Ünlü sanatçı Sezen Aksu, "Herkesin derdine yetişmek gibi 'gayretkeş ablalığım' var" dedi. Oyuncu Yıldırım Türker'in kendisi için “Azral’in de bir işi var, senin yüzünden yapamaz oldu” dediğini aktaran Aksu, "Azrail tam işini yaparken, 'Dur! Nereye götürüyorsun?' diye bir köşeden fırlayıp, üstüne atlıyormuşum. En son Asmalımescit’te görmüş, işsizlikten rakıya vermiş kendini Azrail! Bu böyle gitmez ama... Bulacağız bir çare" diye konuştu.
"İnsanlar kendilerini ve hiçbir şeyi bu kadar ciddiye almamalı" diyen Aksu, "Ciddiyetin bu dünyayı mahvettiğini söylemek isterim. Çok sevdiğim bir Fransız atasözünde olduğu gibi ‘sıcak ve mesafeli’ olmalı insanın dünya ile ilişkisi" ifadelerini kullandı.
Hürriyet'ten Ali Tufan Koç'un sorularını yanıtlayan (25 Ocak 2015) Sezen Aksu'nun açıklamalarından satır başları şöyle:
Bu kez bir çocuk oyunu yazdınız: ‘Efe ile Bulut, Osman Bey’e Karşı’. Nerden düştü aklınıza?
Böyle bir teklifle geldiler. Ben de çocukluğumuzda kardeşimle başımızdan geçen bir olaydan esinlenerek bir hikâye yazdım. Daha sonra bu senaryolaştırıldı. Animasyonlarıyla, kostümleriyle, şarkılarıyla gerçekten de Disney prodüksiyonu gücünde bir sonuç çıktı ortaya. Dilerim çocukları mutlu eder...
"Benim hiç kahramanım, masalım, hayali çocukluk arkadaşım olmadı. Ben casus olurdum hayallerimde, bir de dansöz. İfrat tefrit kendi maceramı yazıp, yaşıyordum."
Yakın dostlarınızdan rahmetli Adile Naşit’in ‘Masalcı Teyze’; Barış Manço’nun ‘Adam Olacak Çocuk’ programında çocuklarla kurduğu ilişki bugün hâlâ akıllarda. Şimdi onları daha sık anar oldunuz mu?
Hiç aklımdan çıkmadılar zaten. Onları bu kadar sıcak ve içimizden kılan da çocuklarla zorlamasız kurabildikleri dildi bence. Şimdi buna neden ihtiyaç duyduklarını daha iyi anlıyorum.
‘Bazı yazdıklarımı ben de sonradan anlıyorum’
Nasıl bir ihtiyaç, neyin eksikliği bu?
Yeni ve taze bir enerjinin kattıklarını hiçbir besinden alamazsınız. Bu, insanın çocuksu tarafını korumasına ve kendini güncellemesine yardımcı oluyor. Bizim maceramızın en ilginç tarafı, “Herkes beni tanısın, herkes sevsin” güdüsüyle yola çıktıktan bir süre sonra, geride bırakılan o sadeliğin arayışı ile en başa dönülmesi... Çocuklarla ilişki sadeleşmenin, güncellenmenin ve çocuksu taraflarımızı korumanın en güzel yolu bence.
Konserlerinizde “Yazdım ama şimdi anlıyorum” diyerek söylediğiniz, 22 yaşında yazdığınız ‘Çocuk’ diye bir şarkı var: “Güzel bebek buram buram / İnsan, sevgi kokuyorsun / Bir küçük dünya gibi varlığın / Sırtında dünyayı taşıyorsun.” Yazdığınızda neler geçiyordu aklınızdan? Bugün söylerken neler geçiyor aklınızdan?
Zamanında birçok müzisyenin, yazarın söylediği, benim de söylediğim, şarkı sözlerimden oluşan ‘Eksik Şiir’ kitabının başına yazdığım gibi, insan bazen kendini seyreder yazarken... Onlar kim bilir nasıl bir birikim toplamından damıtılıp –ki tarih boyunca biriken genetik kodlamaları da ilave etmek gerekir- kalemin ucundan akıyorlar; ben hâlâ anlayabilmiş değilim. Hiç düşünmeden yazdığım şeyler sonradan benim de okuyup anlamam gereken, beni de büyüten şeyler oldu. O şarkı da bunlardan biri.
Şöyle bir mısra var şarkıda: “Dünyanın tüm pisliklerine sıkılmış o minicik yumruklar...”
O zaman öyle büyük büyük konuşmuşum işte... Ama doğru konuşmuşum... (Kahkahalarla gülerek)
“Bu dünyaya çocuk getirmek istemiyorum” küskünlüğüne hak veriyor musunuz?
