böyle yüksek manevi değerlerini iç politikadaki siyasi kavgalar için kullanmak çok yanlıştır.
Bunlar hepimizin iman ettiği yüksek milli değerler olduğu için biz bir “millet”iz, siyasi kabileler topluluğu değiliz.
Kaldı ki 2010 referandumunda MHP de HDP de “hayır” demediler mi? “Aynı safta” mıydılar?
Bu yanlış polemikler kutuplaşmayı artırdığı gibi asıl konuşulması gereken “sistem” konusu gölgede kalıyor.
Zaten Meclis’te yeterince konuşulmadı.
26 Ocak’ta Meclis’te kabul edildi... 10 Şubat’ta Cumhurbaşkanı’nca imzalandı.
Mevsim şartlarını dikkate alarak referandumun 16 Nisan’a denk getirilmesi tabiidir. Fakat madem arada 14 gün vardı; Meclis’te niye acele edildi? Bu görüşmeler bir hafta, on gün daha devam edebilirdi.
Aksine asgari süreler kullanılarak aceleyle Meclis’ten geçirildi. Görüşmeler Meclis TV’den de yayınlanmadı.
Halbuki bir sistemin başarısı için etraflıca konuşularak geniş kitlelerin içine sinmiş olmalıdır.
‘BİLGİ’ VE POPÜLİZM
Bugün Batı’da da böyle oylamalarda kitleler teknik ayrıntıları bilmez. Fakat kitleleri etkileyen kesimler etraflıca tartışarak tavır alır.
Hele son zamanlarda Batı’da da önyargılar, duygusal tavırlar çok etkili oluyor.
Otoriter popülist akımlar bu duygu dalgaları üzerinde sörf yaparak yükseliyor. Birkaç ay önce Amerika’da Jason Stanley’in “Propaganda Nasıl Çalışır” adlı kitabı yayınlandı. Kitap hakkında NYT’de çıkan makaleyi okudum. Popülist propaganda tarzını şöyle anlatıyor: “Duygulara öyle bir sesleniyorlar ki, rasyonel tartışmalar kenara itiliyor veya kısa kesiliyor... Toplumun ortalama makuliyet ölçüleri, karşılıklı saygı ve karşılıklı sorumluluk gibi değerleri negatif ve aşağılayıcı söylemlerle aşındırılıyor...”
Böyle bir tarzdan ülkemizi sakınmak gerekmiyor mu?
‘GERİSİ TEFERRUAT’
Batı dünyası, “bilgi çağı” derken bilginin ve rasyonelliğin kenara itildiği, bir “post truth” çağa girdi: Çoğulculuk, hoşgörü, birlikte yaşama gibi değerler yerine yabancı düşmanlığı, İslamofobi, iktisadi hesapsızlık gibi popülist otoriter eğilimler güçleniyor.
Böyle bir dünyada Türkiye’nin dış ilişkileri zorlaşacaktır. Ekonomik sıkıntılar da ortada.
Hiç olmazsa içimizde daha fazla kutuplaşmayalım, değil mi?
Evet çıkacaksa da hayır çıkacaksa da Türkiye’de hukukun üstünlüğü olsun, birbirimizi düşman gibi göstermeyelim, değil mi?
Hayati önemde olan “sistem” konusunu duygusal tahriklerle değil, bilgili müzakerelerle referanduma götürelim, değil mi?
Siyasette duygusal tahrikler ve demagoji olur fakat bir ölçüde... Ölçüyü kaçırmayalım, değil mi?
Politikacılar siyasi güç kavgası yaparken henüz seçmen olmayan gelecek nesilleri de düşünmeli, değil mi?
Bunun için gündem şu olmalı: Yeni sistem cumhurbaşkanına hangi yetkileri veriyor? Bu yetkileri denetleyip dengeleyecek düzenlemeler nasıl?
Hayati konular budur; gerisi propaganda!