Gündem

'Seküler Kürt hareketi sayıca hegemonya kuramadı, Kürtler kendi başına kaldığında dindarlık ağır basar'

Prof. Murat Belge: İnsanlar İslam’dan kaçmak için Kemalist oluyor

16 Şubat 2015 10:21

Taraf gazetesi yazarı, Prof. Murat Belge, “Kürtler dindar bir halk. Seküler Kürt hareketi sayıca bir hegemonya kurmuş değil. Bu hareket bir direniş hareketi, genel olarak Kürtlerin saygısını kazandı” diye konuştu. Taraf gazetesinden Ertan Altan’a konuşan Belge,  “Akil adam kıyafetini giyerek oralara gittiğimizde toplantılar yaptık. En önde din adamları oturuyor. Onlar da konuşurken ‘Sayın Öcalan’ diyorlar. Türkiye’ye karşı biz beraberiz mesajını veriyorlar. Herhalde kendi başlarına kaldıklarında dindarlıkları ağır basacaktır” dedi.

Ertan Altan’ın Murat Belge’yle yaptığı söyleşi şöyle:

Yunanistan’da neredeyse 20 yıl önce kurulan sol koalisyon SYRİZA iktidara geldi. Türkiye’de sosyalist solun seçimlere yeniden ilgi göstermesi de aşağı yukarı aynı tarihlere denk geliyor. Türkiye’de sosyalistler, bir arada durmayı bile başaramadı. Herkes SYRİZA zaferinden dersler çıkarmayı tartışıyor. Sizce neden böyle oldu?

Bir arada uzun süre durabilmek için o beraberliğin bir başarı kazanması gerekiyor. Başarı, insanları kenetler. Türkiye’de SYRİZA ile hemen hemen aynı tarihlerde kurulan ÖDP’de birleşme beklenen başarıyı vermeyince, parti dağıldı. Bir araya gelen gruplar eski kavgalarını unutmamıştı. Bir araya gelmek kimseye bir şey kazandırmayınca, biz niye ayrıydık sorusu daha ağır basmaya başlıyor. Fakat ben, bu başlangıçtaki bir araya gelme de ne kadar doğruydu tam bilemiyorum.

Solun birleşmesi Türkiye’de hep beklenen, uğrunda mücadele edilen bir şey oldu. Sizce gerekli değil miydi?

Bazı olaylar bir takım kelimeleri adeta büyülü bir hale getiriyor. Türk solu öteden beri çok parçalı. Türkiye’de sol gibi bir şey daha ortaya çıkarken, çeşitli parçalara ayrıldı. Bu yüzden birleşme daha en başta büyülü bir kelime oldu. İşte, “Bundan 30 yıl önce birlikteydik şimdi de yan yana duralım” dendi. Adeta bu yan yana durma, kendisi bir başarı haline geldi. Yan yana duracaksın ki toplumu bir şeylere ikna edesin. Türkiye solunun kendi krizine ek olarak, hatta ondan daha da önemli olarak dünyada sol krize girdi. Sovyetler çökmüştü. Bütün dünyadan da bir ses çıkmıyordu. Diyelim, “özelleştirme” diye bir olay var. Buna parti ne diyecek? ÖDP içinde bir kesim eski kafa: “Devlet iyidir, özel kötüdür” diyor; bir kesim, “denendiği şekliyle devletçilik iyi sonuç vermedi” diyor. Yani bir fikir birliği yok. Ama sen bir partisin ve bir yön göstermen gerek. O halde iki düşüncenin yan yana durması neye yarıyor? Karnından konuşarak siyaset yapılmaz. Yan yana duruyoruz, ses çıkarmıyoruz ya da ayrı durup fikrimizi söylüyoruz. Hangisi daha iyi? Şimdi sen parti içinde o konuda bir laf söyleyemezsen topluma da bir şey söylemezsin. Türkiye’de solun aslında meselelere ürettiği bir cevabı yok. İnsanlar, sol birleşmiş gidelim oy verelim demez.

