Gündem
BBC Türkçe

Suudi Arabistan-Lübnan hattında kriz: Bu noktaya nasıl gelindi, ne olacak?

"Suudilerin adamı" olarak bilinen Lübnan Başbakanı Refik el Hariri'nin İran ve Hizbullah'ı hedef alarak istifa ettiğini açıklaması bölgede diplomatik ilişkilerde gerilime işaret ediyor. Gazeteci-yazar Fehim Taştekin, Hariri'nin istifası ve Suudi Arabistan

29 Nisan 2018 20:30

Bir süreden beri Beyrut'ta sokaktaki insanlar bile savaşın kokusunu almış gibi kötü şeylerin olacağına işaret ediyordu. Parmakla gösterilen her zamanki gibi Hizbullah'tı.

Konuşulan senaryo, Suriye savaşına müdahil olduğundan beri Hizbullah'ın güçlendiği, İran'da yeni silahlar edindiği, İsrail'in buna sessiz kalmayacağı ve yakında 2006'daki kâbusun tekrarlanacağıydı.

2005'te öldürülen babası eski Başbakan Refik el Hariri gibi "Suudilerin adamı" olarak bilinen Başbakan Saad el Hariri'nin Riyad ziyareti sırasında İran ve Hizbullah'ı sıradışı bir üslupla hedef alıp istifa ettiğini açıklaması Lübnan için düğmeye basıldığına yoruldu.

Ancak çok geçmeden Kral Selman bin Abdülaziz ve oğlu Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın tahtı güvenceye almaya dönük bir yol temizliğine girişmesi, Hariri'nin istifasıyla ilgili şüphe uyandırdı.

İnşaat devi Saudi Oger'i babasından miras alan Hariri aynı zamanda Suudi vatandaşı. Bazı prensler, eski ve mevcut bakanlar, işadamlarının aralarında bulunduğu çok sayıda etkili isim tutuklanırken, Prens Mansur bin Mukrin kimilerine göre "şüpheli" bir helikopter kazasında öldü.

Hariri'nin de Muhammed bin Selman'ın kara listesinde olduğu ve Ritz Carlton Hotel'de alıkonulduğu iddiası Beyrut'un nabzını arttırdı. Eski milletvekili Viyam Vehhab Twitter hesabından "Hariri, Suudi Arabistan'da gözaltında tutuluyor" iddiasını ortaya attı.

Hariri'nin "İran'ın gidip de korku ve yıkım bırakmadığı bir yer yok. Hizbullah direniş savaşçısı olduğunu iddia ediyor ama silahlarını Suriyeliler ve Yemenlilere doğrultuyor. Bize uzanan habis eller kesilecek" sözleri, konuşma metninin bir dayatma olup olmadığı sorusunu gündeme getirdi.

Lübnan güvenlik birimleri suikast girişimini teyit etmezken "Ölüm tehlikesi ülkeye dönmeme bahanesi olarak kullanılabilir" yorumuna yol açtı.

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah bir gün sonra verdiği yanıtta istifanın Suudilerin kararı olduğu ve Lübnan'ın iç meseleleriyle bağlantısının bulunmadığını savunup başbakanın gözaltında tutulduğu şüphesini paylaştı.

Hariri'nin boynunun Suudiler karşısında kıldan ince olmasının nedeni aile bağları ve Suudi Arabistan'da babasından kalma yatırımlarıydı. Ancak Saudi Oger'de işler bir yıldır çalışanlara maaş ödemeyecek kadar tepetaklak gitti.

Devlet 13 milyar dolar borcu olan şirketin mal varlıklarına el koymaya başladı. Hariri Türkiye'de ortağı olduğu Türk Telekom'la ilgili borç taksitlerini de ödeyemez duruma düştü.

Beyrut'ta konuştuğum bir kaynağın iddiasına göre mali sıkıntılar, Hariri'nin siyasi tercihlerini de etkiledi. Hariri, Suriye Devlet Başkanı Beşar el Esad'la gizlice bağ kurmaya çalışıyordu.

Amacı Şam'la ilişkilerin normalleşmesi ve mültecilerin ülkelerine dönüşüne yardım edilmesi karşılığında yeniden inşa projelerinden pay almaktı. Fakat Suudiler, bu işten vazgeçirmek için Hariri'yi uyardı. Buna rağmen Hariri, Ekim ayının sonunda Şam'a yeni büyükelçi atanmasını öngören kararnameyi Cumhurbaşkanı Mişel Aun ile birlikte imzaladı.

Hariri'nin tutuklanan kişilerle bağlantıları ya da Saudi Oger'in iflas süreci yüzünden alıkonulmuş olacağına dair spekülasyonlar bir yana istifanın Riyad ve Washington'ın paralelleşen bölge siyasetiyle birlikte düşünülmesini gerektiren başka gelişmeler de yaşandı:

Suriye ve Lübnan sathında Hizbullah, Irak'ta Haşd el Şaabi ve Yemen'de Husilerin örgütü Ensarullah ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) başat meselesi haline geldi.

Irak güçlerinin IŞİD'in Fırat hattındaki son kalesi El Kaim'e girmesi, Suriye güçleninin Deyr el Zor'u alıp sınırdaki El Bu Kemal'a yönelmesi Irak-Suriye cephesini final sahnesine taşıyan gelişmeler. Bu savaştan güçlenerek çıkan İran ve müttefiklerine karşı ortam sıcakken bir şeyler yapmak isteniyor.

