Medya

Sözcü yazarı: ABD'deki Zarrab davası resmen 'FETÖ' ile ilişkilendirildi

"Zarrab davası 17-25 Aralık'ın yargılanacağı, FETÖ'nün tartışılacağı siyasi bir dava haline geldi"

05 Eylül 2016 14:28

Sözcü yazarı Zeynep Gürcanlı, kara para aklama, banka dolandırıcılığı ve İran ambargosunu delme suçlarından 19 Mart'tan beri ABD'de tutuklu bulunan İranlı iş adamı Reza Zarrab'ın davasının resmen Gülen cemaati  ile ilişkilendirildiğini savundu.

Zarrab'ın avukatları hâkim Richard Berman'ın moderatörlük yaptığı bir paneli de içeren İstanbul'daki sempozyumu düzenleyen YKK (Yüksel, Kargın, Küçük) adlı avukatlık şirketinin ortaklarından ikisinin, 15 Temmuz'daki başarısız darbe girişiminden sonra Türk hükümetince 'FETÖ üyesi terörist kişiler' olarak ilan edildiği ve haklarında tutuklama kararı çıkarıldığı hatırlatılarak bu durumun sempozyumu şaibeli hale getirdiğini iddia etmişti. 

"Oysa dava, Zarrab'ın Amerikan vatandaşı olmaması ve ABD'de şirketi olmaması nedeniyle, 'ABD mahkemeleri tarafından yargılanamayacağı' argümanının tartışıldığı 'teknik bir dava' haline girme yolundaydı" diyen Gürcanlı "Zarrab'ın avukatlarının bu hamlesiyle, bir anlamda, 17-25 Aralık'ın yargılanacağı, FETÖ'nün tartışılacağı siyasi bir dava haline geldi" ifadesini kullandı.

Zeynep Gürcan'ın "Zarrab, Ankara’ya mesaj mı verdi?" başlığıyla yayımlanan (5 Eylül 2016) yazısı şöyle:

ABD'deki Reza Zarrab davası, avukatlarının son hamlesiyle “teknik bir dava” olmaktan çıkıp, tam anlamıyla “siyasi bir dava” haline geldi.
Zarrab'ın avukatları, davayı FETÖ'ye bağladılar. İstanbul'da uluslararası bir sempozyuma katılan mahkeme hakimi Richard Berman'ın “davadan çekilmesini” istediler. Gerekçe; Berman'ın katıldığı uluslararası sempozyumun 15 Temmuz sonrası FETÖ'den tutuklanan avukatların kurduğu büro tarafından finanse edilmesi…
Böylece, ABD'deki Zarrab davası da, üstelik savunma tarafından resmen FETÖ ile ilişkilendirilmiş oldu.
Oysa dava, Zarrab'ın Amerikan vatandaşı olmaması ve ABD'de şirketi olmaması nedeniyle, “ABD mahkemeleri tarafından yargılanamayacağı” argümanının tartışıldığı “teknik bir dava” haline girme yolundaydı. Zarrab'ın avukatlarının bu hamlesiyle, bir anlamda, 17-25 Aralık'ın yargılanacağı, FETÖ'nün tartışılacağı siyasi bir dava haline geldi.
Zarrab'ın avukatları neden böyle bir strateji benimsemiş olabilir?
Pek çok olasılık var.
İlk akla gelen, Zarrab'ın avukatları, kendilerine milyonlarca dolar ödeyen müvekkillerine “elimizden gelen her şeyi yapıyoruz” mesajı vermek istemiş olabilir. Eğer avukatların bu taleplerine rağmen mahkeme hakimi Berman çekilmez ve davaya devam ederse, sırf bu gerekçeyle üst mahkeme yolu açılabilir.
Ancak Hakim Berman çekilse bile bu adım mutlaka davanın içeriğini etkileyecektir. Davanın, Türkiye'deki mevcut iktidarı çok yakından ilgilendiren 17-25 Aralık dosyasıyla ilişkilendirilmesi, Savcı Preet Bharara'ya da Zarrab'a bu konuda “sorular sorma” hakkı tanır. Sanık sandalyesinde oturan Zarrab'ın, jüri önünde Savcı Bharara tarafından 17-25 Aralık dosyasındaki ilişkileri açısından sorgulandığını düşünün… Üstelik bunun halka açık bir mahkeme olacağını da hesaba katın. Verilecek yanıtlar kadar, sorulacak sorular da son derece ilginç olabilir. Zarrab'ın, avukatları aracılığıyla Ankara'ya verdiği mesaj da, büyük olasılıkla budur: ABD'de, halka açık bir mahkemede, 17-25 Aralık'ın sorgulanması…
Olur da, Zarrab “itirafçı” olmaya karar verir ve iş jürili mahkemeye kadar varmazsa bile Savcı Bharara “pazarlık” kapsamında yine Zarrab'a 17-25 Aralık soruları soracaktır. İş bu yöne giderse, kapalı kapılar ardında Zarrab'ın vereceği yanıtların Amerikan adalet sisteminde nasıl kullanılacağı, yeni davaların gelip gelmeyeceği de Ankara açısından soru işareti olacaktır.
Bu açıdan bakınca, Zarrab'ın avukatlarının Hakim Berman aleyhine verdikleri son dilekçe, Berman'ın çekilip çekilmemesinden çok, Türkiye'de Zarrab'a “sahip çıkıp çıkılmayacağı” ile ilişkilidir.

