Sarphan Uzunoğlu*
P24
Seçimler nihayete erdi ve her seçim gibi bu seçim de geride birçok politik tartışma ve milyonlarca insanın tercihlerinden oluşan incelenmeye muhtaç bir veri seti bıraktı.[1] Siyaset bilimi alanında çalışanlar için de medyadaki fastthinker (malumatfuruş) zümresi için de bol bol malzeme var ortalıkta.
Medya alanına bakıldığında iki temel sonuçtan söz edebiliyoruz: Birincisi, dönüşen medya sahipliği yapısının alanda onarılması imkânsız yaralar bıraktığı ve TRT ile Anadolu Ajansı’nın kamusal yarar değil politik yarar odaklı kuruluşlara dönüştüğüdür. İkinci sonuç ise, Türkiye’de ne muhalefetin toplumla sonuçları iktidar hızında olmasa da şeffaf biçimde paylaşma konusunda yeterli olduğu, ne de havuz dışında kalan medya kuruluşlarının alternatif veri akışlarını aktarma konusunda başarılı olabildiğidir.
Bu iki sonuç aslında benzer problemlere dayanıyor: Enformasyonun tekelleşmesi ve denenen alternatif enformasyon akışlarının farklı nedenlerle imkansızlaşmasına. Seneler öncesinden (OHÂL’in ilanından bu yana) aşikâr olmasına rağmen bu duruma bu kadar hazırlıksız yakalanabilmiş olmamız ile ilgili bir özeleştiri şart. Zira medya kuruluşları tüm bu süreç boyunca miting meydanlarından haber geçmiş olsa da, demokratik seçimlerin gereği olan seçim gününün aktarımı ve seçim sonuçlarının toplumla paylaşımı meselesine yeterince hazır değildi, anaakım medya da zaten kendisine sunulan veriyi sunulması talep edildiği şekilde sundu, aksini bekleyebileceğimiz bir ortamda değiliz. Yine de saydığım bu iki kategorik sonucu ayrı ayrı ele almaya çalışacağım.
TRT’den Fox’a: Merkezde enformasyon kuşatması tamamlandı
İlk konu oldukça klasik ve üstüne çok söz söylemek mümkün olsa da literatüre başvurmakta fayda var. Özetle söylemek gerekirse, Türkiye’nin dramatik bir biçimde dönüşen medya sahipliği yapısı ve ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar toplum gözünde itibarı son derece tartışmalı olan devlet ajansının enformasyon tekeline halkı mahkum etti. Bu durum, hayatın her alanında olduğu üzere, iletişim alanında da tekelleşmenin ne kadar sıkıntılı bir durum olduğunu kanıtladı. Türkiye’deki medya sermayesinin siyaset kurumuyla birlikte attığı her adımın fazlasıyla stratejik olduğunu bir kez daha gösterdi. Twitter’da @ulu_tr kullanıcı adına sahip yurttaşın da paylaştığı Anadolu Ajansı Eğrisi gibi algoritma ile açıklanabilecek ve sonucu neticede değiştirmese de Türkiye gibi tansiyonu yüksek seçimlerde taraflardan birine moral üstünlük yaratabilecek pratikleri bu medya sahipliği yapısında ve bu alternatifsizlikle sıklıkla görecek gibiyiz.
Tıpkı Anadolu Ajansı gibi TRT de bana kalırsa son yıllardaki tüm seçim akşamı da seçimlerde olduğu üzere politik olarak kendisine yüklenen görevi yerine getirdi. Zaten RTÜK Üyesi İlhan Taşçı tarafından paylaşılan aşağıdaki tablo, seçimler bağlamında “kamu yayıncılığı” yapan bir kuruluş olarak TRT’nin tartışmasız bir şekilde taraflı ve kabul edilemez bir yöntem izlediğini gösteriyor. Akşener, Demirtaş, Karamollaoğlu ve İnce de seçim boyunca farklı vesilelerle TRT’nin yayıncılık pratiğine itirazlarını dile getirdiler. Geçmişte, Journo’da TRT’nin Türkiye’deki işlevini tartışmış ve TRT’nin TRT World dışındaki kanallarının politik ya da kamusal bir işlev görmediğini, bunların halkın sırtında yük olduğunu yazmıştım; dünkü sonuçlar da bunu doğrulamış görünüyor. Zira, TRT’nin ülke içine dönük yayınlarına aslında iktidarın dahi görünür bir ihtiyacı yok. Aklıselimin gerektirdiği ama pratikte imkânsız olan, TRT’nin siyaseten özerkleştirilmesi.
Siyaseten özerkleşme mevcut siyasî durumda mümkün olmayacağına göre TRT’nin önümüzdeki dönemde özelleştirilmesi dışında seçenek kalmıyor gibi. Zira bu kuruluş ne medya alanında bir eksiği kapatıyor, ne de bir propaganda organı haricinde işlevi var. TRT’ye aktarılan kaynakla Türkiye’de yurttaşların Internet erişimini artırmak gibi hamleler hem demokrasimiz hem de toplumun bilgiye erişimi bakımından çok daha akılcı olacaktır.
