Fatih Akarcalı*
İzmir’de 1980-90 yılları arasında çalışan basın emekçileri bilirler. Bu dönem, özellikle Ege basını için okuyucusu bol ve gazeteciliğin hakkıyla yapıldığı bir dönemdi.
Cep telefonu, internet ve dijital fotoğrafçılığın olmadığı yıllarda gazetecilik zor ama bir o kadar da zevkliydi. Bu yıllarda tanıdım seni Sevgili Hakan Kara. Ayrı gazetelerde olmamıza rağmen, geçen yıllar dostluğumuzu pekiştirdi. İlerleyen yıllar bizi İstanbul’da buluşturdu. Senin yazılarına yansıttığın, teknolojiye, bilime ve doğaya merakın en büyük ortak noktamız oldu. Gazetecilik sonrası benim de teknoloji ve bilişim alanına yönelmem, buluştuğumuz dost meclislerinde teknolojiyi hep sohbetlerimizin ana konusu haline getirdi.
Facebook’un bedava internet projesinden Outernet’e kadar gelecekte teknolojinin evrimi, bilgiye erişim ve internetin daha bağımsız olarak halklara ulaştırılması en büyük konu başlıklarımız olmuştu hep. Derken hepimizi üzen süreç sonunda sen ve dostlarımız, beş aydan fazla süredir özgürlüklerinizden yoksun, sevdiklerinizden uzaksınız. İçinde bulunduğumuz bu ortam ve yaşadığımız günler, bana bir aile büyüğümüzün, Abdülhamit’in baskı dolu yıllarında yaşadığı hayatı hatırlatıyor sürekli. Sevgili dostum, Gençlik yıllarını, tahta çıkmadan önce ülkeyi meşrutiyet ile yöneteceğine “senet” veren ancak kısa sürede rotayı değiştiren 2. Abdülhamit’in baskısından kaçıp İstanbul dışında çeşitli ülkelerde yaşayarak geçiren büyük amcamın yazdığı kitaptan birkaç satırı seninle paylaşmak istiyorum. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de okurken ülke dışına çıkmak zorunda kalan büyük amcamın, 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanına kadar gurbette binbir zorluklarla geçirdiği hayatını ve arkadaşlarıyla paylaştığı duygularını anlattığı kitabından şu satırları sana göndermek istiyorum: “Beşer âmed – şüd-i sinînle değil Gird-bâd-ı şu’ûn içinde büyür.” (İnsanoğlu yılların gelip-geçişiyle değil, hadiselerin fırtınasıyla büyür.) Abdülhamit’in baskı dolu hükümdarlık yılları boyunca yine de inancı uğruna çektiği üzüntülerden şikâyetçi değildir büyük amcam. Çünkü felaketin de insanlığı eğittiğine inanarak şu dizeleri kaleme alır: “Dûçâr-ı ğumûm oldığıma hiç esef etmem, Âlemde felaket de mürebbî-ı beşerdir.” Sevgili dostum, bir an önce özgürlüğüne-özgürlüğünüze kavuşmanızı bekliyorum, dost meclislerindeki sohbetlerimize, umutlarımızı yeşerteceğimiz yeni konulara yelken açarak kaldığımız yerden devam etmek için.
Sağlıcakla kal
Bu yazı Cumhuriyet'ten alınmıştır