Gündem

Şık: 14 Aralık operasyonu, AKP'nin sisteme tek başına sahip olma çabası

Gazeteci Ahmet Şık: Erdoğan, iktidarını kaybetmekten korkuyor. Çünkü gücü kaybettiği anda kaçacak ya da tutuklanacak

20 Aralık 2014 11:48

Emniyet'teki cemaat yapılanmasıyla ilgili kitap yazdığı sırada tutuklanan ve 1 yıl tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılan Cumhuriyet gazetesi yazarı Ahmet Şık, 14 Aralık Operasyonu’yla birlikte AKP hükümeti, içinde yer aldığı hukuksuzlukların kefaretini sadece “suç ortağı olan Cemaat’e yıkmaya çalıştığını” söyledi. Şık, “Cemaat’le devam eden savaş nedeniyle ‘Paralelle mücadele’ bahanesiyle çıkartılan ya da değişiklik yapılan bir dizi yasa var. Demokratik araçlarla iktidar olan AKP’nin demokrasiyi askıya alarak sistemin tek başına sahibi olma çabasıdır bunun adı” diye konuştu.

17 Aralık sonrası çıkartılan ya da değişiklik yapılan yasalarla adım adım tek parti faşizminin inşa edildiğini söyleyen Şık, “İktidarını kaybetmekten korkuyor. Çünkü gücü kaybettiği anda kaçacak ya da tutuklanacak. Bu nedenle benzer kitlesel bir isyanın yeniden yaşanmasını engellemek için korku duvarını daha yüksek, daha da sağlam örüyor” ifadelerini kullandı.

AKP-Cemaat ilişkisinin tarihsel seyrini ve siyasal İslam’ın Türkiye’de izlediği hattı anlatan “Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda” isimli kitabı yeni çıkan Ahmet Şık’la AKP operasyonunu, son 1 yılda çıkartılan faşizan yasaları ve bundan sonra neler olabileceğini BirGün gazetesinden Can Uğur’a anlattı. Uğur’un “14 Aralık operasyonu sisteme tek başına sahip olma çabası” başlığıyla yayımlanan (20 Aralık 2014) söyleşisi şöyle:

 

14 Aralık operasyonu sisteme tek başına sahip olma çabası

 

14 Aralık operasyonu kamuoyunda epeyce ses getirdi. Siz nasıl bakıyorsunuz?

Bu operasyonda kimlerin suçlu ya da suçsuz olduğuna dair bir kanaat belirtemem. Beni ilgilendiren kısmı gazetecilerin konuya dahil edilmesi. Mesleki faaliyetleri soruşturma konusu edecek adresin terör mahkemeleri olmadığını söylüyorum. Sorun kötü ya da kötüye kullanılmış gazetecilikse bu savcıları değil meslek örgütlerini, okurları ve izleyicileri ilgilendirir. Tarafını hukuktan yana dile getiren herkesin de itiraz etmesi gereken bir haksızlıktır.

 

Neden resmin büyüğü olan Ergenekon değil de Taşhiyeciler soruşturması operasyon gerekçesi oldu?

Bugüne kadar Cemaat’i hedef alan polis teşkilatı merkezli birkaç operasyon oldu. Soruşturma ve davalar açıldı. Hepsinin gerekçesi aynıydı: Usulsüz telefon dinlemeleri. Bu soruşturmalarla ilgili Erdoğan’ın dinlenmesini içeren Böcek soruşturması da dahil toplam dört iddianame ve bunlarla ilgili müfettiş raporlarını okudum. Kişisel kanaatim Ergenekon sürecindeki hukuksuzluklarla kıyaslanamayacak denli netlik içeren dosyalar. 14 Aralık operasyonunu diğerlerinden farklı kılan ise Ergenekon sürecinde yaşanan hukuksuzlukların benzerini içeren bir davayla ilgili olması. Sorunuza gelirsek, ortada yıllara yayılan koskoca bir hukuksuzluk zinciri varken yıllarca gözden kaçırılmış bir dava üzerinden Cemaat’i hedef almanın nedeni çok açık. AKP iktidarı, Ergenekon sürecindeki kamplaşmadan doğan ortamı lehine kullanmaya çalışarak, sürecin önemli suç ortaklarından biri olan Cemaat’e yönelik operasyonları kendi tabanı dışında kalan çevreler için de meşru göstermek istiyor. Ama bu tabanın doğrudan mağdur edildiği soruşturmalar nedeniyle değil. AKP’nin Cemaat’le suç ortaklığı yaptığı dönemin içinde yaşanan ve hükümetin sorumluluğunun görece az olduğu ya da olmadığı bir suçla ilgili bu operasyon. Böylece suç ortaklığı gizlenmeye çalışılıyor.

