Yurdaer Erkoca
30 Nisan yerel seçimlerine giderken alınan pozisyonlar, sürdürülen tartışmalar sosyalist solun uzun zamandır alameti farikalarından olan özeliklerini daha belirgin bir şekilde ortaya koydu: Kimlik siyaseti; ideolojik pozisyonculuk; sekter tutum.
Tabii bu özelliklerin doğal sonucu olan kitle siyasetine uzaklık ve sinsi bir apolitizm.
Bugün ÖDP dışında, Kürt hareketi ile batıda girdiği ittifak sonucu kitlesel bir ölçek kazanmış olan HDP başta olmak üzere diğer sosyalist partiler belediye seçimlerinde kendilerine verilecek oyu neredeyse sosyalistliğin ölçüsü haline getirmiş durumdalar.
“Oyunu bize vermezsen, kapitalizmi, savaşı, milliyetçiliği vs onaylamış olacaksın” şeklinde özetlenebilecek bir ideolojik söylem seçim tutumunun ortak özelliği. Sosyalist solun teorik dağarcığında ‘parlamenterizm’ olarak yer alan eğilim burada kendini ‘seçimcilik’ şeklinde ortaya koyuyor.
Belediye seçimleri için talep edilen oyun etrafına yığılan bunca ideolojik söylem aynı zamanda soldaki teorik kafa karışıklığının da önemli göstergelerinden biri. En temel teorik öncülleri hatırlayarak bu konuyu geçelim.
Bir toplumdaki hakim fikirler hakim sınıfların fikirleridir. Bir bütün olarak ezilen kitleler bu hakim fikirler uyarınca davranır. Hakim sınıf partilerinin kitle partileri olmasının nedeni toplumdaki hakim fikirlerin sözcüsü olmalarındandır. Bir toplumda sosyalist fikirler azınlıktadır. Buna rağmen sosyalistler ezilen sınıfların geleneksel fikirlerin etkisi altında olduğunun biliciyle harekete ederler. Ezilen sınıfların günlük çıkarları uyarınca davrandığını bilirler. Ve ezilen kitlelerin günlük çıkarları temelinde yarattığı hareketleri biçimlendirmek ve bir kalıba sokmak için dışardan hiç bir sekter ilke dayatmazlar. Kitlelerin günlük kaygılarını anlayarak politika geliştirirler.
Gezi dersleri mi dediniz?
Bugün kitlelerin günlük kaygıları konusunda uzun uzun konuşmaya gerek yok. Çok değil sekiz ay önce gerçekleşen Gezi Direnişi büyük yığınların haleti ruhuyesini tüm açıklığı ile ortaya koydu. 10 yıllık AKP iktidarının tüm mağdurları tüm heterojen karakteriyle sahneye çıktı ve AKP iktidarına hayır dedi. Gezi’nin ilk eldeki ve temel toplumsal ve siyasi sonucu budur, gerisi lafı güzaf.
Büyük büyük laflarla Gezi dersleri konusunda kimseye söz bırakmayacak sosyalist partilerin sekiz ay sonrası durumuna bir bakın şimdi. Yüzde 0.5 ile yüzde 2 ile yüzde 5 ile halkın karşısına çıkıp Türkiye kapitalizmin kalbi, ciğeri olan kentleri yönetmeye talipler.
Aslına bakarsanız bu partilerin yönetim masaları etrafında bir araya gelen kadroları tüm gerçeğin farkındalar. 1 Nisan sabahı ne İstanbul’u ne Ankara’yı yönetmek durumunda kalmayacaklarının bilincindeler.
Onlar bu çalışmayı örgütlülüklerini geliştirmek, propaganda yapmak için sürdürüyorlar. Ve tabii madem ki seçimlere giriliyor o zaman halkın karşısına “seçilemeyeceğimizi biliyoruz ama senden yine de oy istiyoruz” diye çıkılmaz diyen seçimci-parlamentocu sisteminin kitle psikoloğu Pr’cılarının sözlerine uymaktan başka bir şey gelmiyor akıllarına.
Mış gibi yapmak ve sinsi apolitizm
Oysa sosyalist siyasetin en temel özelliği halka yalan söylenmemesi, gerçek olgular üzerinden siyaset yapılmasıdır. Kazanmayacağını bile bile oy isteyeceksin halktan. Mış gibi yapmayacaksın.
Mış gibi yapmak kitle siyasetinden kopukluğun, sekterizmin, kimlik siyasetinin ve sinsi apolitizmin en semptomatik özeliklerinden biridir.
Seçimler üzerine bir ay boyunca sürdürülen tartışmaların apolitik karakterinin en tipik örneklerinden birini geçen gün Özgür Gündem gazetesinde yazdığı yazı ile HDP Genel Başkan yardımcısı Saruhan Oluç sergiledi. Yazısına şöyle başlıyor Oluç:
“Yıllardır her seçimde benzer bir durum yaşanır. Oylarını CHP’ye verecek olanlar, kendileri dışında seçimlere katılan sol, sosyalist, devrimci ve demokrat partilerin seçmenlerine “aman oyları bölmeyin” çağrısı yaparlar (…)
Bir de aslında CHP’li olmadığını söyleyip, seçimlerde “CHP’ye oy verelim” çağrısı yapanlar vardır. Bu kişilerin çağrıları samimi olmaktan çok taktikseldir. Bu seçimlerdeki taktiklerinin adı, ‘AKP’yi geriletmek için oyların CHP’de toplanması’dır.”
