24 Nisan 2012 00:55
- İsmail Küçükakyüz
Firdevsî, Sadî ve Hafız İran’ın en büyük şairleri. Değerli şairleri arasında Nesimî ve Ömer Hayyam’ın da isimlerini zikredebiliriz.
Firdevsi, Gazneli Mahmut’a sunduğu “Şahname”siyle Farsçanın, İran tarih ve kültürünün taşınmasında ve devamlılığında çok önemli roller oynamış bir şairdir. Bu yüzden İran halkı tarafından çok büyük saygı görüyor. Her şehirde adına parklar ve meydanlar düzenlenmiş ve her şehirde heykelleri var. İslamiyet’in bu denli önemsendiği bir rejimde bu kadar çok heykelin ve resmin bulunması da insanı şaşırtıyor.
Sadi (1209 – 1291) İran şiirinin en önemli şairlerindendir. Türbesi Şiraz’da bir su yolunun üzerinde bulunan bir havuzun etrafında oluşturulan bir bahçede bulunuyor. En önemli eserlerinden birisi de Bostan ve Gülistan’dır.
İran şirinin zirvelerinden olan Hafız’ın (1320 – 1389) türbesinin Şiraz’da bulunduğu yere Hafıziye deniyor. Her İranlının evinde mutlaka Hafız’ın bir kitabı bulunurmuş. Farsçayı mükemmel bir ustalıkla kullanarak şiirlerinin başka dillere çevrilmesini bizzat kendisinin imkânsızlaştırdığı söyleniyor. Anlayacağınız Hafız İranlılar için vazgeçilmez bir esin kaynağı.
Hafız’ın türbesinin içinde bütün insanların birlikte gidebildiği bir çayevi ile İran işi işlemelerin yapıldığı bir de atölye var. Halka açık bu atölyede işlemenin nasıl yapıldığını görebiliyorsunuz. Atölyede Hz. Ali’nin Necef’de bulunan türbesi için yapılmış bir kapı da sergileniyor. Gerçekten olağanüstü bir kapı. Sanki görünmez bir el tarafından yapılmış. İran’da halkın bağışları ile toplanan paralarla daha önce de türbenin diğer üç kapısının İran’dan yollandığı rehberimiz tarafından ifade edildi.
Bizim orada olduğumuz dönem Nevruz bayramının ve tatilinin olduğu dönemdi. Bayrama da denk gelse bir toplum şairlerine bu kadar mı çok değer verir! Şair türbelerinin önünde ziyaret için bu kadar uzun kuyruklar mı olur! Bunu bizim anlamamız mümkün değil sanırım! Bir toplum şairine nasıl bu kadar çok kıymet verebilir!
Hafız için, bizim büyük şairlerimizden Yahya Kemal Beyatlı’nın Rindlerin Ölümü adlı bir şiiri var; “Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış; yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle” diye başlayan. Bu şiirin ikinci dörtlüğü Yahya Kemal’in Aşiyan mezarlığındaki “serin selviler altında kalan kabrinde” bulunan mermerde de yer alıyor. Hafız gibi kalabalık ziyaretçilerine karşın Türkçenin bu gerçekten büyük şairinin mezarını bilen kaç kişi var acaba İstanbul’da? Diğer büyük çınarlarımızdan İstiklal Marşının da şairi Mehmet Akif Ersoy’un mezarının Edirnekapı şehitliğindeki yerini bilen kaç kişi vardır? Bir başka büyük şairimiz Nazım Hikmet’in mezarı neden sevdalısı olduğu vatanından uzakta, sürgünde, Moskova’dadır?
Neredeyse 700 – 1000 yıl önce yaşamış şairlerine komşumuz İran halkının gösterdiği saygıya bakın, bir de Türkçe’nin yüz akı şairlere karşı Türkiye'deki ilgisizliğe...
İran’ın önemli kültür aktarım kanallarından biri de Dengbej’lerdir. Bu sözlü hikâye anlatım ustalarının çayhanelerde anlattıkları hikâyelerle, hem halkı eğlendirdiği, hem sorunların açıkça tartışılmasına vesile olduğu ve hem de anlattıkları tarihi olaylarla halkın kültürel devamlılığının sağlanmasına katkıda bulunduğu ifade ediliyor.
