'Yüz kızartıcı yazılarıyla sivrilen yeni kakılmış (embedded) medya sözcüsü Beki de bir anlam verememişti bu işe.' Radikal'den Yıldırım Türker'in yazısı...
'Seçim sonrası bir demet çiçek'
Bunlar fetihçidir.Daha İstanbul Belediye Başkanı iken, Tayyip Erdoğan İstanbul’un kurtuluşunun kutlama törenlerinde yaptığı konuşmayı şöyle bağlamıştı:
“....Talihsiz günler yaşayan ve bağımsızlığın ne anlama geldiğini iyi bilen halkımız, yaşanan tarih serüveninden yola çıkarak, dünyadaki bütün meşru bağımsızlık taleplerinin yanındadır. İstanbul’u 1453’te fetheden ruh ne ise işgalden kurtaran ruh da odur.”
Geleceği parlak Belediye Başkanı’nın cûş ü huruşa gelip İstanbul’un kurtuluşu ile fethinin aynı ruhun başının altından çıktığını iddia etmesi, bu şehre yönelik farklı ruh iklimlerini tektipleştirmeyi amaçlayan görüşlerden birinin temsilcisi olmasından kaynaklanıyor du elbet. İstanbul’un fethinin ne tür bir meşru bağımsızlık talebine yönelik olduğunu açıklamasına ne gerek var. Tarih işte. Senin şu anki duruş biçimine göre yeniden yazılması gereken masallar bütünü. Seni onaylaması gereken tevatürler manzumesi.
Seçim öncesi de “Diyarbakır’ı istiyorum!” diye ünlüyordu ak tolgalı beyler beyi.
Bütün Kürt illerini istiyordu son Fatih. Partisi de Pragma marka beyaz eşya bayii toplantısı gibi güle oynaya ora halkına çamaşır makinesi dağıtma kararı aldı. Yoksulların dilinden en iyi onlar anlardı ya. Kürt halkının fiyatını da böyle biçmişlerdi işte. Her kapıya bir beyaz eşya.
Ora illerine gidip halkı zekâ özürlü bir kitleymiş gibi kâh okşayarak kâh tehditler savurarak kâh terbiye etmeye çalışarak miting meydanlarında tembih etti mi bu iş biterdi nasılsa. AKP, Güneydoğu illerini de fethetmişti işte.
Öyle olmadı. Son dakikada şıpınişi kotarılan hizmetler, TRT Şeş ve benzeri açılımlar yetmedi.
Ora halkı ne fidye ne sadaka, besbelli farklı şeyler istiyordu.
Yüz kızartıcı yazılarıyla sivrilen yeni kakılmış (embedded) medya sözcüsü Beki de bir anlam verememişti bu işe. Nankörlüğün böylesi karşısında dili tutulmuştu onun da.
Bu memleketin başına gelen adli felaketler zincirinden Cemil Çiçek şaşkınların imdadına yetişti. Durumu net bir biçimde tahlil etti. İşgalciler düşman sınırına dayanmıştı. Milleti bırakın, akil adamların bir an evvel bir şeyler yapması gerekiyordu. Iğdır’ı da alarak Ermenistan sınırına ‘dayanmış’ DTP, Adli Çiçek’de ciddi kaygı uyandırmış, bu kaygıyı ‘ilgililerle’ paylaşmayı boynuna borç bilmişti.
Önce Erdoğan Çiçek’e tepki gösterdi: “Yani ‘şu sınıra dayanmış’, ne demek bu? Bu yaklaşım tarzı hoş değil” buyurdu.
Akabinde Cemil Çiçek’i televizyonda gördük. Lafının arkasında durmayacak adam olmadığını belirtiyor, sözlerini tartmadan tepki vermeyi Başbakan’a yakıştırmıyor, açıkça efeleniyor ve o Kasımpaşalıysa ben de apoleti içeriden teyelli bir Çiçek’im demeye getiriyordu.
Cemil Çiçek’in gerçek sesini belki de ilk olarak bu konuşmada işittik. Ağırlığının yabana atılası olmadığını, başbakana yalakalık yapanlarla karıştırılmaması gerektiğini ilan ediyordu.
Bu arada haftalık brifingde Genelkurmay Sözcüsü Tuğgeneral Gürak’a bir akredite jurnalci yana yakıla soruyordu, askerin seçimler hakkındaki fikirlerini.
Gürak önce “Seçim sonuçları hakkında değerlendirme yapmamız mümkün değil” diyerek hatırlattığı haddini duramayıp seller gibi aşıyor ve ekliyordu: “Bu durum özellikle Güneydoğu’da alınan sonuçlar üzerinde düşünmemize engel değildir.”
Çiçek’in bize bakarak kimlerle konuştuğunu da böylece anlamış olduk.
Koro şefi Kemal Kerinçsiz de davada savunma yaparken haykırdı: “Çiçek, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki Ermeni Konferansı’na da tepki göstermişti. Seçimden sonraki sözlerini ayakta alkışlıyorum.” Hatırlayın, bu Ermenilik konusunda fazlasıyla yaralı bakanımız Çiçek konferans düzenleyicileri ‘sırtımızdan hançerlediler’ diye anmıştı.
O her zaman vatan hainleri ve işgalciler konusunda en uyanık Türk oldu.
