Star yazarı Lütfü OFlaz, "muhafazakâr mahallede 16 Nisan'da oylanacak anayasa değişikliği referandumu için gizli Hayır'cılık yapan bazı kişilerin olduğunu" savunarak "FETÖ’cüler gizli kapaklı işlerin, sinsiliğin, olduğu gibi görünüp göründüğü gibi olmamanın başta gelen örneğidir. Benim nazarımda gizli Hayır’cılar da FETÖ’cülere benzemektedir. Benim için gizli Hayır’cılık FETÖ’cülük demektir" diye yazdı.
Lütfü Oflaz'ın "Gizli Hayır’cılık FETÖ’cülüktür!" başlığıyla yayımlanan (2 Mart 2017) yazısı şöyle:
Bir varmış bir yokmuş, muhafazakâr mahalle denilen bir mahalle varmış.
Bu mahallenin de 16 Nisan’da oylanacak anayasa değişikliği referandumu için gizli Hayır’cılık yapanları varmış.
Kendilerini Aydın Doğan medyasının sözcülüğünü yaptığı cenaha beğendirmeye çalışan muhafazakâr gazeteciler ile muhafazakâr siyasetçilermiş bunlar.
Aydın Doğan medyasının “Karargâh rahatsız” türü darbeci başlığından bile rahatsızlık duymazlarmış bunlar.
Evet, AK Parti’ye yakın denilen medya içinde böyleleri varmış.
Muhafazakâr mahalle denilen mahallede böylesine gizli Hayır’cılar varmış.
Gizli kapaklı işleri oldum olası hiç sevmemişimdir.
Sinsilikten iğrenmişimdir.
Olduğu gibi görünmeyenlerden, göründüğü gibi olmayanlardan hep nefret etmişimdir.
FETÖ’cüler gizli kapaklı işlerin, sinsiliğin, olduğu gibi görünüp göründüğü gibi olmamanın başta gelen örneğidir.
Benim nazarımda gizli Hayır’cılar da FETÖ’cülere benzemektedir!
Benim için gizli Hayır’cılık FETÖ’cülük demektir!
“Hayır” diyecek olan gizliden gizliye değil, açıktan açığa “Hayır” demelidir.
Kısacası, her şeyin gizli kapaklısına karşı olduğum gibi, gizli Hayır’cılığa da karşıyım.
Gizli Hayır’cılığa karşı olduğum gibi, muhafazakâr mahalle, laik mahalle, şucu bucu mahalle olarak bölünmeye de karşıyım.
Yazarlık yaşamım boyunca mahallelere, kamplara bölünmeye hep karşı çıktım.
Yeri gelmişken bu konuda bir anımı anlatmalıyım.
Gazetelerde köşe yazmaya henüz yeni başlamıştım.
Ülkenin en genç köşe yazarıydım.
O zaman da ülke kamplara bölünmüştü.
Ülke gibi basın da kamplara bölünmüştü.
O günlerde kamplaşmaya karşı çıkan, bunun ülkenin hayrına olmadığını savunan, kamplaşmacıları uyaran bir yazı yazdım.
Bu yazım üzerine gazetenin yayın yönetmeninden “Ama bu yazı yanlış anlaşılır; bizim kampa zarar verir” şeklinde bir tepki aldım.
Kanı kaynayan bir delikanlıydım; çok gençtim.
Gençliğin verdiği ataklıkla birden sinirlendim.
“Ne kampı ulan!Ben vicdanımdan başka kamp tanımam” şeklinde bir karşılık verdim.
Ve ben yazarlık yaşamım boyunca vicdanımdan başka kamp da mahalle de tanımadım.
Vicdanımdan başka mahalle tanısaydım, mesela 28 Şubat döneminde solcu gençlerin en çok okuduğu yayın olan Leman’da, “Zulme karşı direneceğiz; yılgınlık yok, direniş var” diyerek, solcu gençleri dindarlara yapılan zulme karşı çıkmaya çağıran o meşhur yazıyı yazamazdım.
İstanbul Üniversitesi’nin önünde, dindar gençlerle solcu gençlerin zulme karşı birlikte yürüyüşe geçtikleri o meşhur yürüyüşün öncülüğünü yapamazdım.
Vicdanımdan başka mahalle tanısaydım, örneğin darbeci generallerin astığı astık kestiği kestik olduğu 12 Eylül döneminde, kelleyi koltuğa alıp devrimci, ülkücü, İslamcı gençlere uygulanan hukuksuz yargılamaların, yargısız infazların, işkencelerin son bulmasını da içeren ilk insan hakları kampanyasını başlatamazdım.
Tanklara karşı duran ilk kişi olamazdım.
Daha yazarlık yaşamımın başındayken “Susma, sustukça sıra sana gelecek” gibi sloganlaştırdığım cümleleri yazamazdım.
İşte onun için muhafazakâr mahalle, laik mahalle, şucu bucu mahalle deyip racon kesmeye çalışanlara, gençliğimdeki jargonla seslenmek zorundayım.
Ne mahallesi ulan!
Ben vicdanımdan başka mahalle tanımadım, tanımam!