İran’ın büyük bölümü çöl olduğundan şehirler dışında köy yerleşimi, Tahran ve güneyinde neredeyse yok gibi. Yani tabiat şartları İranlıları kendiliğinden şehirli yapmış sanki.
Kuzeyde Hazar Denizi'nin etrafında köy yerleşimleri olduğu ve o bölgenin yeşil olduğu söyleniyor. Tahran’dan güneye indikçe tek bir yeşile, ağaca rastlamıyorsunuz. Her taraf çöllerle kaplı. Dağlarda bile tek bir ağaç, yeşil yok; tamamen taş ve kayalarla kaplılar. Belki bu yüzden şehirler çok yeşil, çok ağaçlı ve çiçek bahçeleriyle dolu.
Şehirleşme ve şehir planlaması açısından Tahran hesaba katıldığında bile bizden çok daha ilerdeler. Tahran diyorum, çünkü onu çıkardığınızda İsfahan, Şiraz, Yezd, Rey ve Kaşan örneklerinde, bizden açık ara öndeler. Bir kere yollar, caddeler, sokaklar, kaldırımlar çok iyi planlanmış durumda. İnsan şehirlerin kaldırımlarını görünce şehrin yayalara (yani insanlara) göre planlandığını gerçekten hissediyor. Sekiz – on metre genişlikte yaya kaldırımları var. Bunların caddenin sağında solunda yer aldığı yetmiyormuş gibi, aynı zamanda ortasında da yer almasını insan bir taraftan hayranlıkla izlerken, diğer taraftan da neden Türkiye’de yok diye hayıflanıyor. Caddelerin boyu cetvelle çizilmiş gibi kilometrelerce devam ediyor. Hem de yeşillikler içinde.
Kilometrelerce yürüdüğünüzde bile yaya yolunun araçlar tarafından hiç kesilmediğine şahit oluyorsunuz. Nerde bizde böyle yürüyüş yolları! Bisiklet yolları da aynı şekilde.
Caddelerin ortasında ve her iki yanında oluşturulan su kanalları içinde yaratılan yeşillikler ile şehirler çok güzel yeşillendirilmiş. Yetmiyormuş gibi şehirlerin içinde büyük parklar düzenlenmiş. Bütün şehirler çınar ağaçlarıyla dolu. Cennet kelimesinin kökeninin İran’dan diğer dillere geçtiği söyleniyor.
Yanılmıyorsam ‘’Pardis’’ cennet demekmiş Farsçada. İran, bahçeler, bağlar konusunda çok ileri bir medeniyet. Bahçe düzenleme, çiçeklerle süsleme konusunda mükemmel bir inceliğe ve mimariye sahipler. Her yerde bir farkındalık, ince bir ayrıntı ve estetik yaratma konusunda bin yıllardan gelen becerileri var. Gerçekten bu kadar güzel bahçeler düzenleyerek adeta cennetler yaratmışlar.
Şimdi şu soru sorulabilir: Bize göre kötü yanları hiç mi yok? Var elbette. Örneğin trafik. İran’da hiç kimse trafik kurallarına uymuyor. Trafik ışıklarına uyan olmadığı gibi, polisin de bu konuda hiç bir kaygısı yok.
Bir de tuvaletlerinde pisuarın olmaması biz erkekler için hayatı çok zorlaştırıcı bir etki yaratıyor. Umumi tuvaletlerde bu yüzden uzun kuyruklar oluşuyor. İslami açıdan pisuar kullanılmıyor sanıyorum. Yalnızca bir restoranda pisuar gördüm. Diğer başka yerlerde ve umumi tuvaletlerde pisuar yok. Şunu not etmeden geçemeyeceğim: Tuvaletler çok temiz. Hijyen konusunda gerçekten çok iyiler.