Oluç, seçim tartışmaları zamandan, mekandan bağımsız bir teorik mesele gibi ele alarak başlıyor yazısına ve tüm yazısını böylesine konjonktür üstü genel geçer mülahazalarla tamamlamayı tercih ediyor. Ve tabii Oluç, seçimlerde alınacak tutumun sosyalistler için taktiksel bir mesele olduğunu unutmuş görünüyor. Bu nedenle samimi olan ile taktiksel olanı karşı karşıya koyup, taktiksel olanın değerini düşürüyor.
Türkiye’nin son derece özgün (bu özgünlüğün ne olduğu bu yazının konusu değil) bir süreçten geçmekte olduğu, büyük yığınların sürecin bu özgünlüğü gereğince düşünüp davrandığı bir konjonktürde soyalistler simge-kimlik siyasetinin ideolojik mevzilerinde laf eğirmekle meşguller.
Vereceğimiz oylarla ideolojik kimliklerimizi bir kez daha teyit etmeye bizleri çağıran arkadaşlar, büyük yığınların bir şekilde cevapladığı sorularla ilgilerini alakalarını kesmiş durumdalar.
30 Mart Yerel seçim sonuçları açısından en önem taşıyan illerin başında İstanbul geliyor. İstanbul'da mücadele iki parti arasında sürüyor. AKP ve CHP.
Ya AKP İstanbul'u yeniden kazanarak 15 yıllık iktidarını koruyarak ve pekiştirerek çıkacak ya da İstanbul'u CHP'ye kaybederek bu seçimlerden zayıflamış olarak çıkacak. Önümüzdeki yakın vadenin bütün temel siyasi ve toplumsal gelişmelerin belirleyeni ve temel etkileyeni bu kaya gibi gerçek olgu.
Politizmin ölçeri bir soru
Cevaplanması gereken politik sorulardan biri de şudur: 1 Nisan günü İstanbul'da seçimi kimin kazanmış olması iyidir? AKP'nin mi, CHP'nin mi?
Bir üçüncü şık yoktur. Bir üçüncü şık üzerinden bugün siyaset yaparmış gibi görünenler hem kendilerine hem de halka yalan söylüyorlar. Ya da burunlarının ucundaki gerçeği görmeye kör, işitmeye sağır olmuş durumdalar. (Bir sekt olmanın en tipik semptomudur)
Politik olanla apolitik olan arasında ayrım yapmak istiyorsanız etrafınızıdaki herkese bu soruyu sorun. Kim ki bu soruya net açık bir cevap vermekten kaçıyorsa ya da cevap olarak fark etmez diyorsa, bilin ki o, sosyalist solun en temel hastalıklarından biriyle malüldür. Kimlik siyaseti, ideolojik mevzilicik, sekterizm.
Bugün sosyalist sol arasında bu seçimlerde en doğru, en gerçek politik tutumu alan parti ÖDP olmuştur. Gücünün, konumunun farkında olarak ve büyük yığınların kaygılarını paylaştığını söyleyerek esas olarak belediye meclislerine girmek için halktan oy istemektedir. Halkın denetleme ve hesap sorabilme gücüne talip olmuştur ÖDP. İstanbul’u, Ankara’yı yönetmeye değil.
ÖDP bu tavrıyla hem seçim sürecini kendi örgütlenmesini geliştirmek için kullanmakta, hem seçim propagandasına aktif olarak katılmaktadır. Bu yanıyla seçim çalışması sürdüren hiç bir politik partiden eksik kalmamaktadır.
30 Mart yerel seçimlerinin en önemli sonuçlarından biri İstanbul’u hangi partinin kazanacağıdır. İstanbul'da iki seçenekten biri gerçekleşecektir. Ve herkes dolaylı ya da dolaysız aldığı bir tutumla bu iki seçenekten birini ya güçlendirecek ya zayıflatacaktır.
Başka partilerin alacağı oy, İstanbul'u kimin kazanması gerektiği ile ilgili gerçek kaygıların ve gerçek siyasetin sonucunda kazanılmış oylar değildir.
O oylar kimlik siyasetinin, ideolojik pozisyonculuğun ve sekter tutumların sonucunda elde edilmiş oylardır. Toplumsal muhalefet saflarında sahip olunan etki gücünün ortaya çıkması ile ilgilidir. Yani toplumsal ve siyasi etki gücünü seçim sandığında ölçtürtmek ve ortaya çıkan sonuca göre siyasetten pay istemek ile ilgilidir. Kitle siyaseti ve büyük kitlelerin gerçek sıkıntıları ve kaygıları ile bir ilgisi yoktur.