08 Aralık 2021 11:52
T24 Haber Merkezi
Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) kapatılması istemiyle açılan davanın iddianamesinde hakkında 'siyasi yasak' talep edilen HDP'li Sırrı Süreyya Önder, Anayasa Mahkemesi'ne verdiği yazılı savunmasında, "Siyaset yasağı bana işlemez; Kürt olmayı, solcu olmayı, daha insani bir gelecek hayal etmeyi elimden hangi yasak alabilir!" ifadesini kullandı. Önder, "Söylediğimiz her şey doğru ama inanan yok. Yüce heyetinizden istirhamım, bana siyaset yasağı getirdikten sonra, sizin önünüze bu manasız işleri getirenlere 'Bakın Allah’ın adını veriyoruz. Bu son olsun. Lütfen!.. Lütfen!..' demenizdir." değerlendirmesini yaptı.
HDP'nin kapatılması istemiyle AYM'ye açılan davanın iddianamesinde aralarında HDP'nin eski eş başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş'ın yanı sıra mevcut eş başkanlar Pervin Buldan ve Mithat Sancar ile Sezai Temelli, Sırrı Süreyya Önder, Meral Danış Beştaş, Sebahat Tuncel ve Ertuğrul Kürkçü'nün de olduğu 687 kişi hakkında beş yıl siyaset yasağı getirilmesi de talep edildi.
Önder, hakkında 'siyaset yapma yasağı' talebinde bulunana iddianameyi hazırlayanların 'siyaset' kavramından başlangıç düzeyinde bile bilgisi olmadığını belirterek, "Hal böyle olunca, bana neyin yasaklanacağı boşlukta kalıyor. Hayat varsa siyaset vardır; hayat siyaset üzredir ve ölünce biter ancak. Bu itibarla “siyaset yapma!” demekle “yaşama!” demek aynı şeydir. düşüncesini dile getirdi.
Önder'in 2 Aralık'ta verdiği yazılı savunması şöyle:
"Affedersiniz ama hakkımda “Siyaset Yapma Yasağı” talebinde bulunan iddianameyi hazırlayanların “Siyaset” kavramından, başlangıç düzeyinde bile bilgisi olduğunu düşünmüyorum. Hal böyle olunca, bana neyin yasaklanacağı boşlukta kalıyor. “Bilenin bilmeyene borcu vardır!” düsturunca bildiklerimi aktarmayı bir yurttaşlık borcu olarak görüyorum. Cezaevine yatay geçiş yapana kadar Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde ‘Siyaset’ okumuş ve üç dönem milletvekilliği yapmış birisi olarak buna ruhsatım olduğunu düşünüyorum.
Hazırlayan kurumu tahfif ya da ilzam etmek gibi bir düşüncem yok. Üstelik bu kafa karışıklığı sadece yargıya has bir durum da değil. Bu gözler neler gördü. 2012 yılında, 24. Dönem TBMM’de oluşturulan Yeni Anayasa Yazım Komisyonu’nda partimi temsil etmekteydim. İktidar partisinin bir üyesi, Yeni Anayasa’da “Temel Haklar” görüşülürken yaptığım bir öneriye “Lütfen burada siyaset yapmayalım” demişti. Tutanakları durmaktadır.
Toplumsal kavram hafızamızda da “Siyaset Yapma Yasağı” bahsinde mümtaz(!) örnekler vardır. “Okulda, kışlada ve camide siyaset olmaz!” yasağını mutlaka duymuşsunuzdur. Oysa hayat öyle mi? En çok bu üç mekânda siyaset yapılır.
Muktedirlerin önerdikleri yasak, buralarda mazlumların siyaset yapmasına dönüktür. Kendileri bakırını çıkarana kadar hep bu alanlarda siyaset yaptılar.
Yaşadığımız evrende ‘siyasi’ olmayan bir tek alan olmuş olsaydı eğer bu talep matah bir şey sayılabilirdi; yoktur!
Misal, evden çıktınız ve bir yere gideceksiniz diyelim. Toplu taşımayla mı yoksa özel araçla mı ya da bisikletle mi gideceğinize karar vermek oldukça önemli bir siyasi eylemdir. Yeme alışkanlıklarınızdan tutun da sevişme tercihlerinize kadar her şey siyasidir ve yadırganacak bir şey değildir. Hele hele yasaklanacak bir şey hiç değildir.
