Sarphan Uzunoğlu*
Kitap ekleri ve gazeteler yeni medya karşısında ne yapacağını kara kara düşünürken K24 geçtiğimiz şubat ayında birinci yaşını doldurdu. Biz de K24'ün yayın yönetmeni Sibel Oral'la geçen bir seneyi ve yeni medyada eleştirel kültür yayıncılığını konuştuk.
Kitap ekleri ve gazeteler yeni medya karşısında ne yapacağını kara kara düşünürken K24 geçtiğimiz şubat ayında birinci yaşını doldurdu. Biz de K24'ün yayın yönetmeni Sibel Oral'la geçen bir seneyi ve yeni medyada eleştirel kültür yayıncılığını konuştuk.
Kitap, kültür ve kritik platformu K24 birinci yılını doldurdu. Öncelikle kutlu olsun. İnternet yayınlarının sık sık kurulsa da kısa zamanda ölebildiği bir çağda edebiyat-kültür kritiğiyle var oldunuz. K24’ün kuruluş hikayesini anlatır mısınız?
Aslında K24 her şeyden önce biraz okur özleminden doğdu diyebiliriz. Yasemin Çongar’ın da benim de sıradan birer okur olarak kurduğumuz bir hayaldi. Gerçi ne yalan söyleyeyim ben hayal dahi edemezdim, çünkü malûm Türkiye şartları… Ama Çongar benden daha çok inanıyordu bu hayale ve zaten her şey de onun sayesinde oldu. Ben hayale ortak oldum, çatıyı duvarı kurmaya başladık, sonra Murat geldi (Murat Şevki Çoban) ve bizim gibi okurların nefes alabileceği, dilediğinde kaybolacağı bir dünya kurduk, sanıyorum da başardık. En azından biz istediğimiz zaman kayboluyoruz, çok da iyi oluyor. Aslına bakarsanız burada asıl mesele bir derginin/sitenin kurulmasından öte sürdürülebilirliğini ve okurun size güvenmesini sağlamak. Birinci yılın ardından bunu da yavaş yavaş yaptığımızı düşünüyorum.
K24 öncesinde bir dönem Taraf’taydınız. Taraf’ın Türkiye’deki kültür yayıncılığı bakımından özellikle Taraf Kitap’la yakaladığı bir farklılaşma vardı. K24 ne kadar o dönem oluşturduğunuz anlayışın devamı niteliğinde?
K24, o dönem oluşturmak istediğimiz ama ilan ve ekonomik kaygılardan dolayı oluşturamadığımız anlayışın doğduğu yer. Taraf kültür sayfaları ve Taraf Kitap içinde bulunduğu tüm olumsuz ekonomik koşullara rağmen dik durmaya ve sözünü sakınmadan söylemeye çalışan yerler oldu ama bize yetmiyordu. Zaman geçtikçe okur olarak da, yazar, gazeteci olarak da doğal olarak bizim de iştahımız açılıyor, ufkumuz genişliyordu. Zaten bir süre sonra kitap ve kültür sayfalarında bizim dönemimiz kapandı. K24 ise alabildiğine özgür olabildiğimiz bir yer. Piyasa şartlarına, ahbap çavuş ilişkilerine inat burnumuzun dikine keyifle gittiği bir yer K24. Bizim evimiz, bizim çalışma, okuma odamız, bizim sığınağımız. Ve kapılarımız bizim gibi düşünen yazar ama en çok da okurlara açık… Bunu özellikle söylemek istiyorum, biz, bize katkı sunanlar kadar hatta daha açık söyleyeyim onlardan da çok okurun görüşlerini önemsiyor, izliyoruz. Bu okur profilinden kastım sanıyorum anlaşılıyordur. Derdi herkes okuyor, herkes ondan bahsediyor diye o romanı satın alan okur değil. Dünyayla, kendiyle, edebiyatla, toplumla derdi olan okur…
K24 genellikle perşembe günleri güncelleniyor. Perşembe ve Cuma günleri gelenekselleşmiş kitap eklerinin gazetelerin yanında verildiği günler malum. İnternette olmak K24’ü bu rekabetin neresine konumlandırıyor?