O yüzden de Lübnan'da yaprak kımıldasa bu plan akla geliyor.

Lübnan'daki gelişmelere ilaveten Trump yönetiminin Körfez'deki ortaklarıyla birlikte daha saldırgan bir politikaya geçmek üzere olduğuna dair başka işaretler de geldi:

Kuşkusuz Hariri'nin istifası mezhepsel-dinsel paylaşıma göre bina edilmiş olan Lübnan siyasetindeki kırılganlığı artıracaktır. Cumhurbaşkanı Aun temkinli yaklaşıp Hariri dönünceye dek istifayı reddettiğini açıkladı.

Hizbullah da Hariri dönünceye kadar tüm partilerle temasların süreceğini kaydetti. Hariri'nin istifası kabul edilirse siyasi sistemin temelini oluşturan Taif Anlaşması gereği başbakanlık koltuğuna yine bir Sünni'nin oturması gerekecek.

Sünni bloku Hariri'nin partisi Gelecek Hareketi'nin liderliğindeki 14 Mart Koalisyonu temsil ediyor. Bu koalisyonun finansörü de Suudi Arabistan. Suudiler geçen dönemde Hizbullah'ı tecrit eden bir hükümet formülünü hayata geçiremedi.

Suudilerin sonunda anlayış göstermesi ya da bir adım geri çekilmeleri ve İran'ın ağırlığını koyması neticesinde Hizbullah'ın desteklediği Aun'un cumhurbaşkanı, Hariri'nin yeniden başbakan olduğu bir formülle kriz aşılmıştı.

Suudilerin şimdi İran ve Hizbullah'a karşı daha kararlı bir isim bulup kendi formüllerini dayatabileceği konuşuluyor. Ancak Hizbullah ve müttefiklerinin vetosu kalkmadığı sürece Suudilerin istedikleri gibi bir hükümet kurulamaz. Bu da siyasi krizin derinleşmesi demek oluyor.

Lübnan toplumu ve ekonomisiyle bu tür krizlere bağışıklık kazansa da bu kez "kurgulanmış" bir istikrarsızlığa sürüklenme riski daha fazla. Bu noktada Hizbullah'a karşı Lübnan'a müdahale için elverişli koşullar, "Yeni çatışma ortamı mı yaratılmak isteniyor?" sorusunu öne çıkarıyor.

Siyasi gruplar arasında iç savaştan sonra Hizbullah'a karşı koyacak silahlı kanadını koruyabilen kalmadı. Suudilerin yardımıyla Arsel ve Trablus taraflarında eğitilip donatılan selefi gruplar da ya Suriye'ye kaydı ya da son operasyonlarda önemli ölçüde bertaraf edildi.

İsrail'in müdahalesi konusunda da caydırıcı bir tablo sözkonusu. Hizbullah, 2006 savaşından bu yana gücünü ve savaş deneyimini birkaç kat katladı. Ayrıca Suriye savaşına müdahil olurken ciddi eleştiriler alsa da beklenenin aksine içerdeki pozisyonunu sağlamlaştırdı.

İran'la bağlantısını ciddi bir sorun olarak görenlerin bir kısmı artık Hizbullah'ın bu müdahalesi sayesinde cihadi grupların Lübnan'da hâkimiyet kurmasının önlendiğini düşünüyor. Özellikle Hıristiyanlar arasında Hizbullah'a bakışta bir değişim var. Cumhurbaşkanı Mişel Aun da Nasrallah'la Beyrut'ta bir kilisede imzaladığı ittifak anlaşmasına sadakatini sürdürüyor.

En büyük Şii partisi Emel de aralarındaki sorunlara rağmen stratejik meselelerde Hizbullah'la ortak hareket ediyor. Meclis başkanlığı Emel'de. Hizbullah'ın Lübnan'ı İsrail'le yeniden kafa kafaya getireceği endişesi kuşkusuz çok yaygın. Fakat bir tarafta Hizbullah Suriye'de defalarca nokta atışlarına hedef olsa da savaş sürerken İsrail'le gerilimi kontrollü tuttu.

Diğer taraftan İsrail de eskisi kadar rahat değil. Caydırıcı etki yaratan birkaç neden var: Yeni bir savaşta İsrail'e başka cepheler de açılabilir. Golan ilk akla gelen bölge. Sadece Hizbullah değil Suriye'de Golan odaklı yeni direniş güçleri ortaya çıkıyor. Olası bir savaş Suriye ordusunu da işin içine çekebilir.

Suudi Arabistan da olası bir savaşta emin bir pozisyonda değil. Ki Hariri'nin istifa ettiği saatlerde Yemen'den Riyad'a fırlatılan bir füze savaşın Suud'un kentlerinden çok uzakta olmayacağını gösterdi. (Muhtemelen bu füze, Saad'da 26 kişiyi öldüren Suud füzesine misillemeydi.)

Yine de iç savaştan kalma eski düşmanlıklar; bir tarafın Riyad'a diğer tarafın Tahran'a yaslandığı siyasi bölünmüşlük; mezhepsel fay hatları; müdahaleye açık siyasal-toplumsal yapılar yüzünden kimse Lübnan'da yarın ne olacağının garantisini veremiyor.

Haber, değiştirilmeden kaynağından otomatik olarak eklenmiştir