Sonuçta arkamızda bıraktığımız seçimler bir kez daha herkesin yerini belirlemesine yaradı.
Erdoğan da Çiçek’in ve Genelkurmay’ın uyarısına direnemedi ve sesi Londra’dan geldi. “Tehditlerle bir seçim yarışı orada yaşanmıştır. Sıkıntılı bir ortamda ne yazık ki Güneydoğu’da bir seçim yaşanmıştır.”
Her fırsatta muhalefete bağlı beledi-yelerin sıkıntılarını hatırlatan partidaş- larından söz etmiyordu tehdit derken. Asker kolundan çıkamamasından da.
Mardin’de halkın önemli bir bölümünce fevkalade şaibeli olduğu iddia edilen seçim sonuçlarıyla AKP hiç değilse Suriye sınırını tutmuştu. Ama DTP’nin başarısına şaibe bulaştırmaktan da vazgeçmeyecekti.
Ne güzel çiçek
Ezcümle, Cemil Çiçek, bu memleketin Adalet Bakanı değil, savaş kurmayı gibi hissetmekte ve davranmaktadır. Partisinde doldurduğu yeri de defalarca yazdık.
Cemil Çiçek, AKP’yle ordu arasında gölge arabulucu olarak duruyor. Bu konudaki yeteneği sınırsız. Askerin tepkisini yumuşatma konusunda kıvrak zekasını kullanarak iş bitiriyor. Geçmişinden de aldığı dersler sonucunda fevri, sert çıkışlardan kaçınıyor. Uyum paketinin hazırlanma sürecinde aslen temsil ettiği tutucu milliyetçilere 8. Maddeyi kaldırıyoruz ama daha iyisi var. 311-312 ne güne duruyor” diyor.
Sezer’in veto gerekçesine yol gösteren de sevgili bakanımız Çiçek idi.
İşkencenin kökünü kazımaya yemin eden Bakanımız, 1980 darbesinden hemen sonra gözaltında işkenceyle öldürülen öğretmen Cengiz Aksakal’ın biri üstteğmen diğeri assubay olan işkencecilerine verilmiş olan 2 yıl 1’er aylık cezayı bozmak ve hükümlülerin yeniden yargılanmasını sağlamak amacıyla yazılı emirle başvuruda bulunmuş, Yargıtay reddetmişti. Kabul etseydi, dava uzayacak, ceza 25 yıllık zamanaşımından ortadan kalkacaktı. Üstelik bu yazılı emri verdiği günlerde memleketimizde Manisalı gençlere işkence davası tartışılıyordu. Çok özel koşullarda başvurulan yazılı emir hakkını Çiçek daha önce de Susurluk mahkûmu emekli yarbay Korkut Eken lehine kullanmış, o zaman da Yargıtay tarafından reddedilmişti.
Sizinle bu milli-ulusal sentezinin, bu gönüllü Kürt-Ermeni korkuluğunun yıllar önce çekmiş olduğum bir resmini paylaşarak bitireyim.
Bir gün onu gözyaşları içinde gördük. Yüzü, içinde sürüklendiği duygu selinin gücüyle buruşmuş, gözleri iyice kısılmış, besbelli hâkim olamadığı gözyaşları yanaklarından inci gibi süzülüyor. O yüzünden genellikle mesafeli bir öfke, derin bir küçümseme okunan, neredeyse dişlerinin arasından konuşan Adalet Bakanımız da duygulanır, kimi durumlar karşısında gözyaşlarına mani olamazmış meğer.
Bu hayatımız üstünde çok önemli bir ağırlığı olan bakanımızı ağlatan neydi dersiniz?
Cemil Çiçek bu resimde 4 yaşında bir kız çocuğunun 38 dizelik İstiklâl Marşı şiirini, korkunç bir sirk gösterisi gibi ezbere ve el-kol-gırtlak hareketleriyle boğula boğula okuması karşısında dehşete kapılarak ‘kim bu çocuğa bu işkenceyi reva gören münasebetsiz’ diye haykıracağına o bebeğin yansıladığı duygu hallerinden etkilenmiş, ona ağlıyor. Nüfusun en az yüzde doksan dokuzunun mümkün değil anlayamayacağı ağdalı dizeleri, kendisine öğretilmiş seferberlik gırtlağıyla papağan usulü haykıran bu çocuk onu utandırmıyor, güldürmüyor, bu durumun sorumluları onu kızdırmıyor. Yüce Türk Adaleti’nin önde gelen temsilcisi, ancak böylesine yüz kızartıcı bir gösteri karşısında duygulanabilen bir muhterem. Ona bu durumun gayriahlâki, gayriinsani olduğunu anlatabilir miyiz? Nerede...
Kendisi, “Kuran kursuna gidecek öğrencilerin en az 12 yaşında olması”na ilişkin yasayı da fevkalade bir mantıkla eleştirmişti. “Niye çocuk İngilizce,
keman kursuna gidebilir de Kuran kursuna gidemez” diyordu. 4 yaşında çocukların sıktıklarında şüheda fışkıracak topraklar üstünde, başlarını bağlayıp bilmedikleri bir dilden ezberlerle dinle tanışmalarında bir beis görmüyordu. Bakan, 4 yaşında bir çocuğun
hamasi duygu taklidine ağlıyordu.