Perşembe ve Cuma günlerinin gelenekselleşmiş kitap eklerini yapanların hepsi meslektaşlarımız, canımız arkadaşlarımız. Bizim K24 olarak bir rekabet durumumuz hiç olmadı, çok açık söyleyeyim arada birbirimize akıl danışıp tatlı kıyaslamalar bile yapıyoruz. K24 yapısı gereği zaten kâr amacı olmayan bir yer. Alçakgönüllülük değil, sahiden rekabet ve rakip görme durumlarından çok uzağız.
Dijitalde yapılan yayın geri dönüş alma bakımından farklı sonuçlar doğurabiliyor. Bir senelik tecrübenizde şaşırdığınız, sinirlendiğiniz, mutlu olduğunuz ama basılıda herhalde böylesi olmazdı dediğiniz geri dönüşler oldu mu?
K24 basılı dergilere, kitap eklerine kıyasla çok daha fazla okura ulaşıyor ve tabii sürekli bir dijital arşiv sunuyor, eski yazıları her an dönüp yeniden okumak, bir yazıyı okurken onunla bağlantılı birkaç eski yazıya bakmak büyük avantaj. Ayrıca biz yazılarda dijital olmanın ayrıcalığını yansıtan hiperlinkler aracılığıyla okuru gerektiğinde başka bir yazıya, bir ifadenin kaynağına ya da kitabın kendisine yönlendirebiliyoruz. Çoklu bir okuma sağlıyor bu. Şimdiye kadar söylediğiniz ölçüde bizi şaşırtan geri dönüşler olmadı. Ama matbu olacak mısınız diye soranlar olmadı değil. Çünkü hâlâ dijitalin nimetlerini seven ama kağıtsız bir arşiv düşünemeyen okurlar da var.
“Okuru kendimiz için değil kitaplar için, edebiyat için yakalıyoruz”
Yakın zamanda podcast ve video bölümlerini etkinleştirdiniz K24’ün. Çoklu medyadan faydalanan bir yayıncılık stratejisi benimsemiş gibi görünüyorsunuz. Sizce kitap kritiğiyle ilgilenen okur bu tür medyaya ne kadar yatkın? Aldığınız tepkiler nasıl oldu?
Video ama özellikle de İngilizce sayfamız için sosyal medyadan tebrikler geldi. Yazarlarımız sürekli yenilenen ve çoklu medya yayını yapan bir yere yazdıkları için memnuniyetlerini paylaştılar. Sadece kitap kritiğiyle ilgilenen, sadece buna alışmış okur için bence bu tür yenilikler zenginlik. Bizim için okuru nereden yakalarsak iyi. Okuru da kendimiz için değil kitaplar için, edebiyat için yakalıyoruz… K24’ü ben hep edebiyatla, iyi olan kitaplarla okur arasında bir birleştirici, buluşturucu olarak görüyorum.
Podcast bölümü ile ilgili bir sorum daha var. Uluslararası anlamda podcast dendiğinde benim aklıma çoğu zaman belirli konular üstünde uzmanlarının karşılıklı bir konuşma halinde yorum yaptığı formatlar geliyor. K24’te bu tür içerikler görmemiz mümkün olabilir mi?
Evet, bizim de hedeflerimizden biri bu. Bir konu üzerine yazarların, eleştirmenlerin bir araya gelip konuşmaları için ortam sağlamak ve bunun dökümünü yayınlamak zaten yaptığımız bir şey. Bu konuşmaları en azından kısmen videolarımıza da, podcastlerimize de yansıtacağız zamanla.
“Ahbap çavuş ilişkisinden uzaktayız, uzakta olanların da yakınındayız”
K24’te benim en sık rastladığım durumlardan biri ‘ters köşe’. Bu kitabı öyle kolay kolay kimse eleştiremez denen kitaplara dair olumsuz kanaatler içeren yazılar yayınlanabiliyor. Bu yayıncılık gibi küçük bir camiada risk değil mi?