Gerçekten bizim belediye başkanları ile imar planlaması yapma yetkisi olanları bir şehir nasıl kurulur, caddeler nasıl oluşturulur, parklar nasıl düzenlenir, yaya kaldırımları nasıl yapılır, bir nehrin iki yakası şehre ve insanlara sırtını dönmeden ve adeta onlarla bütünleşerek nasıl düzenlenir, bütün bu planlama yapılırken nasıl insan merkeze konulur diye görmeleri için mutlaka İsfahan’a göndermemiz gerekiyor. Bunun ülkemizin gerçekten hayrına olacağını düşünüyorum. İyi örnekleri her zaman batıda aramamamız gerektiğini de bu vesileyle belki biraz anlamış oluruz.
Su çok kıymetli olduğu için su ile ilgili müzeleri var. Şehirleri ağaçlandırma-yeşillendirmede oluşturulan su kanalları ile suyu optimum düzeyde çok akılcı kullanıyorlar. Dağlardan eriyen suları da bu kanallar aracılığıyla yeşillendirmede kullanıyorlar.
İran’da bizdeki gibi pişirilen ekmek yok. Ekmek yerine lavaş yiyorlar. Bizim kebapçılarda servis edilen küçük pidelere benzer pideler de pişiriyor fırınlar. Büyükçe pişirilen ve içi şişkince olan lavaşları insanlar ellerinde yiyerek dışarıda gezebiliyor. Ekmeklerin çok ucuz olduğunu da ilave etmeliyim.
Haksızlık etmek istemem ama İran mutfağı bizim mutfağımız gibi zengin ve çeşidi çok bol bir mutfak değil. Ana yemek yağsız ve tuzsuz pişirilen bir pilav. Buna pilov diyorlar. Pilavları sağlıklı ve çok güzel. Pilavı safranlı ve baharatlı şekillerde de pişiriyorlar. Çelo kebap ve et çeşitleri de var. Bizim kebap ve etlerimizin bunlardan daha güzel olduğunu itiraf etmeliyim.
Ab Guşt diye geleneksel bir yemekleri var. Bir tokmak ve bir kaşıkla servis ediliyor. Etleri ve fasulyeleri tokmakla ezip yemeğin suyu ile karıştırarak yiyorsunuz.
Koreşt diye pilavın yanında verilen ve içinde parça et ve tavuk, patates ve patlıcan gibi sebzeler bulunan bir yemek çeşitleri daha var.
İran’da dışarıda/restoranlarda yemek Türkiye’ye göre çok ucuz. En fiyakalı restoranlarda bile 20-25 liraya karnınızı doyurabilirsiniz. Ortalama bir restoranda 5-10 liraya doyabiliyorsunuz.
Aş diye çorbaları var. Buğday, arpa veya tahıldan yapılıyor. Ayrıca bir de sebze çorbaları var.
Bizde olmayan, ama İran’da olan çok güzel bir şey daha dikkatlimizi çekiyor. Bütün şehirlerde; şehirlerin en merkezi meydanları, caddeleri de dâhil olmak üzere her yerde, büyük kazanlar içinde çorbalar satılıyor. Büyük plastik kâseler içinde satılan bir kâse çorba bir kişiyi rahatlıkla doyuracak büyüklükte. Fiyatı ne kadar biliyor musunuz? Söyleyeyim: 1 lira, evet yanlış duymadınız!
Bu nedenle bu toplumda kolay kolay açlık sorunu olmaz. Herkesin karnını çok ucuz doyuracağı bir aşı var. Keşke bizde de mesela Beyoğlu’nda, Kadıköy’de, Bakırköy’de veya Sultanahmet’te böyle çorbacılar olsa diyesi geliyor insanın.
Ve her çorbacının yanında çöp kovaları var, yemekten sonra çöpleri buraya atıyorlar. Daha önce de söyledim, temizlik ve hijyene çok dikkat eden bir toplum. Bir tane çorba kasesi çöp dışına atılmıyor. Şehirler, caddeler, sokaklar bu anlamda tertemiz ve insanı rahatsız edecek hiç bir şey yok.
Tahran büyük bir metropol. Trafiği dünyanın en bezdirici trafiklerinden birisi diyebilirim. Ama yine de caddeleri çok büyük ve çok düzgün. Ana Caddelerde bir bina diğerinden daha ilerde veya geride değil. Hepsi aynı hizada.
