Sosyal Güvenlik

Sendikalar 12 Eylül yasa(k)larından kurtulmuyor

Bir insan hakları sorunu olan sendikal haklarda, öncelikle AB hukuna değil Uluslararası Çalışma Örgütü hukukuna uyum sağlanması amaçlanmalıdır.

17 Nisan 2009 03:00

Bir insan hakları sorunu olan sendikal haklarda, öncelikle AB hukuna değil Uluslararası Çalışma Örgütü hukukuna uyum sağlanması amaçlanmalıdır. 

ILO Türkiye’nin sendikal değişikliklerini bekliyor

“İlkbahar ayları, her yıl haziran başlarında Cenevre’de yapılan Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ÜÇÖ) Genel Konferans toplantısı öncesinde, hükümetlerin kış uykusundan uyanıp sendikal haklar alanında ‘gayrete geldiği’ aylardır. 12 Eylül’ün ardından, önce Anayasa’nın ve sonra da 2821 ve 2822 sayılı yasaların sayısız yasak ve kısıtlamalarla yürürlüğe girmesinden beri, hükümetler UÇÖ denetim organlarının eleştirilerini karşılamak için nisan ve Mayıs aylarında tasarı ya da taslaklar hazırlama, böylece bir şeyler yapar görünerek o yılın toplantısını savuşturma çabası içinde olmuşlardır.

Sendikal haklarda, öncelikle AB hukukuna değil UÇÖ hukukuna uyum sağlanması amaçlanmalıdır. İlerleme Raporları’nda da, sendikal haklarda uyum konusunda gösterilen adres ‘ILO normları’ ile bu konudaki maddelerine çekince koymuş olmamıza karşın, Avrupa Sosyal Şartı’dır.” diyen Radikal gazetesi yazarı Mesut Gülmez yazısında (16.4.2009), sendikalar konusunda da uluslararası standartlara uyumun insan hakları açısından önemini irdeliyor:

Sendikalar 12 Eylül yasa(k)larından kurtulmuyor

Sendikal haklarda tam uyum, sosyal tarafların uzlaşması koşuluna bağlanamaz ve uyumun sınırlarını bu uzlaşma belirleyemez. Bu sorun, bir insan hakları sorunudur. İnsan haklarına saygılı ve dayalı devlet, onaylayarak 'ulusalüstü' hukuksal değer kazandırdığı sözleşmelere tam uygunluğu sağlamakla yükümlüdür.

İlkbahar ayları, her yıl haziran başlarında Cenevre’de yapılan Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ÜÇÖ) Genel Konferans toplantısı öncesinde, hükümetlerin kış uykusundan uyanıp sendikal haklar alanında ‘gayrete geldiği’ aylardır. 12 Eylül’ün ardından, önce Anayasa’nın ve sonra da 2821 ve 2822 sayılı yasaların sayısız yasak ve kısıtlamalarla yürürlüğe girmesinden beri, hükümetler UÇÖ denetim organlarının eleştirilerini karşılamak için nisan ve Mayıs aylarında tasarı ya da taslaklar hazırlama, böylece bir şeyler yapar görünerek o yılın toplantısını savuşturma çabası içinde olmuşlardır.

UÇÖ’nün ‘yargısal’ olmayan denetim sistemini oyalamanın yollarından biri de, Genel Konferans toplantılarına ‘eli boş’ gitmemek için bir yasa tasarısı hazırlayıp TBMM Başkanlığı’na sunarak Cenevre’nin yolunu tutmak olmuştur. ‘Yasak savıcı’ bu yöntem, çoğu kez işe yaramış; ‘ya Türkiye’nin Uygulama (Aplikasyon) Komisyonu’nda tartışılmasını ya da bu tartışmalar sonunda ‘özel paragraf’a (kara liste’ye) alınmasını önleyebilmiştir.

AKP milletvekillerinin sunduğu 20 Mayıs 2008 tarihli yasa önerisi, 27 Mayıs 2008 tarihinde Komisyon’nca kimi değişiklikler yapılarak kabul edilmiş ise de, ancak Nisan 2009 ortalarında canlandırılmıştır. Bunun iki nedeninden ilki, AB yetkililerince, 2821 ve 2822 sayılı yasalarda yapılacak değişikliklerin, ‘Sosyal Politika ve İstihdam’ başlıklı bölümün müzakerelere açılmasının önkoşulu sayılmasıdır. İkincisi ise, Haziran Genel Konferansı’nın yaklaşmasıdır. Çünkü UÇÖ Uzmanlar Komisyonu’nun 2009 raporunda, Kamu Görevlileri Sendikaları Yasası’nı da kapsamak üzere, yıllardır yinelenen aykırılıklar bir kez daha vurgulanmıştır.

