Gündem

Sedat Ergin: İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesindeki en önemli kayıp, eşitlikçi bakışın ciddi bir şekilde zemin kaybedecek olması

23 Mart 2021 07:46

Hürriyet gazetesi yazarı Sedat Ergin, İstanbul Sözleşmesi'nin Cumhurbaşkanı Kararnamesi'yle feshedilmesini bugünkü köşesine taşıdı. Ergin, "En önemli kayıp, kadınlar açısından Sözleşme’de kuvvetli bir çerçevede tanımlanmış olan eşitlikçi bakışın ciddi bir şekilde zemin kaybedecek olmasıdır." görüşünü savundu. 

Ergin yazısında, "Sözleşmenin en önemli yönü, kadının toplumda erkek karşısındaki konumuyla ilgili olarak esas aldığı evrensel eşitlikçi bakıştır. Bu bakış, 'Giriş' bölümünden başlamak üzere Sözleşme’nin her köşesinde, metnin ruhuna ve lafzına yerleşmiş temel felsefe olarak karşımıza çıkıyor. Sözleşme, zaten bu alandaki eşitsizliği şiddetin ana nedeni olarak görüyor. Dolayısıyla, kadına karşı şiddetin önlenmesi açısından temel unsuru 'Kadınlarla erkekler arasında yasal ve fiili eşitliğin gerçekleştirilmesi' hedefi üzerinden tanımlıyor. Alıntı yapacağımız şu ifade, bu bağlamda Sözleşme’nin ruhunu yansıtması bakımından önemlidir: 'Kadına karşı şiddetin, kadınlarla erkekler arasında tarihten gelen eşit olmayan güç ilişkilerinin bir tezahürü olduğunun ve bu eşit olmayan güç ilişkilerinin, erkeklerin kadınlara üstünlüğüne, kadınlara karşı ayrımcılık yapmalarına ve kadınların tam anlamıyla ilerlemelerinin engellemesine yol açtığının bilincinde olarak...” değerlendirmesini yaptı. 

Ergin şu ifadeleri kullandı: 

"Özetle, diyor ki sözleşme, tarih boyunca kadınlarla erkekler arasındaki ilişkiler eşit olmayan bir zeminde yürümüş, bu durum erkeklerin üstünlüğüne, kadınlara karşı ayrımcılığa yol açmış, onların ilerlemesinin önüne set çekmiştir. Bu açıdan bakıldığında, kadın ile erkek arasındaki sorunlu güç ilişkisini eşitlik zemininde yeniden tanımlayarak, tarihi bir adım atmış oluyor İstanbul Sözleşmesi. Sözleşme, aynı zamanda şiddeti önlemek, kadınları korumak anlamında çok geniş düzenlemeler öngörüyor, problemli durumlara yönelik olarak somut sorumluluklar ve yükümlülükler tanımlıyor.

Sözleşme’nin onaylanmasından sonra 2012 yılında 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” çıkartılmış, Sözleşme’nin özellikle şiddet gören kadınların korunmasına dönük düzenlemeleri belli ölçülerde ulusal mevzuatın bir parçası haline gelmiştir. Ancak Sözleşme’deki düzenlemelerin tümünün ulusal mevzuata eklemlendiğini söyleyebilmek mümkün değildir.

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesiyle birlikte, ulusal mevzuatta getirilmiş olan Sözleşme içeriğine kıyasla daha sınırlı kalan düzenlemelerin kadınları koruyabilmek bakımından ne kadar yeterli olacağı çok tartışmaya açıktır. Bu alanda ciddi riskler doğmuştur.

Şu nedenle ki, hem Sözleşme hem de çıkartılan yasaya rağmen kadınlara dönük şiddetin sıkça ölümle sonuçlanan vakalarla devam etmekte oluşu, zaten Türkiye’nin bu alanda kat etmesi gereken daha çok uzun bir yol olduğunu gösteriyordu.

Bu zorlu, engebeli yolda gidilirken, her şeyden önce kadına şiddet konusunda etkili bir caydırıcılığın korunması zorunluydu. Sözleşme ile elde edilen hayati kazanımlardan geri adım anlamına gelecek her hareket, bu caydırıcılığı zayıflatacaktır. Bu yöndeki bir gelişmenin toplumda yaratacağı olumsuz atmosfer ve psikolojinin, erkek egemen kültürün fazlasıyla baskın olduğu ülkemizde kadınların aleyhine sonuçlar doğurması kaçınılmazdır.

En önemli kayıp, kadınlar açısından Sözleşme’de kuvvetli bir çerçevede tanımlanmış olan eşitlikçi bakışın ciddi bir şekilde zemin kaybedecek olmasıdır."