Politika

'Son iki yıl pusu ve komplo teorileri yılı'

CHP lideri Baykal, Türkiye’de son iki yıldır yaşananları pusu ve komplo olarak değerlendiriyor.

30 Ocak 2010 02:00

T24 - CHP Genel Başkanı Deniz Baykal TEKEL işçilerinin eylemi konusunda Başbakan'a çağrıda bulundu, "Tayyip Bey, seni asker değil ama TEKEL işçileri götürecek. Pazartesi bu işi çöz" dedi.



CHP lideri, partisinin yeni seçilen 39 ilçe başkanıyla İstanbul İl Başkanlığı'nda yaptığı toplantıdan sonra konuştu.


TEKEL işçilerinin eylemi ve Başbakan Erdoğan'ın bu konudaki yaklaşımı konusundaki değerlendirmesi sorulan Baykal, Tekel işçilerinin 50 gündür Ankara'nın dondurucu soğuğunda yaptıkları eylemin toplumun vicdanını harekete geçirdiğini söyledi.


Baykal, "TEKEL işçisi olayı, kendi boyutlarının ötesinde önem kazanmıştır ve buradan uyarma ihtiyacı hissediyorum. Bu iktidar hesabını iyi yapsın. Tayyip Bey, hesabını iyi yapsın. Tayyip Bey, seni asker değil ama bu TEKEL işçisi götürecek. Bu iş oturmuştur artık. Çekilen acılar ortadadır. Eylem 50 günü geçti. Oradaki işçiler kimseyi üzmeden, rencide etmeden davalarını anlatmaya çalışıyorlar ve buyurgan, aldırmaz bir üslupla karşı karşıyadırlar. Bu, insanlık duygularını rencide eden bir manzara haline gelmiştir" dedi.


CHP lideri, "Tayyip Bey, Pazartesi günü bu şansı kullansın. Bu işi bitirsin. Tavsiye ederim. Elbette Pazartesi günü bu işi bitirince kimileri diyecek ki 'Bak, iktidar bu üsluptan anlıyor' ama o da onun bedeli. 'Hayır, onu dedirtmeyeceğim, bunu da anlamayacağım' derse, o zaman çok daha ağır başka bedeller ödemek zorunda kalacaktır. İnadı bıraksın Sayın Başbakan, Pazartesi günü 'dediğim dedik' demekten vazgeçsin" diye konuştu.


Erdoğan, "TEKEL işçilerinin özlük haklarına el uzatmaktan vazgeçsin. Bu, onun özelleştirme konusundaki hatalarının bedelidir. TEKEL'in üzerinden haksız kazanç sağlayanlara o fırsatı vermiş olmanın günahının bedelidir. Artık Türkiye'de herkese, her dediğini kabul ettiremeyeceğinin ortaya çıkmasının bir ifadesidir. Bunu içine sindirsin ve bu işi bağlasın" diye konuştu.


"Türkiye'de darbe sömürüsü var"


Türkiye'de bir "darbe demagojisi yaşandığını" ve darbe gibi bir arayış olmamasına rağmen bu konunun sürekli gündemde tutulduğunu savunan Baykal, "Türkiye'de bir darbe gerçeği yok, darbe sömürüsü var. Bunun ortaya konulması lazım. Türkiye'de devletin kurumlarına, yargıya, TSK'ya karşı açılmış bir savaş var. Kim sürdürüyor bunu? Bu, doğal mı? Türkiye'de TSK'ya karşı bir kampanyanın sürdürüldüğü gerçek değil mi? Bu kampanya, sahipsiz bir kampanya mı? Bunun arkasında kimse yok mu? Bir iktidar kendi ülkesinin silahlı kuvvetlerini ezerek başarıya ulaşabilir mi? Kendi ordusunu yenmeye kalkan bir iktidardan hayır gelir mi? Kendi ülkesini hedef kabul eden bir iktidarın ülkesine yarar getirmesi söz konusu olabilir mi?" dedi.


Pek çok iddiaların ortaya atıldığını ancak daha sonra hiçbirinin takip edilmediğini söyleyen Baykal, ortada düzmece belgeler, uydurulmuş iddialar, gereksiz bir panik ve telaş yaratma ortamı bulunduğunu savundu.


