Kültür-Sanat

Sinemalarda bu hafta

Bu hafta yedi yeni film vizyona giriyor: Nefes,Özgür Woodstock, Okyanus Dünyası 3D, Büyük Aşk, Yukarı Bak, Kara Büyü Zafer Çocukları.

16 Ekim 2009 03:00

Bu hafta vizyonda yedi yeni film var. Nefes, ses getirecek filmlerden ve ülke meselelerine gayet ‘objektif’ bakmaya çalışıyor! Özgür Woodstock, bu işler bir ruh işidir diyor ve ortalığa bir özgürlük havası salıyor. Okyanus Dünyası 3D bir kaplumbağanın peşinde, gözlüklerle yapılan bir gezi ve dünyayı kurtarın diyen sessiz bir çığlık. Coco Chanel&Igor Stranvinsky dönemini anlatan, aşka ve karizmaya boğulan bir film. Yukarı Bak ve renkli balonlar gör! Kara Büyü kötülük yaparsan kötülük kaparsın tadında, Zafer Çocukları ise spordan devrime uzanan bir filmi anlatıyor.

Nefes
Reklam dünyasından tanıdığımız Levent Semerci ilk sinema filmini 2,5 senede, efsanevi şartlarda tamamladı. Antalya’da Kemer yakınlarında Tahtalı dağının tepesinde, karlar altında.  Irak sınırındaki 40 kişilik bir askeri taburun hikâyesinin anlatıldığı film için dağda, 2365 metre yükseklikte, küçük bir karakol kuruldu. Semerci’nin Tahtalı Dağı’nı tercih etmesinin nedeni, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne jeolojik olarak benzemesi. Filmdeki askerleri canlandıran oyuncular, Türkiye’nin farklı illerindeki konservatuarlarda okuyan, isimsiz öğrenciler arasından seçildi. Oyuncular bir ay, emekli bir eğitim subayı tarafından gerçeğe birebir uygun şartlarda eğitim aldı. Nefes bu sezonun en önemli ve ilginç filmlerinden biri olmaya aday. Özellikle Kürt Açılımı sözünün sarf edildiği ama kimsenin altını gerçekten dolduramadığı ve iki ucun da gerildiği şu zamanda, bu gergin meseleyi anlatmaya soyunan ‘Nefes’, bakalım kimlerin hangi hassasiyetlerine dokunacak, kimlerin alkışını alacak. Filmin başrol karakteri yüzbaşının, bir askerin nöbet sırasında öldürülmesi üzerine, geri kalan askerlerine yaptığı konuşma bile başlı başına olay olacak.

Özgür Woodstock / Taking Woodstock
68 ruhu yetişemesek de, yaşayıp aydınlanamasak da bizi etkileyen ve dalga dalga yayılan bir akım oldu hep. Ben mesela bu kuşağın hala hararetli bir savunucusunu olduğumu düşünüyorum ruhen… O yüzden  Woodstock denince hemen o rengarenk dünyanın, salaşlığın, özgürlük ortamının aklımıza gelmesi ne kadar da hoş. Zaten film de zamanda her şeyin mümkün görüldüğü bir ana yapılan eğlenceli bir yolculuğu anlatıyor. Kahramanımız Eliot Greenwich Köyü'nde hem iç mimar olarak çalışır hem de gay hakları hareketinin sözcülüğünü yapar.  Tabii aksi bir anne ve babanın ellerinde helak olan motel işlerini de unutmamak lazım. Takvimler 1969 yılını gösterirken Eliot taşraya döner oteli kurtarma kararı alır. Tam bu sırada komşu kasabada yapılacak olan müzik ve sanat festivalinin iptal edildiğini öğrenir. Oteli devreye sokar, kendini devreye sokar ve bu festivalin yapılması için çırpınır. Çabalar sonuç verir ve “White Lake'te Müzik ve Barış'ın 3 günü” sloganı ile yola çıkar.