Bir türlü birleşemeyen sosyalistler için “sol gibi bir şey” dediniz. Evrensel anlamda bir sol yok mu bizde? İşçi sınıfına dayanan, onun iktidarı için mücadele eden…

O konunun zaten kendisi tartışmalı. Dünya tarihinde, bugün geldiğimiz noktada işçi sınıfı devrimci mi? Devrim yapacak ve ondan sonra da üretimi şunu bunu götürecek bir sınıf mı? Marks, 1870’lerde bunu söylerken, o zamanın kapitalizminin imkânları içinde aradan sermayedarı çıkararak sonuç alınabilirdi. Bugün bundan bahsetmeyi bile mümkün görmüyorum.

Neden?

Sol Avrupa’da doğdu ama Avrupa’ya hiç benzemeyen bir yayılma süreci oldu. Sol, Türkiye’de Osmanlı toplumunda başladı. Osmanlı toplum yapısı da Avrupa ülkelerine hiç benzemiyor. 20. yüzyılın başlarında Osmanlı toplumundaki entelijansiya çöküşün farkında. Bir 93 harbi felaketi yaşanmış, 20. yüzyılın birinci yarısında da Balkan felaketi… Herkes düşünüyor; bizim ömrümüz ne kadar kaldı? Herkes bir sihirli formül peşinde. Son derece muhafazakâr Osmanlı aydınları arasında bile, “bu komünizm bize cevap olur mu” diyenler var. Mesela Mustafa Suphi, Ethem Nejat böyle adamlar. Bakmışlar Sovyet Devrimi olmuş, ‘belki böyle olur’ demişler. Bir kalkınma problemi var. Sosyalizm, komünizmin vaat ettiği özgürlük eşitlikten çok devleti kurtarma formülü arıyorlar. Sermaye birikimi olmayan bir toplumda devlet eliyle ekonomiyi nasıl kuralım diye düşünüyorlar.

Bu yalnızca Osmanlı toplumu için mi geçerliydi?

Bu Çin’de de böyleydi, Sovyetlerde de… Sosyalizm, dünyadaki bilinen şekliyle bütün Batı’nın korktuğu bir rejim. Onun için de ülkelerin demokrasiyle kurduğu ilişkiyle orantılı olarak, bu ideolojiyi savunanlara karşı baskıcı davranılıyor. Bizim memlekette falanca kişi “ben sosyalistim” deyince, korunmaya ihtiyacı var. Bir ağaç altında bir gölge bulması lazım. Bu hangi ağaç olabilir? Batı ülkeleri en demokratik ülkeler olduğu için orada komünistleri öldürmüyorlar. Komünist partileri örgütleniyor. Latin Amerika’da komünistler liberal partilerin koruması altında durabiliyorlar. Burada ise Kemalizm var. Bizim iç koşullarımız içinde komünistler oraya bakar olmuşlar. Ayrıca, Kemalist kadrolarla komünizmi benimseyenler fiilen akraba, kardeş çocuğu falan. Aynı zamanda Sovyet devrimi yaşanmış, Komintern kurulmuş. Uluslararası komünist hareket bakıyor ki, bizim memlekette ne kapitalist var ne de proleter. Burada bir takım aydın adamlar cumhuriyet ilan etmişler, İslam’a karşı modern bir toplum yaratmaya çalışıyorlar… Diyorlar ki, “Kemalizm desteklenmeli.” Uluslararası komünist hareketin de bizim komünistlere gösterdiği yol bu. Dolayısıyla Kemalist bir sol çıkıyor ortaya.

Türkiyeli komünistler için doğru yol bu muydu?