"Türkiye'de darbe yok, komplo var. Darbe yok, pusu var pusu" diyen Baykal, "Yiğitçe, açıkça tartışarak değil, tertip yaparak, belge imal ederek, karalamaya yönelik tezgahlar kurarak yürütülen bir savaş var. 'Asimetrik' diyorlar. Asimetrik harekat ne demek? İşte o, pusu demek, kalleşçe demek. Bunun milletimize anlatılması lazım. Türkiye'deki bu kargaşa, planlanmış, hazırlanmış, öngörülmüş bir kargaşadır ve devletin kurumlarını tahrip etmeyi amaçlayan bir kargaşadır. Önümüzde bu süreci noktalama şansı normal olarak seçimdedir ama iktidarın seçimden kaçmakta olduğunu görüyoruz. Seçimden uzak durmaya çalışıyor ama inşallah ayağına dolanacaktır. Önümüzdeki dönemde, bir referandum vesilesiyle de olsa bu iktidar kendisinden kurtulma şansını eğer milletimize verecek olursa inanıyorum ki Türkiye, bu şansı en iyi şekilde değerlendirecektir" dedi.


Kapatma davası tartışmaları


"Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın sözleri ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın buna cevabıyla yeniden gündeme gelen AK Parti'ye kapatma davası tartışmalarını nasıl değerlendirdiği" yönündeki bir soru üzerine de Baykal, bunun "millete karşı bir komplo olduğunu" öne sürdü.


Deniz Baykal, "Bu komplonun unsurlarının başında bu mağduriyet arayışı yatıyor. 'Bir mağduriyet tablosu ortaya çıkararak acaba milletin tercihini yönlendirebilir miyiz' arayışları ortaya çıkıyor" dedi.

"AK Parti'nin artık çıkmaza girmiş bir siyasi iktidar olarak gidişatı tersine çevirmeyi mümkün kılacak her türlü çılgınca senaryoyla bir umut ışığı yakalama düşüncesinde olduğunu" öne süren Baykal, iktidarın oy kaybetmeye, CHP'nin oylarının da yükselmeye başladığının AK Parti'nin kendi anketlerinde bile ortaya çıktığını söyledi.


Baykal, "Önümüzdeki seçim, bir iktidar değişikliğinin kaçınılmaz hale geleceği bir seçim olacaktır. Bu gidişatı hiçbir tertip, hiçbir senaryo, hiçbir dedikodu bozamayacaktır. Bozamamasını sağlamak da bizim görevimizdir. Bu konuda da üzerimize düşeni sonuna kadar yapacağız" diye konuştu.


Kürt açılımı kitapçığı


Bir basın mensubunun, "AK Parti'nin 'demokratik açılım'ı anlatan ve 'Mavi Kitap' olarak adlandırılan kitapçığına karşılık CHP'nin kitapçığının ne zaman ortaya çıkacağını" sorması üzerine Baykal, bu konudaki çalışmaların süratle devam ettiğini ve bu kitapçığın yalnızca "demokratik açılım"a yönelik değil, gündemdeki daha pek çok konuya ilişkin CHP'nin bakış açısını kamuoyuna aktarma amaçlı olacağını vurguladı.


Türkiye'nin gündemine ardı ardına pek çok konunun getirildiğini, ancak daha sonra gündemin değiştirilerek bir başka tartışmanın açıldığını ifade eden Baykal, "Mesela Kürt açılımı tam bir fiyasko, bir başarısızlık. Bunları anlatmak lazım. Yapılan yanlışlıkları, tutarsızlıkları ortaya koyan bir çalışma olacak bu kitapçık" dedi. "AK Parti'nin mavi kitapçığına karşı sizin kitabınızın rengi ne olacak?" sorusu yöneltilen Baykal, gülerek, "Rengiyle ilgili henüz bir karar almış değiliz ama buradan anlıyorum ki sadece içeriğine değil kapağına da dikkat etmemiz lazım" yanıtını verdi.


Gürsel Tekin yeniden aday


Baykal, partisinin İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin'in CHP'nin bu misyonunu çok güzel şekilde temsil eden çalışmalarda bulunduğunu belirterek, toplantıda, kongre sonrası dönemde de kendisinin çalışmalarına ihtiyaç bulunduğu anlayışının ortak anlayış olarak ortaya çıktığını söyledi.