Hayat varsa siyaset vardır; hayat siyaset üzredir ve ölünce biter ancak. Bu itibarla “siyaset yapma!” demekle “yaşama!” demek aynı şeydir. Toplumsal tarihimize bir bakalım. Yaygın yanlış, siyaseti yalnızca ‘siyasetçi’nin yapabileceğini sanmaktır. 1960'larda ve 70'lerde, görünürde, Türkiye’de Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş siyaset yaptılar. Gerçekte öyle midir? Değildir tabii ki! Anadolu’nun bağrından kopup gelen milyonlar şehirlerin kıyısına iliştiler. Sadece kendi hayatlarını değil, şehirleri, Türkiye’nin ekonomisini, sosyolojisini, tepeden tırnağa değiştirecek bir selin damlaları oldular. Ülkeyi onların fiilleri değiştirdi. Asıl siyaseti onlar yaptılar.
Ülkeyi, ülkenin kaderini, kendi kaderlerini tepeden tırnağa değiştirdiler ama kırılgandılar. Kendilerine güvenleri yoktu. Kendileri gibi olanlardan da kopuktular. Çoğunu birbirine Orhan Gencebay, İbrahim Tatlıses, Ferdi Tayfur ve Müslüm Gürses bağladı. Kendilerine düşmanca davranıldığını düşündükleri, güç yetiremeyeceklerini düşündükleri şehirde, minibüslerde, bu şarkıcıların nağmeleri eşliğinde, yalnız olmadıklarını idrak ettiler.
Muhtemelen bu şarkıcılar farkında değillerdi ama dönemin en müessir siyasi aktörleri arasındaydılar. Diğer yanda da Yılmaz Güney, Zülfü Livaneli, Yaşar Kemal, Şivan Perwer ve niceleri vardı. Zihinlerdeki tarife uyan bir siyaset yapmıyorlardı. Ama şehirlerin kıyısına ilişenlerin bir kısmı da onlarla tanış oldular. Hiç bir okulun ya da partinin başaramayacağı çoklukta insanı etkilediler.
Sadece bu insanlarla sınırlı tutmak eksik olur. Simaviler, Ilıcaklar, TÜSİAD, savcılar, yargıçlar, generaller, hatta albaylar, yüzbaşılar, Türkiye’nin olduğu gibi olmasında Demirel’den, Ecevit’ten çok daha etkili olarak, bu kesimlerin yanında ya da karşısında konuşlanarak ‘siyaset’in mütehakkim aktörleri olduklarını gösterdiler.
Gülünçlük ve ahmaklık tarihseldir. O günün iddianame yazdırıcıları da olanı biteni; büyük kırılmayı ve büyük dönüşümü kavramaktan uzak oldukları için, siyaset yapma yasağını Demirel, Ecevit, Türkeş ve Erbakan’a uyguladılar. Yaptılar da n’oldu? Hepsi sırasıyla iktidar oldular. Yasak koyanların ise esamesi okunmuyor.
Bilinmelidir ki insanlar, dünyayı kendileri için daha iyi olacak bir şekilde dönüştürmeye karar vermişlerse, önlerine çıkardığınız engellerin hiçbir hükmü olmaz. Kıymetli vaktinizi almayayım, filmi hızla ileri doğru saralım. Şehirlerin kıyısındaki gecekonduların yerinde şimdi devasa plazalar yükseliyor.
O gecekondulular hayatlarını yoluna koydular, çocuklarını okuttular. Büyük çoğunluğu muhafazakâr partilere oy veren, muhafazakâr olarak etiketlenen o milyonlar, sadece oğullarını değil, kızlarını da üniversiteye yolladılar. “Aman başına olmadık işler gelmesin, kapatayım eve” demediler, akranları erkeklerle birlikte okumak üzere yolladılar. Daha doğrusu yollamak istediler. Başları örtülü diye üniversite kapısından içeri sokulmadı o kızlar.
Türkiye’nin istikametini kendisinin belirlemesi gerektiğini vehmeden, kendisinin belirlediğini zanneden müstekbir zevatın üstünden buldozer gibi geçenler, bu defa, o genç kadınlar oldu. Hiçbiri siyasetçi değildi ama siyaseti onlar yaptılar. Türkiye’yi onlar değiştirdiler.
Bütün bu olan biteni ve aktörlerini onayladığım sonucu çıkmasın. Doğrusuyla yanlışıyla, geçtiğimiz elli yılda Türkiye’yi onların değiştirdiğini, siyaseti onların yaptığını söylüyorum. Siyaset yasağı koymakla benim elimden alacağınız özgürlükler nelerse, o haklarını hiç kullanmadan, ülkenin bütün siyasetçilerinden daha müessir oldular Türkiye’nin kaderinin üzerinde, buna işaret ediyorum.
Günümüzde insanlar, şarkılarla birbirlerini bulmuyorlar. Artık ihtiyaçları da yok! WhatsApp’ları, Twitter’ları var. Bir saniyeden daha kısa bir sürede, yeryüzünde kendisi gibi düşünen milyarlarca insana ulaşabiliyorlar; fikirlerini, eylemlerini ulaştırabiliyorlar.
