Gündem

Sezgin Tanrıkulu: 12 Eylül'de işkencenin merkezi 3 cezaeviydi, şu an 355 cezaevinin tümü

Tanrıkulu, insan hakları ihlallerini önleme konusunda 6 mekanizma olduğunu ancak Türkiye'de bunların hiçbirinin uygulanmadığını söyledi

21 Aralık 2019 12:24

CHP İstanbul milletvekili ve TBMM İnsan Hakları Komisyonu başkanvekili Sezgin Tanrıkulu, devletin işkence konusunda ayrım yapmadığını belirterek, "Adliymiş, siyasiymiş, FETÖ’ymüş, Kürtmüş, solcuymuş… Türkiye’de herkes eşit; ama sadece işkence sırasında!" ifadelerini kullandı. Tanrıkulu, 12 Eylül askeri darbesi döneminde işkence ve kötü muamelenin merkezinin Metris, Mamak ve Diyarbakır cezaevleri olduğunu, şu an ise 355 hapishanenin tamamında sistematik bir biçimde işkence ve kötü muamele olduğunu kaydetti.

Gazete Duvar'dan İrfan Aktan haberine göre insan hakları ihlallerini önleme konusunda, yargı, medya, sivil toplum örgütleri, akademi, parlamento ve uluslararası kurumlar-kamuoyu olmak üzere 6 temel mekanizma olduğunu belirten Sezgin Tanrıkulu, Türkiye'de bu mekanizmaların hiçbirinin uygulanmadığını söyledi.

Tanrıkulu, iktidarın şu anda insan hakları ihlallerini 1980’lerdeki darbe dönemine göre daha yaygın ve sistematik uyguladığını, 1990'larda ise ihlallerin ağırlıklı olarak Kürtlere karşı uygulandığını söyledi

"AKP’nin OHAL’siz bir Türkiye’yi devraldığını söyleyebiliriz" diyen Tanrıkulu, 12 Eylül döneminde işkencenin yaygın ve sistematik olduğu üç cezaevi olduğunu, Bugün Türkiye'deki 355 ceza infaz kurumunun nerdeyse tamamında sistematik işkence ve kötü muamele olduğunu kaydetti. Devletin artık işkence ayrımı yapmadığını belirten Tanrıkulu, "Siyasiymiş, FETÖ’ymüş, Kürtmüş, solcuymuş… Türkiye’de herkes eşit; ama sadece işkence sırasında! Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti tarihinde eşi benzeri görülmemiş yaygınlıkta farklı tutuklu-hükümlü örnekleri var. 11 bin kadının aynı anda hapishanelerde olduğu başka bir dönem yok" ifadelerini kullandı.

Kadınlara yönelik büyük bir tutuklama furyası olduğunu kaydeden Sezgin Tanrıkulu, "Darbeyle ilişkisinin ne olduğu belli olmayan ama hayatlarının bir döneminde Fetullahçılarla ilişkileri olmuş, okullarında okumuş, bankasına para yatırmış, sivil toplum kuruluşunda çalışmış, okulunda ders vermiş kadınlar hapse atıldı. Hakimler, savcılar, doktorlar, ev hanımları… Tarihte hiç olmadığı kadar fazla Kur’an kursu hocası veya din adamı var hapiste. Keza hiç olmadığı kadar fazla hamile kadın veya bebekli anne hapse atıldı" ifadelerini kullandı.

Yürütme organıyla ilişkisi bakımından Hâkim ve Savcılar Kurulu’nun Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nden, Çağlayan Adliyesi’nin Karayolları Müdürlüğü’nden farkı olmadığını söyleyen Tanrıkulu, hâkim ve savcıların bir sivil polisten gelen dosyayı bile “aman ters düşmeyelim” diyerek kabul ettiğini belirtti.

1990'larda mahkemenin tahliyeye karar verdiğinde tahliye edildiğini ancak şimdi savcıloarın kararlara itiraz ettiğini daha hapishanedeyken tekrar tutuklama yapıldığını belirterek, "Selahattin Demirtaş, İdris Baluken, Çağdaş Hukukçular, Eren Erdem, Alparslan Kuytul, Ahmet Altan ilk aklıma gelen isimler. Keza avukatların şimdiki kadar aşağılandığı, savunmanın yok sayıldığı bir dönem Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde, DGM’lerde bile yoktur" dedi.

Geçtiğimi günlerde failleri beraat ettirilen Ankara JİTEM davası hakkında konuşan Tanrıkulu, Kızıltepe JİTEM davası, Kulp JİTEM davası, Vartinis Davası olarak adlandırılan dokuz köylünün katledildiği dava, Lice JİTEM davasının tek tek beraatle sonuçlandığını hatırlatarak, "Bunlar Türkiye’nin karanlık bir dönemine ilişkin çok önemli, tarihi davalardı. AKP bu tür dava ve uygulamalar üzerinden derin devletin yeni sahibi olduğunu ortaya koydu" ifadelerini kullandı.