Suriye İç Savaşı‘nın başlamasının üzerinden 11 yıl geçti. Savaşın getirdiği yoksunluk ve keder Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların peşini bırakmıyor. Savaştan kaçan sığınmacıları dünyanın neresine giderlerse gitsinler hep aynı duygu ve muamele bekliyor: Keder, yoksunluk ve ayrımcılık. Türkiye’de Suriyeli mültecilere karşı giderek artan öfke, yer yer nefret söylemine ve ırkçılığa varan eylemlere sebep oluyor. Savaşın başından, Türkiye’ye gelmesine ve Türkiye’de uğradığı muamelelere kadar bütün serüvenini ve duygularını yer yer üzüntü, yer yer kaygıyla anlatan 19 yaşındaki Ahmad Abbous arkadaşlık kurduğunu düşündüğü kişilerin arkasından olumsuz konuştuklarını duyduğu zaman hayal kırıklığına uğradığına dikkat çekiyor.
İdlip’ten Türkiye’ye uzanan yaşamöyküsü
Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nın haber portalı, Gazetecilik Platformu'ndan Murat Kocabaş'ın haberine göre, 19 yaşındaki Ahmad Abbous Suriye’nin İdlip kentinde doğdu. Savaşın içerisinde 9 yıl geçirdi. 2012 tarihinde birkaç aylığına Lübnan’ın Trablusşam kentine babasıyla zorunlu olarak göç etti. Sonrasında ise doğduğu kente geri döndü. Ortaokulu ve liseyi İdlip’te bitirdikten sonra üniversite öğrenimi için Türkiye’ye göç etti. Önce annesi sonra da babası yaşamını yitirdi. Ahmad Abbous Suriye’den Türkiye’ye uzanan göç hikayesini şöyle anlatıyor:
“Babam Suriye’de avukattı. Annem ise ev hanımıydı. Savaşın başladığı yıl üçüncü sınıftaydım. Kardeşlerim eylemlere katılmak istemişti fakat babam devlet içerisinde avukatlık yaptığı için kabul etmemişti. Daha sonra babam baskı ve dayatmalardan dolayı istifa etti. 2012 yılında bir sabah evimizin bulunduğu bölgeye askerler geldi ve kalaşnikoflarla evimize ateş ettiler. Herhangi bir yaralanma veya ölüm olmadı fakat babamı ve kardeşlerimi hapishaneye götürdüler. Babamı iki gün sonra serbest bıraktılar fakat kardeşlerim bir ay sonra çıkabildi hapishaneden. Babam ve ben savaş zulmünden kaçarak Lübnan’a çıktık iki aylığına. Orada Lübnan vatandaşı olan akrabalarımız vardı. Onların yanında kaldık bir süre. İki ay sonra tekrar İdlip’e döndük. Kardeşlerimden biri Lübnan’a diğeri ise Türkiye’ye gitmiş çalışmak için. Ben savaşın şiddetine aldırış etmeden okula gidiyordum. Babam okulu bırakmamı istemedi ve bu konuda elinden gelen desteği sundu. 2018’e kadar İdlip’te okula gitmeye devam ettim. 2018’de annem hastalandı. İmkânlar el verdiğince doktora gittik fakat doktorlar İdlip’te tedavinin devam edemeyeceğini söyledi. Annem ve babam bu sebeple Türkiye’ye gittiler. Ben İdlip’te okumaya devam ettim. 2019 senesinde hastalıktan dolayı annemin öldüğünü öğrendim. Annemin ölümünden sonra babamın ısrarı üzerine üniversiteyi okumak için Türkiye’ye göç ettim. Türkiye’ye babamın verdiği az miktar parayla kaçak olarak geldim.”
“Kaçakçıyı buldum, sınırı geçtim”
“Bir sınır köyüne gittim ve orada kaçakçılık yapan birini buldum ve Türkiye’ye geçmek istediğimi söyledim. Bugün aileler çıkacak dendi ve bu sebeple ertesi gece 12’de gençlerle beraber çıktık yola. Uzun bir yol yürüdük ve Asi Nehri’ne ulaştık. Nehri yüzerek geçtikten sonra Antakya’da bir köye ulaştık. Bir başka Suriyelinin evinde 1 gece kaldıktan sonra sabah babam köye bir arabayla gelip beni aldı. Sonrasında ise göç idaresine gittik kimlik çıkartmak için. Uzun bir süre üniversite sınavına hazırlandım. Asıl istediğim bölüm hemşirelikti fakat endüstri mühendisliği tuttu İskenderun’da. 2020’de kayıt yaptırmıştım fakat Türkçe konuşmakta zorlandığım için okulu dondurdum. Kahramanmaraş’a gittim ve orada Türkçe eğitimi aldım. Bu süreç içerisinde babam kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti.”