Deniz Baykal, "Onun tekrar il başkanı olarak geleceği ilk kongremiz, daha da yenilenen, canlanan bir CHP'yle tamamlanacak" dedi.


CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, VATAN Gazetesi Genel Yayın Müdürü İsmail Yuvacan, Ankara Temsilcisi Bilal Çetin ile CHP Genel Merkezi’nde görüştü.


CHP lideri Baykal, Türkiye’de son iki yıldır yaşananları pusu ve komplo olarak değerlendiriyor. Türkiye’de şu anda darbe ihtimalinin bulunmadığını söyleyen Baykal “Geçmişte yaşanan darbeler, onların ortaya koyduğu tablolar herkes için yeterince uyarıcı olmuştur” dedi.


CHP lideri Deniz Baykal, Danıştay saldırısının bir kırılma noktası olduğuna inanıyor. Yaşananları bir yerlerde hazırlanmış ‘bir komplo’ olarak değerlendiren Baykal “Ne TSK, ne de muhalefet darbecidir. Ama iktidar komplocudur. İktidar pusu kurmaktadır” diyor.


Danıştay cinayetinin Türkiye’de bir kırılma noktası olduğunu söyleyen CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a göre bu kadar büyük komplolar kendiliğinden ortaya çıkamaz. CHP lideri son yıllardaki tüm komploların temelinde “iktidarın uzun süredir devletin en hassas makamlarında gerçekleştirdiği kadrolaşma politikası” yatıyor.


CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, partisinin genel merkezindeki çalışma odasında VATAN’ı ağırladı. Deniz Baykal’ın Türkiye gündemine ilişkin değerlendirmeleri şöyle:


Türkiye'nin genel fotoğrafı ve iddialar
: Türkiye’de hükümetin kurumlarla çatıştığı, kurumları itibarsızlaştırmaya çalıştığı bu kadar açık, bu kadar net bir ortam yaşanmamıştı. Bu vahim bir durumdur. Bunun altında gene olağan dışı, sıra dışı birtakım uygulamalar, yöntemler var. Telefon dinlemeleri... Anayasa Mahkemesi’nin iptal etmesine rağmen, gerekçeli karar Resmi Gazete’ye yansıtılmadığı için Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı faaliyetine devam ediyor. Yargıçlar dinleniyor, Danıştay dinleniyor. Türkiye’nin önüne birden bire bizi ayağa kaldıracak iddialar ortaya atılıyor.


CHP’nin iddialara yönelik tutumu:
Bunlardan biri Albay Çiçek ile ilgili ’İrticai Eylem Planı’. Hepimiz ayağa kalktık. ’Eğer bu doğru ise ve emir kumanda zinciri içinde yapıldıysa bunun hesabı derhal verilmeli’ dedik. ’Emir kumanda zinciri olmadan böyle bir çalışma yapılıyorsa bunun hesabı verilmeli’ dedik. ’Seyirci kalan insanlar da hesabını vermeli’ dedik. Ama ’Hiç biri doğru değil ve boş bir iddia ise bunu görmek, bunu etkisizleştirecek sistematik bir faaliyete girmek lazım’ dedik. Genelkurmay’da meşru hükümete karşı, siyasi partiye karşı hukuk dışı tezgahlar planlanacak. Olur mu böyle bir şey? Hep beraber heyecanlandık. ’Bunun üzerine gidelim’ dedik. Baktık ki fotokopi. Ama tatmin olmadık. 4.5 ay geçti. Ama büyük laf etmedik. Rahatsız olduk.