Fırat Kalkanı operasyonu nereye?

Fırat Kalkanı operasyonunun başlamasının üzerinden 10 günden fazla süre geçti.
Mehmetçik, 10 gündür Suriye'de… Şimdi operasyonu değerlendirme zamanı… Peki operasyon ilk 10 gününde ne getirdi?
– TSK, 15 Temmuz darbe girişimiyle sıkıntıya düşen imajını bir nebze olsun düzeltme imkanı buldu.
– Fırat Kalkanı, AKP hükümetinin imajına da olumlu katkı sağladı. Suriye'de kırmızı çizgileri “pembeleşmekle” eleştirilen AKP hükümeti, operasyon çerçevesinde PYD-YPG'nin Fırat'ın doğusuna dönmesi için kurduğu baskıyla, “söylediğimizin arkasında dururuz” imajını verdi.
– Türkiye, Suriye ile olan 800 kilometreye varan sınırı ve ülkedeki 3 milyon Suriyeliye rağmen, düşürülen Rus uçağıyla birlikte Rusya denkleminden dışlanmıştı. Yeniden “oyunculardan biri” haline geldi.
– IŞİD'in elinde olan Cerablus'un TSK destekli gruplar tarafından alınması ise AKP hükümetinin tüm dünyadaki “IŞİD destekçisi” imajının zayıflamasının önünü açtı.
– Türkiye-Katar-Suudi Arabistan'ın çok büyük yatırım yaptıkları ancak son dönemdeki gelişmeler nedeniyle “devre dışı” kalan ÖSO ve benzeri cihatçı grupların, Suriye denkleminde yeniden yer kazanmalarının da önü açıldı.
Tüm bunlar göz önüne alındığında, Fırat Kalkanı operasyonunun ilk 10 günü, Türkiye'ye dış politika alanında yeni bir sayfa açma imkanı da verdi. Ancak bu sayfa açılabilecek mi?
Bu sorunun yanıtı, AKP hükümetinin bundan sonra atacağı adımlara bağlı…
TSK'nın Suriye'deki YPG-PYD unsurlarının üzerine gitmesi üzerine ABD devreye girdi. Bir yandan YPG-PYD unsurlarına Fırat'ın batısından çekilme -ya da en azından görünmez olma- baskısı yaparken, diğer yandan Mehmetçik ile PYD'nin kontrol ettiği bölge arasına, Amerikan özel kuvvetleri yerleştirildi. TSK'nın PYD'ye yönelik yeni bir hamle yapması halinde, Amerikalı askerlerle karşı karşıya kalma ihtimali ortaya çıktı.
Peki YPG üzerine gitmeyecekse, Suriye'deki Mehmetçiğin yönü neresi olacak? İlk akla gelen, Ahmet Davutoğlu'nun Başbakanlığı döneminde sık sık gündeme getirdiği “direnen Halep'in yanındayız” çıkışlarıyla paralel bir politika izlenmesi… Yani TSK'nın, Halep'in kuzeyinden kente bir “ikmal yolu” açma ihtimali… Ancak tıpkı Menbiç üzerine gidilirse Amerikan askeriyle karşılaşma ihtimali olması gibi Halep üzerine gidilirse, Rusya ve İran destekli Esad askerleriyle karşılaşma ihtimali var.
Türkiye'nin izleyeceği yol, derine inmeden sınırı IŞİD'den temizlemek olabilir. Ancak Cerablus'ta direnmeyen IŞİD'in diğer bölgelerde direnme ihtimali büyük. Üstelik, IŞİD gibi kural tanımaz bir terör örgütünün, cepheyi “genişletmek” Türkiye içine taşımak gibi bir yola başvurması da söz konusu olabilir. Bu da, TSK unsurlarının Suriye'de hesaplanandan uzun kalmasına, yıpratıcı bir sürece girmesinin önünü açar.
Bu açıdan…
En akılcı adım, operasyonun kapsamını ve özellikle de süresini “sınırlı” tutup, bir an önce Mehmetçiği Türkiye'ye geri çekmek olacaktır. Aksi halde, başlangıçta “kazan-kazan” diye girişilen operasyon, Türkiye açısından “içinden çıkılamaz” bir durum haline gelebilir.

Ankara fısıltası


Erdoğan Esad'la görüşecek mi?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Çin'deki G-20 zirvesinde Rusya Lideri Vladimir Putin'le bir araya geldi.
Zirve sonrasındaki hava, iki ülke arasındaki krizin, büyük ölçüde geride kaldığını gösteriyor.
Ancak hâlâ birkaç “pürüz” var: Türkiye ve Rusya'nın Suriye konusunda farklı yaklaşımları gibi.
Kulislere görüşme sonrasında, Putin'in aradaki en büyük görüş ayrılığı olan Beşar Esad'a bakış konusunda da önemli bir hamle yaptığı yansıdı. Diplomatik kaynaklar, Putin'in “Moskova'da Erdoğan ve Esad'ı bir araya getirmeyi önerdiğini” konuşuyor.
Öneri o kadar ciddi ki, tarih bile veriliyor: 18-22 Eylül aralığı…
Türk tarafından henüz ses yok. Ancak duyumlar, kesin bir “Hayır” yanıtının da verilmemiş olduğu yolunda…