Doğru olduğunu düşünmüyorum ama zamanın koşulları içinde makul bir analiz. Mesela o zaman TKP’nin kurulması mı daha gerçekçiydi yoksa Şevket Süreyya Aydemir’in TKP’den çıkarak yapmaya çalıştığı şey mi? Cumhuriyetle iyi geçinilecekse bunu TKP’den çıkarak yapmak mı daha gerçekçi yoksa TKP olarak kalarak mı? Çünkü cumhuriyeti kuranlar TKP’ye neden güvensin? Devlet hiçbir zaman Şevket Süreyya’ya bile güvenmedi. Yani, derdin ‘kalkınma yöntemi’ bulmaksa, TKP’li olman gerekmez; TKP’li olacaksan, ‘kalkınma’ dışında insani hedeflerin olmalı; yani bu rejimin erişemeyeceği ve zaten erişmek istemediği hedefler. Bizde TKP, uzamadı da kısalmadı da. Demokrat Parti de iktidara gelir gelmez büyük tevkifat yaptı.

Türkiyeli komünistlere, Kemalizm’i adres gösteren Komüntern, o büyük TKP tevkifatından sonra dünyada geriledi. Latin Amerika’da gerilla örgütleri çıktı. Maoculuk yayıldı. Türkiyeli sosyalistleri Kemalizm’den kurtaramadı mı bu gelişmeler?

Hayır. Solun kromozomlarına yerleşmiş bir Kemalizm hep vardı. Milliyetçiliklerini gerçekten aşıp komünist olmamışlardı. Milliyetçiliğin etkisiyle antiemperyalist olmuşlardı sadece. Türkiye’de asker düşkünlüğü öteden beri var. Sol da hemen militarize oldu. Silahlı başkaldırma hareketleri, parkalar, botlar… “Ben THKO’nun bir neferiyim” diye ifade vermek şanlı bir moda haline geldi. İnsanlara dayatılan propagandadan sıyrılıp çıkamadı sol. Tek tek bireyler bunu yaptı ama Kemalist olmayan, milliyetçi olmayan bir sol hareket olmadı.

Ama özellikle 70’lerde ortaya çıkan grupların söylemi enternasyonalisttir. Atatürk figürüne açıkça karşı çıkarlar…

En kalabalık gruplar Devrimci Yol’dur, Kurtuluş’tur. Hepsi Mahir Çayan’ı esas alır. Çayan’ın yazdıklarına baktığınızda, orada “Sol Kemalizm” diye bir şeyle ittifak vardır. THKP-C davalarında “Ben Marksist Leninist’im ama aynı zamanda Kemalist’im diyen subaylar vardı. Bunlar arasında bir çelişki olduğunu düşünmüyorlardı. 70’lere gelirken dünyada sol ufuk açılır gibi oldu. 68-69 derken solun o dönemki dinamizmi içinde sonuçta silahlı kuvvetlere dayanan bir Kemalist modeli savundular. 1961 Anayasası bir alan açmış, bir boşluk oluşmuştu. 68’de dünyada ilk üniversite işgali olduğunda gençler “bizde niye olmasın” dediler. Zaten gençlik 27 Mayıs’ın devamının peşindeydi. Üniversitelilere göre orada bir takım işler yarım kalmıştı. Böyle bir ortamda üniversite işgalleri gerçekleşti. Süleyman Demirel akıllı bir adam olduğu için polisiyle üniversiteye saldırmadı. Yeniden bir 27 Mayıs durumu yaratmak istemiyordu.

Bütün bu eylemlerin 27 Mayıs’ın devamını getirmek için bir tür ortam hazırlama olduğunu mu söylüyorsunuz?

O zaman Behice Boran işgali savunurken, “Bunu bir oturma grevi gibi düşünün, ortada illegal bir şey yok” diyordu. Bu tabii çok zayıf bir savunma. Kimi inandıracaksın? Okul işgal edilmiş, oturma grevi diyorsun. Ama CHP’li Nihat Erim, o dönem, “Bu işgal kanunlara aykırıdır ama meşrudur” demişti. İktidar gayri meşrudur diyor. Daha radikal ve tutarlı bir yerden savunuyor. Sonuç olarak, öğrenci gençliğine yürü ya kulum deyip 12 Mart hareketini gerçekleştirdiler. 12 Mart’ta ben de hapisteydim ne olduğunu biliyorum. Herkes diyordu ki “bizi önden ittiler kendi darbelerini yapmak için, sonra harcadılar.” Bir uyanma durumu vardı. Ama 2000 koşullarında bu uyanmanın devam etmediğini, yeniden “sol Kemalizm”le ittifak anlayışına dönüldüğü görülüyor. Bugün AKP ile ortaya çıkan duruma baktığımızda ben yine bir “ancien regime” özlemi görüyorum.”Biz ordumuzu isteriz” durumu herkeste.