Mektup yollayan tanık



Şimdi nerede?:
Sonra adamın birisi çıktı ve Ergenekon savcısına mektup yazdı. ’Gerçek belge bende. Tanık olmaya hazırım’dedi. Postaya verdi. Ne kadar ilginç ki o posta da makamına ulaştı. Ne oldu ondan sonra? Ortada bir iddia var, Türkiye’yi sarsan bir iddia. Sonra Adli Tıp’a havale ettiler. Baktık kurum, bir hüküm verdi, “kuvvetle muhtemel” diye. Adli Tıp’ın sabıkaları, nasıl oluşturulduğu ortada. Peki, ’kuvvetle muhtemel’ diyenler grafolog mu? Hayır. Garipoğlu olayı, Hüseyin Üzmez olayı ortada. Sonra Albay Dursun Çiçek’i çağırdılar. ’Albay da o belgeyi eldivenle tutarım. Parmak izim kalır’ dedi. Bu ciddi bir meydan okuma. Uluslararası ya da ulusal bu işi inceleyecek bir merciye aktaralım.. Ona da hayır. Bu delillerle Ergenekon Mahkemesi’ne sevk edildi. Bu mahkeme delilleri inandırıcı bulmadı ve bıraktı. Albay gitti Genelkurmay’da çalışmaya başladı. Ne oldu? Bunun reytingi düştü. Unuttuk. Bir tanesini sonuna kadar götürün görelim. Tanık olmak isteyen kişi davet edildi mi? Mektubun gönderildiği postaneye, kamera kayıtlarına bakıldı mı? Islak imzalı olduğu söylenen belgede Dursun Çiçek’in parmak izi araştırıldı mı?


Danıştay cinayeti kırılma noktası oldu:
Danıştay cinayeti, hepimize siyasi hayatın çok tehlikeli bir noktaya geldiğini işaret eden bir olaydır, kırılmadır. Olayın faili Alpaslan Aslan yakalandı. Fail, kendisi lehine açıklama yapmaya çalışan ailesine bile ’Benim şerefim bu’ diyerek tarihe karşı gerekeni yapmış gibi davrandı. Sonra telefon kayıtları çıktı. Saldırıya yardım eden ikinci kişinin AŞTİ’den yaptığı telefon kayıtları ortaya çıktı. İkinci fail, Osman çıktı ve ’İtiraf ediyorum gerçekler bildiğiniz gibi değil’ dedi. Başbakan ise olayın olduğu ilk andan itibaren ’Olay bildiğiniz gibi değil’ dedi. Sonra da çıktı ve ’Baykal bunun içinde’ dedi. Biz de bunun üzerine dedik ki, ’Başbakan akli melekelerini yitirmiş.’ Kim vicdanını sığdırır da beş tane hakimi, tümünün de ölmesine imkan verecek şekilde tarar. Bunu da o insanlara dost gözüküp sadece Türkiye’yi karıştırmak için yapabilir. Bu olacak iş midir? Başbakan Salı günkü Meclis grup konuşmasında ’Hatırlayın. Danıştay cinayetinden sonra ne manşetler attılar’ diyor.


Komplo kadrolaşma çabalarının sonucu: Kurgu, senaryo, o senaryoyu temellendirmeye yönelik bağlantılar, gizli tanıklar, uydurma itirafçılar, eklenmiş çarpıtılmış belgeler, dokümanlar bir yerlerde hazırlanıyor ve ondan sonra belli bir planlama ile Türkiye’nin önüne konuluyor. Bu komplolar kendiliğinden ortaya çıkamaz. Ergenekon’da da, TSK’ya yönelik irticai eylem planında da, intihar eden Yarbay Ali Tatar olayında da, Kozmik oda sürecinde de... Bu komploların temelinde iktidarın uzun süredir devletin en hassas makamlarında gerçekleştirdiği kadrolaşma politikası yatar.


İddialardan somut ne çıktı?:
Ortaya atılan iddiaların, komploların her biri toplumu heyecanlandırıyor, ilgilendiriyor da, ne çıkıyor? Bu kadar üst üste bu kadar büyük bir sürü ifşaat. Hiçbirinden somut net haklı birşeyin çıkmaması ve buna rağmen buna devam edilmesi. Bu bakılması incelenmesi gereken bir durum. Bu şekilde işlerin ele alınmasından kim yararlanıyor? Bu doğal bir tablo değil. Kabul edilebilir bir tablo değil.