İşte alfabenin değişik harflerine sıkıştırılmaya çalışılan bu kuşaklar, başka türlü bir Türkiye istiyorlar. Ankara’da siyasetin kendi tekellerinde olduğunu zannedenlerin hiçbirinin —bırakın hedef olarak belirleyebileceği— hayal bile edemeyeceği bir ülke istiyorlar. Belki döke saça, ama yapacaklar. Ayaklarına batan dikenleri umursamadan, siyaset yaptıklarının belki de farkında olmadan, Türkiye’yi bir defa daha tepeden tırnağa değiştiriyorlar.
Bu büyük hikâyede bir nokta, bir virgül kadar bile hükümleri olmayan birileri, kendi tuhaf gündemlerine kendileri esir olmuş bir halde, herkesin de kendi gündemlerine esir olduğunu zannederek, baş edemediklerine siyaset yasağı istiyorlar. Kendi hesabıma söyleyeyim, bana işlemez! Çünkü şu anda savunmakta olduğum düşüncelerim ilk uç vermeye başladığından beri binlerce benzerim gibi ‘yasaklı’yım ben.
Ne yaptıysam, ne söylediysem bir bedeli olduğunu bilerek yaptım söyledim. Bedeline katlananlar dünyanın en özgür insanlarıdır. Yani, zaten yasaklanmış ya da yüksek bedellere bağlanmış olan siyaseti, yapmayacağım manasına gelmiyor. Yapıyorum ve âlâsını yapacağım. Öbür türlüsü eşya ve tabiatının arasına fitne sokmaya girer ki haya ederim.
Rosa Parks, beyazlar bindiği için kalkması gereken otobüs koltuğundan kalkmadı. Tutukladılar. Bunun üzerine başlayan otobüs boykotu 13 ay sürdü. Sonunda kanunlar değişti, siyahların hayatı değişti. Daha doğrusu, siyahların hayatını değiştirecek büyük değişimin ilk adımı gerçekleşmiş oldu. Parks senatör falan değildi, herhangi bir partide görevli de değildi. Bütün partilerdeki bütün temsilcilerden, hatta ABD Başkanından daha müessir oldu ABD’nin geleceğinde.
Muhammed Buazizi, hepi topu 26 bahar görmüşken 17 Aralık 2010’de kendisini yaktı. Tunuslu bir seyyar satıcıydı. Ekmek teknesi olan el arabası elinden alınırken onurunu da almaya çalışmışlardı. Kabullenemedi. Öfkesini zalimlere de yöneltmedi. Bedenini tutuşturdu. Bin yıl sürecekmiş gibi görünen Orta Doğu’daki yozlaşmış rejimler ateş topuna döndü, domino taşları gibi yıkıldılar. Burnundan kıl aldırmayan, zalimlikleriyle nam salmış siyasetçiler saklanacak delik aradılar. Buazizi de siyasetçi değildi, koskoca bir siyaset esnafı kuşağının tasfiyesini tetikledi. Esas müessir siyaset, onun yaptığıydı.
Mesela Kürt hareketi Kürt siyasetinin var ettiği bir hareket değil, Kürtlerin var ettiği bir harekettir. TBMM’de oturan vekilleri olmasa da, o siyasi hareket hep var olacak. Dili, kimliği, onuru rencide edilenlerin bu ve benzeri dertleri çözülmeden de yasakla falan ortadan kalkmayacaktır.
Benim açımdan Kürtlerin veya Türkiye’nin solcularının veya daha adil ve insani bir gelecek hayal edenlerin vekili olmak hiçbir zaman cazip olmadı. Bihakkın aslı olmayı; Kürt olmayı, solcu olmayı, daha adil ve insani bir gelecek hayal etmeyi ise benim elimden hangi yasak alabilir?
Sonuç ve istem
Neyi yasaklayacaksınız, yasağınız ne işe yarayacak, bilemedim. Sizlerin de sizi beyhude işlerle meşgul ettiklerinin farkında olduğunuzu zannediyorum. Bizler Cassandra’nın akıbetine benzer bir halin içindeyiz. Söylediğimiz her şey doğru ama inanan yok. Sizi bu işlerle meşgul edenlere “beyhude uğraşıyorsunuz” dersem, beni dinlemezler ama sizi belki ciddiye alırlar. Yüce heyetinizden istirhamım, bana siyaset yasağı getirdikten sonra, sizin önünüze bu manasız işleri getirenlere “Bakın Allah’ın adını veriyoruz. Bu son olsun. Lütfen!.. Lütfen!..” demenizdir."
© Tüm hakları saklıdır.