Tahran’da Kaçar Hanedanlığı'na ait Gülistan Sarayı, Pehlevi Hanedanlığı'na ait Sadabad Sarayı ve Halı Müzesi özellikle görülmeye değer yerler. Halıları ressamlar gibi nasıl birer gerçek tabloya dönüştürdüklerini insan büyülenerek izliyor.
Tahran’a yakın Rey şehrinde Selçuklu hükümdarı Ertuğrul anısına Tuğrul kulesi var. Ertuğrul’un mezarının da kulenin içinde bulunduğu bahçede olduğu kabul ediliyor, ama kesin yeri bilinmiyor. Yuvarlak kulenin üstü gökyüzüne açık ve mimarisi Panteon’a benziyor. Kule zamanı ölçmek için 24 köşeli inşa edilmiş. Güneşin gölgesinin düştüğü yere göre hesaplamak suretiyle kulenin saat olarak da kullanılmış olduğu söyleniyor.
Tahran’dan güneye doğru hareketle İsfahan’a varıyoruz. İsfahan çok güzel ve tarihi dokusu olan bir şehir. Tartışmasız dünyanın en güzel şehirlerinden birisi.
“İsfahan nisf-i Cihan” yani “İsfahan dünyanın yarısıdır” sözünü fazlasıyla hak eden bir şehir. Hem Selçuklulara, hem Safevilere başkentlik yapma şansına sahip olmuş. Melihşah ve annesiyle, vezir Nizam-ül Mülk’ün türbeleri bu şehirde bulunuyor. Cuma camiine yakın bir sokakta ve aynı külliye içinde bulunan bu türbeler şimdi onarım görüyor.
Selçukluların meşhur veziri Nizam-ül Mülk, Alamut Kalesi'nin efendisi Hasan Sabbah’ın adamı olan bir Haşhaşî tarafından 1092 yılında suikast sonucu öldürülmüştür. Melikşah ve babası Alparslan’ın veziri olan Nizam-ül Mülk, iyi hükümet etmenin esaslarının anlatıldığı ‘’Siyasetname’’ adlı ünlü eserin yazarı ve medrese sisteminin esas kurucusudur.
İsfahan’ın bugüne ulaşan eserleri ile esas kurucusunun Safevi hükümdarı Şah Abbas olduğu söyleniyor. Safeviler Osmanlı ile savaşları sonucu başkenti önce Erdebil’den Kazvin’e, sonra da güvenlik açısından Şah Abbas döneminde (16. Yüzyıl'da) daha güneyde olan İsfehan’a taşımışlar.
Şehre damgasını Şah Abbas vurmuş ve kimliğini o belirlemiş. Gerçekten ileri görüşlü bir şahmış ve olağanüstü güzel bir şehir yaratmış. Nakş-ı Cihan meydanı, Chahar Bagh Caddesi, Zayende Rud Nehri ve üzerindeki tarihi Si-o Se pol ve Khaju köprüleriyle İsfahan gerçekten çok güzel bir şehir.
Rehberimiz Khaju ve Si-o-Se Pol köprülerinde oluşturulan çağlayanları izlerken inanların gayri ihtiyarı şarkı söylemeye başladığını bize ifade etti. Gerçekten köprüden çağlayanı seyrederken kendimizi şarkı söyler halde bulduk ve gülümseyerek rehberimizin söylediklerini hatırladık.
Nakş-ı Cihan meydanının dünyanın ikinci büyük ve tartışmasız en güzel meydanı olduğu söyleniyor. Tekrar olacak biliyorum; ama meydanların, parkların, caddelerin insanlar için nasıl bir önemi haiz olduğunu idrak için bizim belediyecilerin ve imar planına karar verenlerin mutlaka bu şehri görmeleri gerekiyor.
Nakş-ı Cihan meydanında Şeyh Lütfullah Camii, Mescid-i Şah, Ali Gapu Sarayı, Kayseriye kapısı ve çarşılar özellikle görülmeye değer yerler. Çehel Sütun (Kırk Sütun) Sarayı, İmam Cafer Medresesi, Cami Mescidi (Cuma Camii), nehir ve köprüler özelikle görülmeye değer diğer yerler arasında.