Tahrip et; yerinde tut politikası yanlış:
İktidar yansıyan bilgilerle; devlet kurumlarında, belki TSK’da çok ciddi bazı yanlış işlerin yapılmakta olduğu, darbe hazırlığı yapılmakta olduğu teşhisini yapmış olabilir. Böyle bir ihbar da gelmiş olabilir. Ama bunu ilan etmek ciddi bir iş değildir ve bu devlet adamlığına sığmaz. Eğer böyle bir iddia gelmişse önce tahkik edeceksin. Bunu bir sonuca bağlayacaksın. Eğer bu iş komuta kademesinin sorumluluğu dahilinde yapılıyorsa o zaman komuta kademesini görevden alacaksın. Kararlılıkla yapacak sonra çıkıp kamuouyuna anlatacaksın. Önce tahrip et. Sonra yerinde tut politikası olmaz. Bu, kuruma da ülkeye de o insanlara da zarar verir.


Sonuç itibarsızlaştırmadır: Biz acaba ’Üzüm mü yemek istiyoruz?’ yoksa ’Bağcıyı mı dövmek istiyoruz?’ Bu tablo ortaya çıkmıştır. Buradaki amaç olabilecek yanlışları yakalayıp olanları ortadan kaldırmak için etkili çalışma yapmak; bunları yapacak insanlara destek vermek değildir. Tam tersine insanları hak etmedikleri halde sorumlu olmadıkları ithamlar altında tutup kurumların, insanların itibarsızlaştırılmasına neden olmaktır. Çok planlı, çok yönlendirilmiş bir yöntem uygulanıyor. Amaç bekçiyi dövmek. Hedef o. Buna göre planlanmış, buna göre uygulanıyor ve bunun sonunda da TSK gereksiz şekilde sarsılıyor, itibarsızlaştırılıyor. Kurumlar güvenini kaybetmeye başlıyor. Bunların ülke güvenliği açısından çok ciddi sorunları oluyor. Hiçbir ülke kendi ordusunu yenerek, ezerek zafere ulaşamaz. Türkiye’de birileri kendi ordusunu ezerek, yenerek bir zafer arayışındadır. Bu tablo çok vahim bir tablo. Bu süreç Türkiye’deki büyük gerilim ve çatışma ortamını besleyen bir süreçtir.


Aklı başında kimse darbeye bel bağlamaz: Şu anda açıktır ki Türkiye’de bir darbe tehlikesi, tehditi yoktur. Dünya ile ilişkilerimiz teknolojideki gelişmeler, geçmişteki yaşanmış olaylar, onların ortaya koyduğu tablolar artık herkes için yeterince uyarıcı olmuştur ve aklı başında kimse Türkiye’de darbeye bel bağlar ve yarar bekler noktada değildir. Ama darbe lafından geçilmiyor. Darbe her yerde; manşetlerde, ekranlarda.. Genelkurmay Başkanı da üzüntü duyarak bile olsa darbe kelimesini kullanmak zorunda kaldı. Bu üzüntü verici ve paradoksal bir tablo. Darbe olasılığı yok ama darbe söylemi var. Darbe siyaseti yok ama ticareti var.



Bir yerlerde hazırlanmış



Kurgu, senaryo, o senaryoyu temellendirmeye yönelik bağlantılar, gizli tanıklar, uydurma itirafçılar, çarpıtılmış belgeler, dokümanlar bir yerlerde hazırlanılıyor...



Anayasa değişikliği



Anayasa’yı kim değiştirecek? Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla Anayasa’ya karşı eylemlerin odağı haline geldiği hükme bağlanmış bir parti değiştirecek...



Akıl var, mantık var



İntihar eden yarbayın işi de çok açık, çok net anlaşılıyor. İnsan ölümün eşiğinde yalan söyler mi? Bu adam savaşı sürdürmek istiyor. Kızına “En iyi şekilde yetiş bunun hesabını sor” diyor. İnanmamak mümkün değil.... Akıl var, mantık var. Bir yarbay, komutanını niye vursun... Hiç mantığı var mı?