 

Bu süreç “Oh olsun” diye okunabilir mi?

Elbette büyük haksızlıklar içeren bir dönem yaşandı. Sadece sürece adını veren Ergenekon ve ilintili davalardan bahsetmiyorum. Balyoz, Devrimci Karargah, Şike, Cübbeli Ahmet ve Kürtler için KCK soruşturmaları da bu sürecin içindeydi. Ama tek başına Cemaat’i sorumlu tutmak eksik kalır. Bu soruşturma süreçlerinin aklı ve tetikçiliğini yapan Cemaat, siyasal onay makamı ve gerekli şartları hazırlayanı ise AKP hükümetidir. Yani bile isteye bir suç ortaklığı vardı. Hem AKP hem de Cemaat medyası da hukuksuzluklara, haksızlıklara kamusal meşruiyet sağlanması görevini üstlendiler. Şimdi eski ittifakın bileşenlerinden birisi olan Cemaat, devlet içi iktidar savaşı nedeniyle geçmiş suç ortağı olan AKP ile savaşıyor. Ve hedef alınmasının tek nedeni de bu. “Oh olsun” demek için çok haklı gerekçeleri olanlar var ama şu kesin ki içinde AKP’nin ya da Erdoğan’ın adının olmadığı bir şüpheli ya da sanık listesi eksiktir. O yüzden “Oh olsun” değil, “Gerçek suçlular, gerçek suçundan birlikte yargılansın” demek gerekiyor. Bağımsızlığından ve tarafsızlığından kuşku duymayacağımız, hukukun evrensel prensiplerine bağlı bir yargı önünde herkes sorumluluğunun hesabını verecek. Yargılayacak olan da güç odaklarının sopası haline getirilmiş, iktidar aparatı olan yargı olmamalı. “Düşman ceza hukuku” kavramının ne olduğunu bilen bizler, “Düşman ceza hukuku değil, düşmanıma bile hukuk” demeliyiz.

 

‘Kandırıldık’ demek komik

 

AKP’lilerin “Ama bizi de aldattılar” tavrını nasıl yorumluyorsunuz?

Bu bir yalan ve üzerinden yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Bu görevi üstlenenler de geçmişin hukuksuzluklarına, haksızlıklarına kamusal meşruiyet sağlamaya çalışan isimler. O zaman “Ergenekon” diyerek ne yazıp söylediyseler bugün de “Paralel” diyerek aynı ahlaksızlığı yapıyorlar. Böylece hem kendilerinin üstlendiği rolü hem de AKP’nin suç ortaklığını perdelemeye çalışıyorlar. En komiği AKP hükümetinden yükselen “Kandırıldık” çığlıkları. Söylediklerini doğru kabul edersek kandırılmaya bu kadar müsait olan ve kolayca kandırılabilen bu iktidarın devleti yönetme ehliyeti de geçersizdir.

 

Hukukta “kandırıldık” diyerek sorumluluktan kaçılabilir mi?

Böyle bir savunmayı siyasetçi de, çıkarları için o güç odağına yaslanan gazeteci söylüyorsa da yalandır. “Kullanışlı aptallarmışız” diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışanlar. Şimdi de aynı kullanışlı olma durumunu yeniden sergiliyorlar. O zaman bir ittifakın parçası olarak kullanılmaya müsaittiler, şimdi ise güçlü olandan yana aynı tavrı sergiliyorlar. Adlarını anmaya değecek şahsiyette değiller ancak bunlardan birini anmadan olmaz. Zaten 14 Aralık operasyonuyla ilgisi olduğu için de söylememiz elzem. Operasyon gazetesi olarak yayın hayatına başlayan ve bu görevi layığıyla üstlenen Taraf’ta yönetici ve yazar olarak görev almış Yıldıray Oğur, şimdi Türkiye gazetesinde aynı rolü Cemaat’e saldırmak için üstlenmiş durumda. Geçenlerde yazdığı bir yazıda, “Polislerin ve savcıların kotarıp ilk nüvelerini gazetecilere sızdırdıkları ya da önce malzemeleri gazetecilere sızdırılıp sonra soruşturmaya dönen pek çok dava gördük” dedikten sonra “Bu medya-polis iş birliğinin nadide örneklerini sergilediğimiz eski gazetem Taraf...” diye devam ediyordu. Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca, eğer yöneticisi oldukları medya organlarında yer alan haber, yorum ve diziler nedeniyle suçlularsa, savcılar Oğur’un yazısını da ciddiye almalılar. Cemaat medyasının Ergenekon sürecindeki hukuksuzluğa katkı yaptığını kabul ediyorsak ki öyleler, o zaman o dönem ortaklık içerisinde bulunan AKP medyası için de küfelerini doldurmakla iştigal eden Oğur ve benzerlerinin de yargılanması gerekir.