K24 yazarlara ya da eleştirmenlere değil eserlere odaklı bir yer. Biz en başından bunun için bu kadar titizleniyoruz. Yazarlar da, kitaplar üzerine yazanlar da ve yayıncılar da bizim yıllardır arkadaşımız. Bugün bir yazıda yazarı eleştirebilir yahut kitap yazısı yazan yazarın yazısını geri gönderebiliriz ama akşamına da bir masada buluşabilir, tüm bunları konuşabiliriz. Ahbap çavuş ilişkisinden uzaktayız, uzakta olanların da yakınındayız. Ama tabii bir kitabın neden eleştirildiği de önemli. Geçen aylarda henüz okumadığım bir kitapla ilgili olumsuz bir eleştiri yazısı geldi. Ters köşe bir yazıydı. Herkes o kitap hakkında olumlu yazmıştı. Kitabı henüz okumadığım için emin olamadım ve okuyan birkaç arkadaşımla konuştum. Yazıda altı çizilen sorunların çoğundan söz ediliyordu ama kimse yazmamıştı. Sonra kitabı okudum.. Sonuçta yayınladık ama üzerinde epey bir konuştuk, düşündük, tartıştık… Risk değil ama bu tür yazılar uzun süre bizim gündemimizi meşgul ediyor. Yazıdan da yazıyı yazandan da emin olmamız, kitabı okumuş olmamız gerekiyor.
K24 birçok yayınevi için çıkılması gereken bir vitrin konumunu aldı. Neticede hangi yazının ve dolayısıyla hangi kitabın girip giremeyeceği bir süreç sonunda kararlaştırılıyor. Bu süreç nasıl işliyor?
Bu soruyu yanıtlayabildiğim için çok mutluyum çünkü bize dışarıdan çok yazı geliyor ve biz bunu çok kez herkese anlatmaya çalışıyoruz. Maalesef revize edilmesini istediğimiz çok yazı oluyor. Maalesef diyorum ama bunun iyi yanları da var. Yazıyı yazan kişi bir editörle çalışma şansı buluyor, yazıya onun kadar bizler de emek veriyoruz. Hem yayıncı hem okur gözüyle bakıyoruz. Yazıların bizim kurulumuzdan ve editörlerimizden geçip yayınlanma süresi en az iki –gündeme göre- en fazla üç hafta oluyor. Bazı yazılarda bu süre uzayabiliyor. Kitap özetlerini ya da Wikipedia’dan devşirme portre yazılarını sevmiyoruz. Bir de hangi kitap üzerine söz söylerse söylesin sanki hep aynı şeyleri yazan, aynı kalıpları kullanan, okurunda da aynı duyguları yaratan yazılardan, ağlatılardan, kitaba ve dünyaya yeni bir pencere açmayan ezberlerden uzak durmaya çalışıyoruz. Büyük bir şairin doğum günü mesela, bize yazı geliyor, portre yazısı… İki word sayfası. Biraz ordan, biraz burdan, biraz şiirlerinden dizelerle yazılmış “portre” türünde olduğu iddia edilen bir yazı. Ciddi anlamda çok yazı geri çevirmek durumunda kalıyoruz ya da revize istiyoruz. Belki bu nedenlerden bizi sevmeyenler var ama sevenlerin, güvenenlerin daha çok olduğunu da olduğunu biliyoruz. Kitaplara haksızlık yapamayız. Bir yazıyı yayınlarken yazarın, yayıncının, çevirmenin, yazıyı yazanın hakkını gözetmek durumundasınız. Hiçbirine haksızlık yapmadan bir denge tutturmanız gerekiyor. Kişisel ilişkisi yüzünden olumlu yazı yazıp, yine kişisel ilişkisi yüzünden olumsuz yazı yazanlar da dahil bizim dikkatimize. Bütün bunları tartıp ölçüp, üzerine kendi okur ve yayıncılık anlayışımızı katıyoruz. Türkiye gibi hasta yatağında “yaşam destek ünitesine bağlı kültür yayıncılığı”nın içinde üretmek ve ayakta kalmak zor ama seviyoruz.
Bu söyleşi Journo'da yayımlanmıştır.