Biraz arkadaşlarının yardımıyla, biraz da kasabalının direnişiyle Elliot kendini bir nesli tanımlayacak bir deneyimin içine sürüklenmiş bulur. Bu deneyim hem onun hayatını, hem de popüler kültürü sonsuza kadar değiştirecek ve bir dönüm noktası olarak tarihe geçecektir. Ang Lee imzalı film için yönetmen şöyle diyor: ‘Ard arda çektiğim trajik filmlerden sonra içinde olumsuz duygular barındırmayan bir komedi filmi çekmek istiyordum. Bu aynı zamanda özgürleşmenin, dürüstlüğün, hoşgörünün ve asla kaybetmemiz gereken ‘saf ruh hali’nin de hikâyesi.’ O zaman tam da Woodstock zamanı şimdi…
 
Okyanus Dünyası 3D / Oceanworld 3D: Into The Deep

Bugüne kadar okyanusların dibinde çok gezindik. Ama bu kez gezintimiz üç boyutlu… Önderimiz de Kaptan Jacques-Yves Cousteau’nun oğlu Jean-Michel Cousteau. Yapımcıları ve yönetmenleri bu işi doğru ve güzel yapmaları için yönlendirdi. Prömiyeri Cannes Film Festivali’nde yapıldı. İşin içinde görsellik kadar mesajlar da var tabii. Belki de tek amaç o. Okyanuslar gerçekten de mucizevi yerler.

Belgesel bu yerleri bize adeta üçüncü bir göz gibi gösteriyor. Ardından da hemen ekliyor. Bu görkemli dünyayı ve sakinlerini koru ey insanoğlu! Buradaki üçüncü gözümüz bir kaplumbağa aslında.O nerede biz orada, ne yaşıyor, biz de o duygulara gark oma hevesinde. Ama köpekbalıklarını da unutmadan. Bir nevi ekosistem yolculuğu yani. Avustralya’daki “Great Barrier” resifinden Meksika’daki Roca Partida’ya kadar geniş bir alanda köpek balıklarının hayatına şahit olacağımız filmin yapımı tam 7 yıl sürdü.  25 keşif yolculuğu, vahşi doğanın içerisinde 3D ile 200 saatlik çekimin sonucunda okyanus tüm gerçekliği ile ekrana taşınabiliyor.

Coco Chanel & Igor Stranvinsky – Büyük Aşk

Bu sene bitmeden ardı ardına iki tane Coco Chanel filmi izleyeceğiz. Bu ilki ve Coco’nun aşkı Igor Stranvisky de var işin içinde… Kadın karizmatik tabii, yaratıcı, çılgın ama gayet de mantıklı… Bu benim yorumum tabii… Filmde aşkın yanı sıra 20.yy’a damgasını vuran Chanel No: 5 adlı parfümün yaratım aşaması da var. Tam bir dönem filmi. Görüntülerin ağırlığı, karakterin ruh halinin perdeye yansıması, duyguların taşkınlığında bile tarihsel bir doku var.  Chanel firmasının katkısıyla gerçekleştirilen filmde, Coco’yu gayet karizmatik bir biçimde taşıyor Anne Mouglais. Filmde giydiği bütün kıyafetler ki bunlar genelde siyah, az da olsa beyazla süslenmiş,  Coco Chanel’in gerçek hayatta giydiği ve de Chanel’in özenle saklanan bir koleksiyonundan izin alınarak kullanılan kıyafetler. O yüzden atmosfer de kusursuz ve çekici.

Konusundan bahsedecek olursak; Coco bir akşam Igor Stravinsky adlı Rus bestecinin hazırladığı bir operanın ilk gösterimine gider. Çağı için fazla modern bulunan eser, seyirci tarafından yuhalansa da Coco müzisyenin notaları arasında yatan dehayı fark eder ve Stravinsky’den çok etkilenir. Ancak ünlü besteci evlidir ve çocukları vardır. Ekim devriminden sonra Rusya’dan kaçan ve Fransa’da mülteci olarak yaşayan Stravinsky’ye ve ailesine evini açar. 20yy.’a damgasını vuracak bu iki figür arasında fırtınalı bir aşk yaşanmaya başlar. Stravinsky’nin Fransa’daki hayatı giderek bir çıkmaza sürüklenirken, Coco yaşadığı aşkın da etkisiyle kariyerinde yükselişe geçer ve efsanevi No:5 adlı parfümü oluşturur...Yani her aşk gibi devam eder ya da etmez ama iz bırakır…

Yukarı Bak / Break Up
Pixar’ın onuncu animasyonu ve yine inanılmaz başarılı… Sevimli Canavarlar’ı da yöneten Pete Docter Yukarı Bak ile hem duygusal, hem komik hem de maceranın en güzeline imza atıyor. Yuları Bak bir 3D. Yani takıyorsunuz gözlükleri ve 78 yaşında bir adamın neler yaptığına koca gözlüklerle tanıklık ediyorsunuz… Yanındaki sevimli çocuk izci Russell’ı da unutmadan. Çocukluktan gelen özlemler, ertelemeler, birisine verdiğiniz sevgi dolu sözler, hangi yaşa gelirseniz gelin sizi yolunuzdan alıkoymasın diyor animasyon. O yüzden evine binlerce balon bağlayarak yollara düşüyor bu yaşlı ve sevimli adam. Bir nevi kayıp dünyaya yolculuk onlarınki…