‘Eskiden tankı radyoevine gönderince iletişim biterdi’



Darbe kimin politikası? Bu soruyu sormak lazım. Eskiden tankı gönderiyordun radyoevine, ülkedeki bütün iletişimi ele alıyordun. Şimdi nerede? Yasalar yetmiyor şimdi... İnternet ağının bu kadar yaygınlaştığı bir dönemde birinin emir kumanda zinciri ile ülkeyi yönetmek mümkün mü? Böyle bir şey yok. Darbe ne Silahlı Kuvvetler’in politikasıdır, ne bunu ciddi bir seçenek diye sahiplenen bir çevre vardır ne de muhalefet darbecidir. Çok açık. İktidar pusu kurmaktadır. İktidar komplocudur. Artık, pusu ve komplo iktidarın yeni yöntemidir. İktidar komplocudur. Muhalefet darbeci değildir.


Türkiye’de son dönemdeki olaylar ciddi yıpranmaya neden oldu. Bir ayrıştırma politikası ortaya çıkmıştır. İnsanlar birbirlerinin kimliklerini, etnisitesini sorgulamaya başlamıştır. Kiralama işlemleri, istihdam kararları etnik ayrıştırma duygusunun etkisi altına girmiştir. Bu çok tehlikeli ve ağır bir süreçtir. Ekonomide yaşanan olumsuz, ağır tablonun üzerine bir de kurumsal çatışma tablosu bindi. Şimdi geldiğimiz noktada üzerine bir de Anayasa değişikliği.


Anayasa değişikliği:
Anayasalarda değişiklik bir ihtiyaç olarak çıkar. Yaygın bir kabul görmesi lazım. AKP iktidarı tek yanlı bir kendi ihtiyaçlarına yanıt verecek Anayasa değişikliğini topluma dayatmaya çalışıyor... Kurumlarla savaşın, kurumları etkisiz kılmaya yönelik mücadelenin en son açılımı, en son aracı anayasa değişikliğidir. Anayasa değişikliği ile şimdi amaca ulaşılmak isteniyor. Anayasa değişikliği yargıya karşı saldırının, savaşın, Silahlı Kuvvetler’e karşı savaşın yeni açılımı olarak planlanmıştır. Değişikliğin hedefi, bugüne kadar iftirayla, ithamla, uydurma belgeyle kurumları yıpratmaya yönelik mücadeleyi şimdi nihai düzeyde çözüme kavuşturma arayışıdır.


Anayasa değişikliğinin hedefi:
Anayasa değişikliği, siyaseti yargıya hakim kılma girişimidir. Bu çok tehlikeli bir olaydır. Yargı bağımsız değilse onun artık tarafsız olduğunu hiçbir şart altında umut etmek mümkün değildi. Bağımsız olmayan yargıyı siyaset yönetir. İktidarın belirlediği yargının tarafsızlığına inanma imkanı da yoktur. Türkiye’de parlamentonun dörtte üçü dokunulmazlık zırhının arkasına saklanan insanlardan oluşmaktadır. O insanların kendisi bağımsız değil. Onlara teslim edilen yargının ne tarafsızlığına, ne de bağımsızlığına güvenmek mümkündür. HSYK tanzim edilecekmiş. Yargı bugünkü yapı altında dahi büyük ölçüde siyasetçilerin denetimi altına girmiştir. Ergenekon davası yargı bağımsızlığı ile nasıl izah edilir, bunu irdelemek lazım.


HSYK’nın yapısı:
Ama bilin ki eğer HSYK, iktidarın tayin ettiği insanlarla oluşma noktasına gelirse artık Türkiye’de can, mal güvenliği, kişi hak ve özgürlüğü, hukukun üstünlüğü konuları tümüyle ortadan kalkar. Anayasa’yı değiştirecek. Kim değiştirecek? Kendisi Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla Anayasa’ya karşı eylemlerin odağı haline geldiği hükme bağlanmış bir parti değiştirecek. Umut ediyorum ki, iktidarın içindeki aklı başında insanlar bunun yanlış olduğunu iktidara hissettireceklerdir, giderayak Türkiye’yi yeni gerginliklere sürüklemenin doğru olmadığını onlara anlatacaklardır ve bu teşebbüsten vazgeçireceklerdir. Anayasa değişikliği konusu Türkiye’yi bir kırılma noktası ile karşı karşıya getirebilecek olan bir konudur. Çok büyük sorumluluk hepimizi bekliyor. Millete karşı referandum bir tuzak olarak kuruluyor. Bu tuzağı ortadan kaldırmak bizim görevimiz olacaktır.