Sözcü gazetesi Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk, Samanyolu TV'de katıldığı programa ilişkin olarak "17 Aralıktan sonra da Samanyolu Haber'de kuşkusuz yolsuzluklar, kol saati, rüşvet iddiaları öne çıktı. Bunları konuşmayacak mısınız? O programlarda CHP, MHP milletvekilleri de hiç eksik olmuyordu" dedi.
Sözü gazetesinin imtiyaz sahibi Burak Akbay'ın Samanyolu TV'deki programı bırakmasını istediğini de ifade eden Öztürk, "Gazetecilikten başka bir işi olmadığını bildiğimiz patronumuz Burak Akbay'la görüşürken, Samanyolu Haber'deki programı bırakmamı istemişti" ifadesini kullandı.
Sözcü gazetesine yönelik iddiaları okurken "kahrolduğunu" da belirten Öztürk, "Yani, benim program yapmamın SÖZCÜ'ye gelmemle de uzaktan yakından bir ilgisi bulunmuyor. SÖZCÜ'ye gelişimden çok önce program yapıyordum" diye yazdı.
Saygı Öztürk'ün Sözcü'deki yazısı ( 4 Ekim 2017) şöyle:
Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) Başkanvekili Mehmet Yılmaz'la sohbet ederken, “Polisle başlayan, savcıyla olgunlaşan, bilirkişinin yoğurduğu, mahkeme kararından sonra Yargıtay'ın taçlandırdığı kumpas dönemi yargıda bir daha hiç olmayacak” demişti. Açıkçası umutlanmıştım ama gazetemizle ilgili iddianameyi okuyunca Atatürk aleyhine paylaşımları ortaya çıkan “bilirkişinin” raporuyla “yoğrulmuş” iddianame şaşırttı. Onun yoğurmasıyla SÖZCÜ'nün sahibine, çalışanlarına dönük suçlamalarda bulunulmuş. Biliniz ki bizler bunları asla hak etmiyoruz…
İnanın, iddianameden bölümler okudukça kahroldum. Ülkemizde muhalif çizgide gazetecilik yapmanın ya da gerçekleri çekinmeden yazmanının suç haline geldiği anlaşılıyor. Bugün önemli görevlerde bulunan kişilerle yaptığınız röportajlarla, dönem değişince suçlanabileceğinizi artık bilmeniz gerekiyor.
Bilirkişinin raporuyla mı?
Cumhuriyet savcısı, gazete manşetlerini inanıyorum ki o bilirkişiden daha iyi değerlendirir. Ancak bunu birisinin yoğurması gerekiyordu. SÖZCÜ karşıtı paylaşımları olan koyu bir partilinin yazdıkları dayanak yapılıyor ve suçlanıyorsunuz. Hem de FETÖ'cülükle… Allah'tan korkun… İşte o zaman ülkeniz adına da kaygılarınız artıyor. “Herkes sussun” isteniyor. Bilirkişi kaynaklı, gazetemize yönelik suçlamalardan bazı bölümler için söyleyeceklerim var.
Merkez Parti Genel Başkanı Prof. Dr. Abdurrahim Karslı, randevu alıp gazetemize nezaket ziyaretinde bulundu. Gündemde olan konularla ilgili görüşleri 31 Temmuz 2014 tarihinde gazetemizde haber olarak yayımlandı. Karslı halen Merkez Partisi'nin Genel Başkanı'dır. Parti hakkında bugüne kadar soruşturma ya da kapatma davası da açılmamış. Yani AKP, CHP, MHP'den bir farkı yok.
AKP döneminde Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan başta İcra İflas Kanunu değişikliği olmak üzere birçok komisyonda üye ve alt komisyon başkanlığı yaptı. Kendisi halen İstanbul Barosu'na kayıtlı olarak avukatlık yapıyor. Üniversiteden atılması ise gazetemizi ziyaretinden yaklaşık 2.5 yıl sonra gerçekleşmiştir.
Karslı'nın gazeteye nezaket ziyaretini bilirkişi “işbirliği” diye niteliyor. Gazeteci herkesle, her ortamda görüşebilir. Bu, onları desteklediği anlamına gelir mi? Nitekim terör örgütünün başı Fetullah Gülen'le, Abdullah Öcalan'la Türk basınının önemli kalemlerinin röportajlar yaptığını da unutmayalım.
Peki sormalı mıyım?
17 Aralık operasyonunu yöneten dönemin İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Yurt Atayün'ü şahsen tanımam, telefonla da konuşmuşluğum yok. Ağabeyi dönemin Polis Başmüfettişi Anadolu Atayün'le Konya ve Mersin'de yaptığı önemli operasyonlar sırasında telefonla konuşmuştum. Yurt Atayün'ün gözaltına alınışı ve arkadan kelepçelenmesiyle ilgili olarak dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın eleştirileri basında yer aldı. Meslekten çıkarılmamış, hakkında soruşturma olmayan, Emniyet Başmüfettişi Anadolu Atayün'e kardeşiyle ilgili operasyonu sormak, söylediklerini yazmak ne zamandan beri suç oldu? Gazeteci için önemli olan olayın yaşandığı dönemdir. Daha sonra ne olacağını kimse bilemez. Eğer bilinseydi, bu kişiler o dönem etkili görevlere getirilmez, bunca sıkıntı da yaşanmazdı.