Bunun temelinde ne var? Laik modernler, muhafazakâr iktidarlardan korkup askere mi sığınıyorlar?

Türkiye’de yaygın genel ideoloji öteden beri İslam. Evlenmede, cenazede hep İslam inancı rol oynar. Türkiye’de bir genç, “ben solcu olacağım” dediğinde bunu İslam’a karşı yapıyor. Doktriner bir İslam değil ama bir tür İslam yine. Solcu olmak dine karşı olmaktır. Solcu olmaya karar vermiş bir adam diyor ki, “birinci vazifem bu adamlarla mücadele etmektir.” Ben 70’li yıllarda solun liderlerinden Harun Karadeniz’le tanışıyorum. Başta çok dindar bir genç. Benden büyük Rasih Güran’la tanışıyoruz. Rasih Güran gençliğinde çok dindarmış. Bach dinlemezmiş, Handel dinlemezmiş. Çünkü onlar kilise müziği yapıyormuş. Aralarında 40-50 yaş fark olan insanlar hep aynı hikâyeyi anlatıyorlar. İslam’dan kaçmak için Kemalist oluyor insanlar. Ondan sonra da Kemalizm paçalarını bırakmıyor.

Türkiye’de 80’lerden sonra Kürt siyasi hareketi gelişti. Bu hareketi kuran kadrolar da 70’li yılların sol-devrimci grupları içinden çıktı. Soldaki Kemalizm etkisi Kürt hareketine de bulaştı mı?

Kürtlerin ayrı ve ezilen bir halk olarak farklı bir yapıları vardı. Ama sonuçta aynı toplumda yaşıyoruz, onlar da aynı etkilere açıktı. Bir adam Kürt diye bunlardan etkilenmeyecek diyemeyiz. Ama tabii bir süreden beri bir tepkisellik de var. Bu tepkisellik, Kürtlerin baskı altında yaşamalarında belirleyici olan şey Kemalizm olduğu için Türk solunda olmayan bir anti Kemalizm Kürt solunda var. Üniversite işgalinde, işgal komitesi ikinci başkanı olan Fevzi diye bir Kürt arkadaş beni bir panele davet etmişti. Beyazıt’ta bir pazar günü gittim. Salonda er üniformasıyla dinleyici bir iki kişi vardı. İstanbul’da askerlik yapan Kürt çocuklar paneli dinlemeye gelmişlerdi. Ben o kadar yıllık solculuk hayatımda öyle bir şey görmemiştim. Yapıda bir farklılık var. Ama tabii Kürt hareketi ne kadar sol? PKK komünizm içinde bir akım olarak çıktı ama toplumun koşullarıyla karşılaştığında o da milliyetçi bir renk almaya başladı. Buna rağmen hâlâ bir farklı duruşu koruyor. Selahattin Demirtaş’ın sözlerine baktığımızda, en sol lafları onlar söylüyor. Tabii onların alternatifi de din. Kürtler dindar bir halk. Seküler Kürt hareketi sayıca bir hegemonya kurmuş değil. Bu hareket bir direniş hareketi, genel olarak Kürtlerin saygısını kazandı. Akil adam kıyafetini giyerek oralara gittiğimizde toplantılar yaptık. En önde din adamları oturuyor. Onlar da konuşurken “Sayın Öcalan” diyorlar. Türkiye’ye karşı biz beraberiz mesajını veriyorlar. Herhalde kendi başlarına kaldıklarında dindarlıkları ağır basacaktır.

İlgili Haberler