Değişen dünya, bahçeli evlerin yanına dikilen plazalar, tek başına göze batma meseleleri, bir insanın içinde gizledikleri her şey var bu filmde… O yüzden yukarı bak diyor, belki o plazaların arasından geçen renkli balonlar görebilirsiniz… Ve onlara bağlı bir ev… O evin aşması gereken bir dolu yolu var. Zaman dar ama hayatı boyunca yapamadıklarını yapmak zorunda bu sevimli ve yaşlı adam… Kesinlikle izlenmeli…

Kara Büyü /  Drag me to Hell
Sam Raimi biliyorsunuz öncesinde Spider-Man serisinin yönetmenliğini üstlenerek korku janrından uzaklara düştü, örümceklerle haşır neşir oldu. Yabancı medyada bu son filmi ‘Drag me to Hell’  ile ilgili güzel yorumlar çıktı, türü sevenler tatmin olacaktır diye tahmin ediyoruz. Filmin senaryosunu kaleme alan da Sam Raimi’nin ta kendisi. ‘Drag me to Hell’de ana karakterimiz Alison Lohman’ın canlandırdığı Christine Brown.

Kendisi filmin başlarında kıskanılacak bir hayata sahip, ama film aktıkça başına gelenlere tanık oldukça Christine’in özenilecek bir tarafı olmadığına kanaat getiriyorsunuz. Christine, işinde başarılı bir bankacıdır. Gelecekten epey umutludur, şahane de bir manitası vardır. Ancak bir gün bankaya yolu düşen yaşlı kadın Mrs. Ganush, bankadan aldığı kredinin vadesinin uzatılmasını talep eder. Christine kadının talebini kabul etsin mi yoksa patronuna yalakalık yapıp geri mi çevirsin bilemez. Devir kariyer devri ya Christine patronun bir taraflarını yalamak uğruna yaşlı kadını evinden eder. O andan itibaren Mrs. Ganush tarafından öyle bir lanet musallat olur ki Christine’in üzerine, kendisi işi falcılara başvurmaya kadar götürmek durumunda kalacaktır. Üstüne üstlük manitası da şüpheciliklere başlar, onunla da arası bozulur.
 
Zafer Çocukları / Children Of Glory
Yıl 1956… Macaristan Sovyet bloğunun hegemonyası altında küçük ve köle bir Ulustu… bir tek konuda süper güçleri Sovyetler ile karşı karşıya gelebilecek durumdaydı… Su topu milli takımları yenilmez bir süper güçtü. Demir perdenin arkasında kilitli de olsalar takımın sporcuları kendilerini birer kral olarak hissediyorlardı. Oynadıkları takım oyunu sayesinde kazandıkları zaferler tüm halkın ve özellikle genç kızların dikkatini çekmekten çok hoşnutlardır… Yalnızca bir kez 1955’de Sovyetler, Macarların kazanmasına izin vermemiş Moskova’da yapılan maçta hakem yüzünden kaybetmişlerdir… Şimdi bir rövanş maçı yapma fırsatı doğmuş ve takımlar Melbourne’deki olimpiyatlarda yeniden karşı karşıya geleceklerdir.

Tarih milli takımın önüne bambaşka bir yol açacak her şey altüst olacaktır… Budapeşte’de halk ayaklanmıştır ve Sovyetlere başkaldırmıştır… Takımın genç yıldızı Karsci ve arkadaşı Tibi sokaklarda baş gösteren olaylara karışmışlardır. Başlangıçta bu devrimde sokaklarda olmak onlar için bir maceradan başka bir şey değildir... Fakat Teknik üniversiteli bir genç devrimci olan Viki, Karcsi’nin kalbini çalar ... Sokaklardaki devrimciler gittikçe umutlarını yitirmekte Sovyet tankları Macaristan sokaklarında gövde gösterisi yapmaktadır. Karcsi vatanı ve ulusu için elinden geleni yapacaktır fakat tek şansı Sovyetlere havuzda günlerini göstermektir... Üstelik gerçek aşkı, çok sevdiği Viki’yi ardından bırakarak uzaklara gidecektir...