 

17-25 Aralık soruşturmaları sonrasında AKP hükümetinin çıkardığı yasalar var. Ciddi eleştirilere neden oluyor.

Cemaat’le devam eden savaş nedeniyle “Paralelle mücadele” bahanesiyle çıkartılan ya da değişiklik yapılan bir dizi yasa var. Demokratik araçlarla iktidar olan AKP’nin demokrasiyi askıya alarak sistemin tek başına sahibi olma çabasıdır bunun adı. “Polise vur, yargıya muhalif herkesi tutukla yetkisi” veriliyor. AKP’nin bu yasalardaki temel motivasyonu, daha doğrusu en büyük korkusu da Gezi isyanlarıdır. Gezi isyanları başta Erdoğan olmak üzere otoriter, baskıcı ya da faşizan adına ne derseniz deyin bu iktidarı korkuttu. Gezi isyanları herkes için eşit ve adil, daha fazla hak, özgürlük ve dolayısıyla demokrasi talep eden seküler bir isyandı. Erdoğan’ın gözbebeklerine kadar işleyen korkunun nedeniydi. İktidarını kaybetmekten korkuyor. Çünkü gücü kaybettiği anda kaçacak ya da tutuklanacak. Bu nedenle benzer kitlesel bir isyanın yeniden yaşanmasını engellemek için korku duvarını daha yüksek, daha da sağlam örüyor.

 

Kürtlere bakışları aynı

 

Kitapta da bahsediyorsunuz, Kürt meselesinin çözümünde AKP ile Cemaat arasında bir yöntem farkından söz edilebilir mi?

Kürt meselesine dair bakış açılarında zerrece bir fark yok. Sorunun çözümü noktasındaki işbirliğinin sona ermesinden sonra bir takım nüanslardan bahsedebiliriz. Zaten ikili arasındaki anlaşmazlıklardan biri de bu. Kitlesel KCK tutuklamalarının başladığı dönemdeki iş birliğiydi bu. “Dağdakini imha, ovadakini tutuklama” şeklinde özetlenebilecek, eskiden de uygulanan bu yöntemle başarıya ulaşamayacağını anladığı anda siyasi riskleri göze alamayan AKP, Kürtlerle masaya oturdu. Eski yöntemle amaçlanan, tasfiye edilen Kürt siyasal hareketinden doğacak boşluğu AKP ve Cemaat’in doldurmasıydı. Yani İslami asimilasyon. Ancak bunun gerçekleşemeyeceği ortaya çıkınca AKP ortağını sattı. Kürt siyasal hareketinin “devlet” katında muhatap alınması da AKP’nin demokratik tutumuyla değil Kürtlerin yıllara yayılan mücadelesinin kazanımıdır.

 

14 Aralık sonrası atmış olduğunuz bir tweet vardı...

Evet hâlâ da arkasındayım. İfade ve basın özgürlüğü ilkeleri, kişilerin kim olduğuna ve sıfatına göre eğip bükülemez. Bu geçmişte de böyleydi, şimdi de Ekrem Dumanlı için böyle. Bize düşen görev basın özgürlüğünü savunmaktır. Bakın bu ülkede demokrasi mücadelesi tam anlamıyla iğneyle kuyu kazmak gibi. Ve bu ülkenin tüm muktedirleri mağdur olduklarında, sistemin tokadını yediklerinde, demokrasinin yaygın ve yerleşik bir hale gelebilmesi için çok yol kat edilmiş olacak. Yakın geçmişin, haksızlıklara, hukuksuzluklara imza atan güçlerinden biri olan Cemaat de şu an kendi yöntemleriyle tokat yiyor. Umarım demokrasi adına bir şeyler öğrenebilirler.

 

Ekrem Dumanlı ile görüşmeyeceğim

 

Serbest bırakılan Ekrem Dumanlı’nın sizi ziyaret edeceği söyleniyor.

Ben kendisiyle görüşmeyeceğim. Geçmiş dönemin hukuksuzluklarından mustarip olmuş olabilirim. Ama bu sadece Ahmet Şık’ın yaşadığı bir mağduriyet değil. Ardında bir kaç bin kişiyi mağdur etmiş bir dönemden bahsediyoruz. Benim yaşadığım hepi topu 13 aylık bir hapislik. Elbet küçümsemiyorum ama hayatını kaybedenlerin, yıllarca hapiste tutulanların yanında bunun lafını etmeyi doğru bulmuyorum. Dolayısıyla bu sadece bana karşı mahcubiyet dile getirmeyle kapatılamaz.

 

Hüseyin Gülerce ve Ahmet Taşgetiren gibi eski Cemaatçilerin bugünkü pozisyonlarına ne diyorsunuz?

Allah kimseyi itirafçı yapmasın.