Hrant Dink Vakfı’nın 2011 yılından bu yana yürüttüğü sözlü tarih projesi ‘Sessizliğin Sesi’ kapsamında üçüncü kitap yayınlandı. Sessizliğin Sesi’nde bu yıl Ankaralı Ermeniler konuşuyor.
Proje kapsamında ‘Türkiyeli Ermeniler Konuşuyor’, ‘Diyarbakırlı Ermeniler Konuşuyor’un ardından yayınlanan ‘Ankaralı Ermeniler Konuşuyor’ kitabı için 10 Ankaralı Ermeni ile mülakatlar gerçekleştirildi.
Kitapta 1915’te tehcir kanununun çıkarılması ile evleri mühürlenen ve 25 gün garda bekletildikten sonra Eskişehir ve Konya’ya yollanarak, orada, Suriye’ye giden tehcir hattına katılan Ermenilerin hikayelerinin anlatılıyor.
1915 deneyimlerini yaşayanlar tarafından, dönemin anlatıldığı, Raymond H. Kévorkian’ın giriş yazısını, Özgür Bal’ın ise son sözü yazdığı kitap şöyle tanıtılıyor:
“Birinci Dünya Savaşı’nın arifesinde Ankara Sancağı’ndaki 28.858 kişilik Ermeni nüfusun yarısı, vilayetin yönetim merkezi olan Ankara’da ikamet etmekteydi. Ankara’daki cemaatin ayırt edici özelliği, Katolik mezhebine mensup olanların oranıydı: 1914 yılındaki sayıma göre, şehirdeki 11.246 kişilik Ermeni, nüfusun yüzde 70’ine tekabül ediyordu. Bir diğer özellikleri, yazı dilinde Ermenice harfli Türkçeyi kullanmakla beraber, konuşma dilinde Türkçeyi benimsemiş olmalarıydı. (…)
Şehrin eğitim altyapısı da oldukça gelişmişti: Katoliklere ait altı kurum (1.200 öğrenci); Apostoliklere ait üç okul ve kolej (400 öğrenci), iki meslek okulu, iki çocuk yuvası; Protestanlara ait iki yapı. Toplamda bu okullara devam eden öğrenci sayısı iki binin üzerindeydi. Buna karşılık, nüfusun epeyce bir kısmı hâlâ Türkçe konuşuyordu; Ermeni dilinin yaygınlaşması yavaş ilerliyordu. (…)
Eylül 1915 başlarında kadın, çocuk, yaşlı, Ankaralı Apostolik ve Katolikler, polis tarafından mühürlenen evlerinden çıkarıldılar. Sayıları binleri bulan kitle, şehrin dışındaki garda bir araya getirildi. Burada, en az 25 gün kaldılar. Bu süre, mallarını ellerinden çekip almaya ve genç kızlar arasında en çekici olanları ihtidaya ve bir Müslümanla evlenmeye ikna etmeye yetecek uzunluktaydı. Teklifi kabul edenlerin şehre dönmesine izin verildi, diğerleri, nihayetinde Eskişehir ve Konya’ya yollanarak, orada, Suriye’ye giden tehcir hattına katıldılar. (…)
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında, iç vilayetlerden gelen (bazısı kimi vilayetlerdeki güvensiz koşullar sebebiyle yer değiştirmek durumunda kalmış) belli sayıda muhacir, Ankara’ya yerleşti. Bazısı savaş sırasında Müslüman olmuş, bazısı da -özellikle genç kadınlar- müstakbel eşlerinin idareden aldığı izinle şehrin Türk sakinleriyle evlenmişlerdi. Ankara’ya yerleşebilmelerini sağlayacak idari belgeyi almayı başaranlar da vardı, yalnız bu, ancak ve ancak ihtida etmek şartıyla mümkündü.
Okuyacağınız sayfalardaki tanıklıkların büyük bölümü, kuvvetle muhtemel, her biri kendine has bir deneyim yaşamış olan bu ailelerin mensuplarına aittir.”