2821’deki değiştirilmeyen aykırılıklar: Sendikalar Yasası, 1983’ten beri, uyum amaçlı çok değişiklik geçirmiş; sayısız aykırılıklardan önemli bir bölümünde, 87 ve 98 sayılı sözleşmelere uyum sağlayıcı değişiklikler yapılmıştır. Ne var ki, işçilerin ve sendikalarının ‘özgür iradesi’ yerine ‘yasa koyucunun iradesi’ne öncelik ve üstünlük tanıyan 2821’deki aykırılıklar tümüyle ayıklanamamıştır. Bu yasa önerisi de, aykırılıklardan kimilerini kaldırmakla birlikte, örneğin aşağıdakilere dokunmamaktadır:

* Üst kuruluşlar oluşturma hakkının konfederasyonlarla sınırlı tutulması;
* Konfederasyon kurmak için, değişik işkollarında kurulu enaz beş sendikanın bir araya gelmesinin zorunlu olması;
* İşçi sendikalarının, ‘işkolu’ temeline dayalı olarak kurulmalarının ve Türkiye çapında etkinliklerde bulunmalarının zorunlu tutulması;
* İşçilerin, işyeri ya da meslek temeline dayalı sendika kurmalarının yasaklanması;
* Sendika kurucusu olabilmek için ‘Türkçe okur-yazar’ olma koşulunun aranması;
* Aylık ödenti tutarının sınırlandırılmış olması;
* Yerel ve genel seçimlerde aday olan sendika ve konfederasyon yöneticilerinin, organlardaki görevlerinin adaylık süresince askıda kalması ve seçilmeleri durumunda ise görevlerinin son bulması;
* İşyeri sendika temsilcisi atama yetkisinin, yalnızca toplu iş sözleşmesi yapmak üzere yetkisi kesinleşen sendikaya tanınmış olması.
2822’deki değiştirilmeyen aykırılıklar: Yasa önerisinde öngörülen değişikliklere karşın, sendikalar toplu iş sözleşmesi hakkı konusunda da aşağıda ‘örnek’ olarak sıraladığım ‘12 Eylül yasakları’ndan kurtulamayacaklardır:
* Toplu iş sözleşmesinin bir yıldan az ve üç yıldan uzun süreli olamaması;
* Toplu iş sözleşmesi imzalama yetkisini elde etmek için kaldırılması öngörülen yüzde 10’luk işkolu barajı yerine, sendikanın Ekonomik ve Sosyal Konsey’deki konfederasyonlardan birine üye olması ya da üyesi olduğu konfederasyonun en az 80 bin üyesinin bulunması koşulunun getirilmesi ve toplu iş sözleşmesinin kapsamına girecek işyerinde ya da işyerlerinin her birinde çalışan işçilerin yarıdan fazlasını üye kaydetmiş olması koşulunun sürdürülmesi;
* Konfederasyonlara toplu iş sözleşmesi imzalama / bağıtlama yetenek ve yetkisi tanınmaması;
* Toplu iş sözleşmesi yapmaya yetkili olan (çoğunluğu taşıyan) sendikayı, kayıtlarına göre belirleme yetkisinin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına (siyasal ve yönetsel yetkililere) tanınması;
* Toplu görüşmenin üst süresinin 60 günle sınırlandırılması.

Dokunulmayan grev yasakları

2821’e oranla daha az uyum değişikliği gören 2822 sayılı yasadaki aykırılıkların çok sınırlı düzeyde değiştirilmesinin temel nedeni, Anayasa’nın 1983’ten beri hiç ‘dokunulmayan’ 54. maddesinin değiştirilmesi gerektiği yolundaki görüştür. O. Aldıkaçtı’nın deyişiyle ‘buram buram 12 Eylül kokan’ ve TİSK’in isteklerini anayasallaştıran 1982 Anayasası’nın bu maddesi, ‘12 Eylül ruhu’nun sindiği, ilk sözcüğünden başlayarak ulusalüstü sözleşmelere aykırılıklarla dolu bir ‘tabu’ maddedir. Yerel seçimler öncesinden beri söz edilen Anayasa değişikliklerinde de kimsenin aklına gelmeyen bu maddenin ‘çöpe atılması’ gerektiğini söyleyenler ise, şimdilerde susmaktadır.

Yasa önerisinin 2822’nin değiştirilmesini öngördüğü maddeleri arasında, grev yasaklarına ve ‘grev gasbı’ niteliğindeki ertelemeye ilişkin kurallardan hiçbiri bulunmamaktadır. Oysa, Anayasa değişikliğine gitmeden de, Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülemeyecek uyum sağlayıcı değişiklikler yapmak olanaklıdır. Çünkü, örneğin, ‘işçiler’in yasal grev hakkını ‘toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında çıkan uyuşmazlıklar’ ile sınırlandıran 54. maddenin bu kuralı, aslında bir ‘anayasal güvence’ kuralıdır. Yasa koyu-cunun, grev hakkını ulusalüstü yazılı ve ortak hukuka uygun olarak toplu iş sözleşmesinin imzalanması süreciyle sınırlı tutmayan bir düzenleme yapması, takdir yetkisi içindedir.

AB’ye değil UÇÖ’ye uyum

Sendikal haklarda, öncelikle AB hukukuna değil UÇÖ hukukuna uyum sağlanması amaçlanmalıdır. İlerleme Raporları’nda da, sendikal haklarda uyum konusunda gösterilen adres ‘ILO normları’ ile bu konudaki maddelerine çekince koymuş olmamıza karşın, Avrupa Sosyal Şartı’dır.

Sendikal haklarda tam uyum, sosyal tarafların uzlaşması koşuluna bağlanamaz ve uyumun sınırlarını bu uzlaşma belirleyemez. Bu sorun, bir insan hakları sorunudur. İnsan haklarına saygılı ve dayalı devlet, onaylayarak ‘ulusalüstü’ hukuksal değer kazandırdığı sözleşmelere tam uygunluğu sağlamakla yükümlüdür.