Dönemin İzmir Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Baş, “yolsuzluk dosyasını kapatmadığı için tehdit edildiği”ni, kendisine dosyayı bir savcıdan alması için bakan ve müsteşar tarafından tehdit edildiğine ilişkin tutanağı tutmuş, HSYK'ya göndermiş. Şahsen tanımadığım başsavcıyı telefonla arayıp tutanaktaki iddiaların doğru olup olmadığını sormak gazetecilik değil mi? Konuşma sırasında cemaat bağının ortaya atıldığını hatırlatıp bu konudaki görüşünü de sormayacak mısınız? İlgisinin olmadığını, hukuktan ayrılmayacağını, şunun-bunun değil cumhuriyetin savcısı olduğunu söyleyince bu neden suç olsun?
Haberin yayımlandığı 23 Ocak 2014'te görevde olan başsavcıyla konuşmayı “bilirkişi” suç sayıyor. Ne diyeyim? Haksızlığa uğradığını öne süren, bunu cesaretle belgelendiren kamu görevlilerinin durumunu gündeme getirmek de gazeteciliğin bir gereğidir.
Bir haksızlık daha...
Hükümetin en büyük destekçilerinden biri Samanyolu Haber kanalıydı. Cemaatin iç yüzünü ortaya koyan “Okyanus Ötesindeki Vaiz” kitabım da yayımlanmıştı. Bu televizyonda katıldığım programlarda gündem hemen hep Ergenekon ve Balyoz soruşturma ve davasıydı. Hükümete muhalif yayın çizgisine sahip ART televizyonunda da program yapıyordum. Yani Samanyolu ve ART'de program yaptığım dönemde ben SÖZCÜ Gazetesi'nde değil Türkiye'nin en büyük gazetelerinden birindeydim. 17 Aralıktan sonra da Samanyolu Haber'de kuşkusuz yolsuzluklar, kol saati, rüşvet iddiaları öne çıktı. Bunları konuşmayacak mısınız? O programlarda CHP, MHP milletvekilleri de hiç eksik olmuyordu.
Gazetecilikten başka bir işi olmadığını bildiğimiz patronumuz Burak Akbay'la görüşürken, Samanyolu Haber'deki programı bırakmamı istemişti. Kendisine, “Ben başka kanallarda ne konuşuyorsam orada da aynı şeyleri söylüyorum” demiş, gerçekleri bu televizyonun izleyicilerinin de bilmesi gerektiğini eklemiştim. Bunun tanığı da Emin Çölaşan ağabeyimdir. Yani, benim program yapmamın SÖZCÜ'ye gelmemle de uzaktan yakından bir ilgisi bulunmuyor. SÖZCÜ'ye gelişimden çok önce program yapıyordum.
SİZE SÖZ VERİYORUM
FETÖ imamlarından olduğu belirtilen Hamidullah Öztürk'ün amcamın oğlu olduğu, benim de bu yüzden SÖZCÜ'nün Ankara Temsilcisi yapıldığımı ima edenler çıkmış. Unutmayın, SÖZCÜ'nün, kuruluşundan sonra gelen üçüncü temsilcisiyim. Hatırlatayım daha önce Hürriyet, Sabah, Star, Gözcü'de çalıştım. SÖZCÜ'ye de Hürriyet'ten kendi isteğimle ayrılıp geldim.
İddiaların ne kadar asılsız olduğunu anlatmak, amcam olmadığını kanıtlamak için vukuatlı nüfus örneği bile aldım. Şimdi de amcamın oğlu değil ama akrabam olduğu, aynı köylü olduğunu yazdılar, söylediler. Savcı bey de bunu iddianamesine geçirmiş. Allah aşkına bırakın akrabalığı, amcaoğlu olsa bana ne? Siz şuna bakın, bu kişiyle 40 yıllık gazetecilik dönemimde bir telefon konuşmam, elektronik ortamda haberleşmem, birkaç cenaze töreni dışında bir araya gelmişliğimiz var mı, yok mu ona bakın? Varsa size söz veriyorum gazetecilikte ben yokum…
Hayatında belki de hiç tanımadığı kişiyi gerekçe gösterip Burak Akbay'a saldırmayı hangi vicdan kaldırır? Darbe girişiminin en önemli komutanının kardeşinin Cumhurbaşkanlığı başdanışmanı olduğunu hatırlamayacak, Akbay'ın asla tanımadığı kişiyle benim üzerimden bağını kuracaksınız. Burak Bey'e yapılan bu haksız, dayanaksız, insaftan uzak saldırılarla ülkemizde muhalif gazetenin susturulması amaçlanıyor. Kaybeden Türkiye olur. Unutmayalım: SÖZCÜ susarsa, Türkiye susar…