“Bizi iyi temeller üzerine kurulmuş bir cumhuriyet ve laik sistem kurtarabilir”
Savaş içerisindeki mezhep çatışmasından da bahseden Ahmad yaşadıklarını şöyle anlattı:
“Biz Sünniyiz fakat birçok Alevi aile dostumuz vardı. Çocukluk arkadaşlarımın da birçoğu Aleviydi. Biz hep iç içe büyüdük ve savaştan önce herhangi bir sıkıntı yoktu aramızda. Bir süre sonra sadece mezhepler değil Müslümanlar ve Hristiyanlar arasında da tatsız olaylar çıkmaya başladı. Bu çatışmalar sebebiyle birçok Alevi ve Hristiyan arkadaşlarımızdan kopmak zorunda kaldık. Bizi iyi temeller üzerine kurulmuş bir cumhuriyet ve laik sistem kurtarabilir. Yalnız Suriye’de değil Ortadoğu geneli için de bunu söylüyorum. Bu coğrafyanın huzur bulamamasının sebebi yalnızca başka ülkelerin müdahaleleri değil. Ülkeler içerisinde birbirleriyle bağlantılı olarak kurulan cihatçı örgütlerin de payı çok büyük. Din özgürlüğü gelmediği sürece daha çok savaş göreceğimizi düşünüyorum. Ben zamanında ülkemde bu konulardan bahsettiğim içim bazı arkadaşlarım beni sevmezdi. Fakat ben söylediklerimin hep arkasında durdum.”
“Uçak sesinden hala korkuyorum”
Ahmad, Suriye’de yaşadığı travmayı da şöyle anlattı:
“Amcam esnaftı. Sabah saat 8’de evden çıktım ve amcamın dükkânı açıktı. Yanına gittim biraz sohbet ettik çay içtik. Ablam bir uçak sesi geldiğini söyledi. Fakat ben tam olarak algılayamıyordum ya da algılamak istemiyordum çünkü fazlasıyla alışmıştım artık. Amcam ve ben sohbete devam ederken babam geldi ve o da bir uçak sesi duyduğunu söyledi. Ben yine aldırış etmedim. Bir süre sonra dükkândan ayrılırken çok şiddetli bir bomba patladı ve duvarın üzerimize doğru eğildiğini gördüm. Bombanın sesinden dolayı bir süre hiçbir şeyi duyamaz olduk. Patlama sırasında kapı şiddetli bir şekilde açıldı. Dükkânın önünde büyük bir çukur oluştuğunu gördük. Çevredeki dükkânlardan gelen insan seslerini zor bir şekilde algılıyorduk. Fakat duyduğumuz net bir şey vardı. “Tahir yaralanmış.” Tahir amcamın adıydı. Amcam kapının önündeydi ve bombanın hedefi olmuştu. Kafasında ve boğazında ağır yaralar ve açıklar olduğunu gördük. Şok etkisinden kısa sürede çıktık çünkü amcamın öldüğünü fark ettik. Yan dükkânda iki komşusu vardı. Onlar da o saldırıda öldü. Neredeyse herkes haber almak için telsiz taşırdı. Bizde de vardı. Aynı bölgeye uçakların tekrar yöneldiğini ve aynı yeri tekrar vuracağını duyduk ve kaçmaya başladık. Cenazeleri orada bırakmıştık. Bir süre sonra herhangi bir saldırı olmadığını gördük. Amaçları bizi korkutmakmış. Tekrar olay yerine dönüp cenazelerimizi aldık ve gidip gömdük. Hala uçak sesi duyduğum zaman kalbim çok hızlı bir şekilde atıyor. Uçak sesinden hala korkuyorum. Bir uçak sesi duyduğumda Türkiye’de olduğumu unutuyorum. Ne yapacağımı çoğu kez bilemiyorum. Tıpkı Suriye’de olduğu gibi bombaların hedefi olacağımızı düşünüyorum çoğu kez. Suriye’de birçok kez hastaneler ve okullar vurulmuştu. Her uçak sesi duyduğumda aynı şeyleri tekrar yaşayacağımı düşünerek korkuyorum.”