Bu, bir seçim, tercih meselesi... İnsan umutsuzluğa kapılıyor gerçekten. Ne var ki bu dünya çok daha sert yerlerden, çok daha karanlık çağlardan geçmiş çok eski bir dünya. Bence doğanın dengesiyle kavga etmenin bir manası yok.
O, umutsuzluğa kapılanlara tavsiyeniz?
Kendilerini ve hiçbir şeyi bu kadar ciddiye almamalarını, ciddiyetin bu dünyayı mahvettiğini söylemek isterim. Çok sevdiğim bir Fransız atasözünde olduğu gibi ‘sıcak ve mesafeli’ olmalı insanın dünya ile ilişkisi. Bize verilen bu. Kendi tasarrufumuzla müdahale edebileceğimiz bir durum değil. Su nasıl davranıyorsa, öyle davranmak lazım... İnsan da yolunu bulur.
‘Kemeraltı'nda ayakkabı ustalarının yanında çıraklık yapmışlığım var’
Bir yandan ayakkabı üretimine, takı tasarımına da devam mı? Müzisyenlik dışında bilmediğimiz kaç mesleğiniz, uğraşınız var?
İzmir’de resim-heykel, Türk müziği, folklor eğitimi aldığım 4-5 sene boyunca bir yandan da Devlet Tiyatrosu’nda rahmetli Ragıp Aykır’ın tiyatro kurslarına gittim. Haluk Bilginer de kurs arkadaşımdı. Bilek güreşinde yenerdim onu hep... Yıllar sonraki ilk karşılaşmamızda, ilk sorusu “Sezen ya, sen bizi niye dövüp duruyordun sürekli” oldu (Gülerek). İzmir’de Kemeraltı’nda ayakkabı yapmayı öğrenmem de yine o yıllara rastlar. Birkaç yıl oradaki ayakkabı ustalarının yanında çıraklık yaptım. Babam bunu duyunca düşüp bayıldı, “Kız çocuğunun oralarda ne işi var” diye... Oysa ben korkunç şapkalarım ve takma kirpiklerimle, çarşının maskotuydum. Anlayacağınız, aşırı enerjimle başım hep dertte oldu. O yüzden böyle sekiz kapıya dokuz çomak salladım zaten...
Televizyonda, gazetede kimi okusak/dinlesek herkesin dilinde benzer cümleler: “Hastalandığımda Sezen hep yanımdaydı...” Günde kaç saatiniz dert dinlemekle, sırt sıvazlamakla geçiyor? Herkesin derdine nasıl yetişiyorsunuz?
Yetişemiyorum zaten. Fakat böyle bir ‘gayretkeş ablalığım’ var. Annem, “Senin gibilerine Anadolu’da ‘her çıkan gelinin yengesi’ derler” diyor. Bir yerde sorun varsa, çözülmeli. Durumdan vazife çıkartıyorum yani. Yıldırım Türker “Azral’in de bir işi var, senin yüzünden yapamaz oldu” diyor. Azrail tam işini yaparken, “Dur! Nereye götürüyorsun?” diye bir köşeden fırlayıp, üstüne atlıyormuşum. En son Asmalımescit’te görmüş, işsizlikten rakıya vermiş kendini Azrail! Bu böyle gitmez ama... Bulacağız bir çare.
‘Kınalı Kuzum'a yanıt geliyor’
Oğlunuza yazdığınız bir şarkı var: Kınalı Kuzum. Mithat Can’ın yeni albüm çalışmaları arasında size ithafen yazılmış bir şarkı olduğunu duydum. Şarkıyı dinleme şansınız oldu mu?
Evet, dinledim. Sanırım sizi de ağlatabilir. ‘Deniz Yıldızı’ şarkısında söylediğim gibi; “Biz beraber büyüdük aslında, zordan geçtik, kordan geçtik ana-oğul, bütün çocuklarım, doğurduklarım doğurmadıklarım...”
Biraz da ‘doğurmadıklarınızı’ analım... Hayatınıza giren kişilerin çocuklarıyla yaşadığınız ilişkiyi konserlerinizde, şarkı aralarında “Adamlar gitti çocuklar bana kaldı” esprisiyle özetlemişliğiniz var. Eski eşiniz Sinan Özer, “Sezen, bütün eski sevgililerimin çocuklarına annelik yapar” diyor bir de... Bizim bilmediğimiz kaç çocuğunuz var?
Çook... Selin, Ayda, İdil, Can, Mehmet Ali’nin kızı Sezin... Ve tabii ki de Mithat Can’ın kardeşleri Defne ile Sinan Can. Onun dışında daha çok öyle ya da böyle hayatıma girmiş dolu çocuk var. Bu da benim zenginliğim işte.
Siz hayata küstüğünüzde hangi şarkıya sarılıyorsunuz?
Maria Callas’tan ‘Norma’ dinlerim. Başka bir dünyaya götürür beni. Kapıları, camları açarım, bütün mahalleyi inletecek şekilde arya ve opera dinlerim.