Şeyh Lütfullah Camii için bir Amerikalı uzman “Buranın insan eliyle yapıldığına inanmak çok güç” demiş. Bu ifadeyi bütün eserlere teşmil etmek mümkün. Hem bu Camii, hem Mescid-i Şah, hem de Cuma Camii gerçekten insanlığa miras mükemmel eserler.
Cuma Camii, Selçuklu, Moğol ve Safevi dönemi mimari tarzlarının karışımını yansıtıyor. Bu caminin içindeki kubbelerden birinin adı Nizam-ül Mülk Kubbesi. Caminin mimarisi ve işlemeleri çok farklı ve çok dikkat çekici. İnsan kendini seyretmekten alamıyor.
Çehel Sütun Sarayı'nda yer alan altı büyük tablodan biri Şah İsmail İle Yavuz Sultan Selim arsındaki Çaldıran Savaşı'nı anlatıyor. Osmanlı orduları tarafında yer alan topların ateşlenmesi Osmanlı ordusunun teknolojik üstünlüğünü gösteren bir emare olarak kabul ediliyor.
İsfahan’dan söz ederken Shahrzad Restoranı anlatmamak olmaz. Bir restoran değil, sanki bir cennet, bir sanat müzesi veya bir sanat galerisi. Kendinizi harikalar diyarında hissediyorsunuz. Gerçi bu hisse bütün İsfahan’da kapılıyorsunuz, “İşte Alice’in bulunduğu harikalar diyarı burası” diyorsunuz. Restoranın tavanı ve duvarları minyatür resimlerle ve İran işi taşlarla ve ışıklarla süslenmiş. İnsan buranın bir restoran olduğuna inanamıyor. Buna benzer başka restoran ve kafeler de var, ama Shahrzad Restoranı en mükemmeli. Akşam dokuzdan sonra bu restoranın önünde kuyruk oluyor. Kadınlı erkekli insanlar sırada bekliyor. Gerçekten kadının hayatın merkezinde olduğunu, bu kuyruklardaki kadın sayısından da teyit etmek mümkün.
Bu restoranın aynısı İstanbul’da olsa inanılmaz rağbet göreceğinden ve önünde daha uzun kuyruklar oluşacağından kuşkum yok. Lokantada çalışan ve orada yaşayan Türklerden olduğunu söyleyen garson buraya Başbakan Tayyip Erdoğan ve İbrahim Tatlıses’in geldiğini söylüyor.
İran’da turist olarak gelen kadınlara ilişkin yasaklamalar olmasa ve içki serbest bırakılsa en kötü tahminle İsfahan yılda 20 milyon turist çeker. Bu kadar güzel bir şehrin turistlerle dolup taşacağını tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok.
İsfahan’dan Şiraz’a geçiyoruz. Fars eyaletinde bulunan Şiraz da çok güzel bir şehir. Nehirden çok iyi yararlanamasalar da, çok güzel parkları, bahçeleri, caddeleri, yaya yolları, tarihsel mekânları olan bir şehir. Ayrıca Sadi ve Hafız gibi çok iyi ve değerli şairleri de var.
Sadi İslam edebiyatının en önemli isimlerindendir. Sadi’nin şiirinde özne insandır. İnsanı tanımaya çalışır. Onun evrendeki varlığını tartışır. İnsana olgunlaşmanın yollarını gösterir. “Yetim ağladığında Arş titrer” sözü Sadi’ye aittir.
Şiraz, şairleri kadar üzümüyle de meşhurdur. Çekirdeksiz ve tatlı bir üzümdür Şiraz üzümü. Dahası var: Şarabın bir Pers icadı olduğu söyleniyor. Şarabın bulunuşunu Şirazlılar da bir hikayeyle kendilerine mal ediyorlar. Şiraz türü üzümlerle yapılan şaraplar dünya çapında beğeni kazanmıştır. Bu tür şarap yapımını İran devrimi sonrasında Kanada’ya göç etmiş İranlı Musevilerin dünyaya tanıttığı söyleniyor.