“Asıl korkum korkak biri gibi gözükmekti”
Savaş esnasında birçok kez korku ve panikten dolayı kaçmak zorunda olduğu durumları da anlatan Ahmad şöyle devam etti:
“Bir gün sokakta gezerken bulunduğum bölgeye art arda roket atılmaya başlandı. Birinin evine sığınmıştım ve kendimden çok utanıyordum. Çevremdeki diğer insanlar gibi cesaretli durmak isterdim. Korkak biri gibi görünmek beni çok üzmüştü. Sığındığım evde kız çocuklarının arasında oturmuş ve içime kapanmıştım. Kendi kendime sen artık büyüdün, korkmaman lazım, dik durman lazım diye iç geçirmiştim. Ben aslında yaşadığım olaylarda kaybettiğim insanları gördükçe ölümden daha az korkar olmuştum. Benim tek korkum bir bombanın beni yaralaması ya da bir şarapnel parçasının kolumu veya bacağımı koparmasıydı. Ama asıl korkum korkak biri gibi gözükmekti. Çünkü kendimce büyüdüğümü düşünüyordum.”
“İstediğimiz tek şey hayata tutunabilmek”
Türkiye’ye geldikten sonra yaşadıklarını, sığınmacı ve göçmenlerle ilgili son tartışmalar ışığında değerlendiren Ahmad şöyle devam etti:
“Konuşmanın başında da söylediğim gibi Kahramanmaraş’ta Türkçe eğitimi aldım. Bunun sebebi beraber yaşayacağım insanların dilini konuşabilmek ve onları anlayabilmekti. İskenderun’a okumak için geldiğimde Türkçemi daha iyi geliştirmek için Türk arkadaşlar edindim. İlk zamanlar bana iyi davrandılar. Onlardan biri olduğumu düşünüyordum. Fakat daha sonra duyduklarım beni hayal kırıklığına uğrattı. Arkadaşlık kurduğum kişiler arkamdan şunları demiş: Bizi arkadaşı sanıyor ya da bizim onunla arkadaşlık kurduğumuzu sanıyor deyip benimle alay edip küçümsüyorlarmış. Üniversitede iki tane Filistinli arkadaşım var. Onlara iyi davranıyorlar bana yaptıkları veya söyledikleri şeyleri onlara yapmıyorlar. Fakat onlar da aralarında Arapça konuşmaya başladıkları an itilip kakılmaya başlanıyorlar. Bana diyorlar ki Suriyeliler tacizci, açgözlü, dilenci… Dilencilerin hatta sokakta mendil satan küçük çocukların bile aşağılandığına birçok kez şahit oldum. Birkaç cahil insanın hatasını bütün Suriyelilere yüklüyorlar. Biz bu şekilde büyümedik. Çeşitli dinler ve toplumlarla iç içe büyüdük. Doğduğum coğrafyada insanlar birbirini severdi savaştan önce. Savaş farklı boyutlara geldikçe insanlar da farklılaştı. Bazen savaşlar hakkında çok yanlış şeyler söyleyen insanlar olduğunu görüyorum. Savaşın ne demek olduğunu bilmeyen insanlar için konuşmak kolay. Ben sakin kalmayı tercih ediyorum. Bu yaşananlara aynı şiddetle tepki göstermek hem benim yanlış anlaşılmamı sağlar hem de aile büyüklerimden aldığım iyi şeylere ihanet etmiş olurum. Benim ya da benim gibi insanların istediği tek şey hayata tutunabilmek. Başka bir derdimiz yok. İyi arkadaşlarım da var fakat onlar da sırf mavi gözlü olduğum için benimle arkadaşlık kuruyorlar. “Sen mavi gözlüsün hiç Suriyelilere benzemiyorsun,” diyorlar. Ya da yanımda Suriyelileri aşağılayan şeyler söylüyorlar. Sonra bana dönüp “Sen üzülme seni Suriyeli saymıyoruz,” diyorlar. Kendimi böyle durumların içinde çok kötü hissediyorum. Bunun Suriyeli insanları aşağılayan bir söylem olduğunun farkında değiller çoğu zaman.”