Esad rejiminin Dera vilayetindeki kendi halkına karşı başlattığı kanlı saldırılar sürüyor. Hedef aldığı insanların tümüyle silahlı muhaliflerden oluşmadığı bölgeden kaçarak canını kurtarmaya çalışan kadın ve çocukların sayısından da belli. Bölge halkının talihsizliği, muhalefetin şimdiye kadar tutunabildiği bir yerde yaşaması. Esad da bu durumu kullanarak muhalif grupları bölgeyi terke ikna etmeleri için sivilleri hedef alıyor. Ancak kendi ölüm fermanlarını imzalamak anlamına geleceğinden rejim karşıtlarının Dera'dan ayrılmaları mümkün değil. Çünkü Esad savaşta esir alınmasını istemiyor ve anında ya da işkence ettikten sonra öldürtmeyi tercih ediyor.
Suriye'deki halk ayaklanması bundan yedi yıl önce Dera'da başlamıştı. Bu bölgeyi yeniden ele geçirmesi Beşar Esad'ın hanesine önemli bir zafer olarak yazılacak ve Şam rejiminin 'teröristler' olarak nitelendirdiği muhalifler kesin bozguna uğramış sayılacaktır. 'Terörist' yakıştırması yapılanlar aslında 2011 yılında seküler taleplerini dile getirip demokrasi ve siyasi özgürlük isteyenlerden başkaları değildi. Aralarından aşırıya kaçıp rejimin devrilmesini isteyenler de çıkıyordu.
Esad'ın hegemonya hayalleri
Esad rejiminin muhaliflere barbarca saldırması, Suriye'nin geleceğini nasıl tahayyül ettiğini de gösteriyor. O muhalefetin olmadığı mutlak egemenlik kurmak istiyor. İdealinde, halkın Şam tarafından boyunduruk altına alındığı ve Kuzey Kore benzeri sahte coşkuyla gerçek korku karışımı bir rejim kurmak var.
Esad diktasında Suriye'den kaçanların çoğuna yer olmayacak. Rejimin mal varlıklarına el koyması, onların artık Suriye'de istenmediklerini gösteriyor. Rejim kendinden kaçanları Suriyeli saymıyor. Suriye devleti Esad yönetiminin özel mülkiyetine geçiriliyor.
Şimdi gelenler ne olacak?
Dera'dan kaçarak Ürdün ve İsrail sınırlarında bekleşen 270 bin dolayındaki Suriyelinin akıbeti de meçhul. Onların tek umudu rejimin jetlerine ve varil bombalarına hedef olmamak.
Bu gelişmeyi endişeyle izleyen Avrupa yeni bir mülteci akınına uğramaktan çekiniyor. 2015 yılında yüz binlerce mültecinin gelmesi Avrupa'da büyük huzursuzluk yaratmıştı. Ülkelerine daha fazla mülteci alınmasına karşı olan sağ popülist partiler yükselişe geçti. Yabancı karşıtı siyasi partilerin ilerleyişi daha da süreceğe benziyor.
Mülteci politikası hatalı mıydı?
Başta Almanya olmak üzere Avrupa Birliği ülkelerinin gelmek isteyenler arasında fark gözetmemesinin acısı şimdi çıkıyor. Son yılların cömertliği, canından korkan Suriyeli mültecilerin içinde bulundukları durumdan kaynaklanmaktaydı. Amaç onlara hızla ve zorluk çıkarmadan yardım edebilmekti. Kısa zamanda bütün dünyada Avrupa'nın 'cömertliğini' duymayan kalmadı. Suriye'nin çok uzağındaki ve hayat şartlarının farklı olduğu ülkelerden Avrupa yönünde adeta 'kavimler göçü' başladı. Avrupa Birliği savaştan kaçanlarla fakirlikten yola koyulan göçmenler arasında ayrım yapma gücünü kendinde bulamadı. Sınıra ulaşmayı başaran herkese kapılar açıldı.
Bu durum Almanya ve bütün Avrupa'nın daha fazla mülteci kabul etme gönüllülüğünü kırdı. Sonunda da en çok korunmaya ihtiyacı olanlar büyük engellerle karşılaştılar.
Ayırt etme baskısı
Özellikle en çok mülteciyi kabul eden Almanya büyük risk almış oldu ve sağ popülist Almanya için Alternatif son milletvekili genel seçimlerinde ana muhalefet partisi olarak ilk kez meclise girmeyi başardı. Mülteci politikasının toplumsal sonuçları kendini yeni yeni hissettirmeye başladı.
Almanya'nın cömertliğinin (yoksa gafletinin mi?) acilen yardıma ihtiyacı olanları mağdur etmesi üzülecek bir durumdur. Canını kurtarmak için ülkesinden kaçan insanı ülkeye almak boyun borcudur. Lakin göçün Almanya ve Avrupa'da yol açtığı siyasi sarsıntılar, ülkesinden kaçmakla kendini tehlikeye atmış olanlara gösterilen cömertliğin böyle devam ettirilemeyeceğini gösteriyor.
Kersten Knipp
© Deutsche Welle Türkçe