Şiraz, yaklaşık 1750’lerden sonra Zend Hanedanlığına başşehirlik yapmış. Zendli Kerim Han’ın kendisini şah olarak değil, halkın vekili olarak gördüğü ve bu yüzden ‘’vekil’’ unvanını kullandığı söyleniyor. Bu şehri 1789’da Kaçarlar ele geçirerek başşehri Tahran’a taşımışlar.
Kerim Han, Safevi Şah Abbas’ın İsfahan’da yaptığını Şiraz’da yapmak istemiş. Bu nedenle Kerim Han Kalesi, Vekil Camii, çok olağanüstü bir çarşı olan Vekil Pazarı'nı yaptırmış.
Şiraz’da diğer önemli görülecek yerler İrem Bağları, Hafız’ın ve Sadi’nin türbeleri ve Şah Çerağ türbesi. Türbe deyince bizdeki türbeler anlaşılmasın. Estetik bir mimari kompleks, büyük bahçeler içinde sürekli ziyaretçi akını olan yerler hayal edin.
Şiraz’da görülmesi gereken en önemli mekânlardan biri kesinlikle Şah-ı Çerağ (yani “Işıkların Şahı”nın) türbesidir. Sekizinci imam İmam Rıza’nın kardeşi olan ve 835 yılında Şiraz’da öldürülen Seyid Emir Ahmed adına yapılmış bu türbe. Türbe binası çok geniş bir bahçe içerisinde bulunuyor. Türbenin giriş kapısında çok yüksek ahşap sütunlar ve bunların içindedeki terasın ahşap tavanı olağanüstü. (Yüksek, azametli, ahşap sütunlar Ali Gapu’da da var. İran’ da kullanılan bir mimari özellik bu).
İnsan “Işıkların Şahı” türbesini tarif edebilir mi? “İnsan eliyle yapılmış olamaz” sözü sanırım burayı da anlatmakta söylenecek tek söz. Türbe gerçekten mükemmel dizayn edilmiş ve (avizeleri hariç) dekorasyonu tek kelimeyle olağanüstü.
Işığın milyonlarca ayna ve onların çok farklı renklerde işlemeleriyle yaratılmış yansımaları insanı kesinlikle büyülüyor. Binanın sahip olduğu altın kubbe, duvarlarda ve tavanlarda yer alan mükemmel çini ve mozaikler, incelik ve farkındalık yaratan usta işi işlemeler…
İmamın kardeşinin türbesi böyle ise İmam Rıza’nın Meşhed’de bulunan türbesi ile Hz. Ali’nin Necef’de bulunan türbesi nasıldır kim bilir? İmam Rıza’nın türbesinin bulunduğu alanın yaklaşık bir kilometrekare olduğu, mükemmel işlemeleri bulunduğu ve sürekli ziyaretçe akınına uğradığı söyleniyor. Bu arada, Abbasilerin meşhur hükümdarı Harun Reşid’in mezarının da Meşhed’te olduğunu, ama yerinin bilinmediğini ilave edelim.
Şah Çerağ türbesinin içi ziyaretçilerle dolup taşıyor, iğne atsanız yere düşmez. Bütün insanlar türbeye el sürüyor, kimileri namaz kılıyor, kimileri ağıt yakıyor.
Hz. Ali’nin ölümü ile daha da kuvvetlenen bir ağıt kültürü var İran’da. İnsanlar yüksek sesle ağıt yakıyor. Bütün bu okunan ağıtlardan etkilenmemek için insanın taş kalpli olması gerekir.
Kabri tam ikiye bölecek şekilde türbe binası ikiye ayrılmış. Bir tarafında kadınlar, bir tarafında erkekler türbeye dokunmaya çalışıyor. Kadının bu kadar toplum hayatının merkezinde olduğu, her yerde erkeklerle beraber olduğu, camilerde bile yan yana namaz kıldığı bir toplumda, buradaki ayrılık insanın dikkatini çekiyor.
YARIN: Kumdan şehir, camiler ve tarihi mekânlar
Kadınları, namazları, en büyük bayramları ve azınlıklarıyla İran
© Tüm hakları saklıdır.