Özel kanallar düzeyine geçtiğimizdeyse Mülksüzleştirme Ağları’nın Graph Commons üzerinden sağladığı aşağıda ekran görüntüsünü aktardığım görselde oldukça görünür olan siyaset/medya iç içeliğini dün gece tecrübe etmiş bulunduk. Bunca büyük televizyon kanalı, ellerindeki maddî imkânlara rağmen, tek ajans olan Anadolu Ajansı’na itibar etti. Seçimlerin başından beri “görece özgürlük” iddiasında olan Fox TV dahi, Anadolu Ajansı’nın verilerini “doğrudan onaylamasa bile” netice itibariyle onlara mahkum bir yayın sürdürdü; seçim sonucu aktarmanın kültürümüzde bir “hız yarışı” da olduğu düşünüldüğünde açıkçası bir kalemde Fox TV’yi silmek güç. En azından, diğer kanallarda CHP sessiz denirken, Tezcan’ın yaptığı ilk açıklamayı yayınlayabilecek ferasete sahiplerdi. Yine de şu ya da bu nedenle bağımsızlık iddialarının oldukça altında kaldılar.
Kaotik bir bağımsız medya deneyimi
TRT ve AA özelinde kamu, diğer kanallar özelinde de özel yayıncılık ve merkez medyayı ele aldık. Peki, akademik bağlamda alternatif medya sayılmaya uzak olsalar da -- kimilerinin kâr odaklı, kimilerinin partilere bağımlı olmaları gereği -- merkezi enformasyona alternatif sunmaları beklenen bağımsız tabir edilen medya kuruluşları ne yaptı? Bu medya kuruluşları olmasa, seçim sürecinde doğru düzgün propaganda yapma imkânına dahi sahip olmayan muhalefet, alternatif bir enformasyonla bu kuruluşları besleyebildi mi?
Öncelikle şunu söyleyelim. Seçimlerde, hâkim medyaya alternatif olarak Cüneyt Özdemir, DW Türkçe, Evrensel Web, Medyascope, Tele 1 ve Dokuz8Haber’in canlı yayınlarını izleme fırsatını buldum. Özdemir’in veri bakımından sunduğu pek alternatif bir şey olmamakla birlikte (AA verisi idi veriler), tüm alternatif ekranlar arasında dünyadaki standart seçim ekranına en çok bekleyen ekran yapısını o kurmuştu. Çağırdığı konuklar belki “geceyi kurtarmamıştır”, ya da “beklediği ilgiyi görmemiştir”; ancak yaptığı iş teknik standartlar bakımından “merkezden ayrı” yapılan en iyi teknik işti.
DW Türkçe başta olmak üzere birçok kuruluşun, çok daha geniş kaynaklarına rağmen, Türkiye toplumuna seslenme niyeti taşıyorlarsa topluma konuşan kafalara göre çok daha fazla şey sunmaları şart. Tabii, şunu unutmamak gerekir. Bu kanallar da kolaya kaçıp AA verisini alışılmış görselleştirme standartları dahilinde yayınlarına dahil edebilirlerdi veya sitelerine gömebilirlerdi. Örneğin T24, bunu tercih etmişti ve bu ayıp değil. Zira her ne kadar AA’yı meşru görmeseler de birçok yayın kuruluşu, HDP’nin barajı geçtiği de dahil olmak üzere birçok bilgiyi AA verileri üzerinden tanımlayarak geçti. Yani AA’ya yönelik “ideolojik ve etik” bir boykot tutumu olsa da elde alternatif olmadığından, daha doğrusu alternatif olması gereken veri akışında problem olduğundan veri aşamasında direnmek yeterince mümkün olmadı.
Medyayı suçlamak her daim kolaydır. Hele söz konusu bağımsız medya olduğunda, kıt kaynaklara rağmen yaptıkları işi takdir etmeyip burun kıvırmak en kolayıdır. Ancak, siyasî partilerin iletişim akışına katkısı ve veri sağlama konusundaki becerileri bana kalırsa burada eleştirinin asıl hedefi olmalıdır. Bu seçimde açıkçası, seçimin politik ehemmiyeti gereği, bir seçmen olarak muhalefet partilerinin iletişimsel ve veri temelli koordinasyonunu çok önemsiyordum. Bülent Tezcan’ın seçmenlere verdiği futbolseverlerin, özellikle benim gibi Fenerbahçeli olanlarının hatırlayacağı, Bursa’dan gol haberi var benzeri çok erken verilmiş 2. tur haberi bana kalırsa bu seçimin en büyük iletişim hatasıydı ve büyük bir siyasal sorumsuzluk örneğiydi. Eğer bu anons, stratejik ve seçmeni sandık başında tutup güvenliği sağlamaya yönelikse anlaşılabilir; ancak CHP’nin kendi verilerinin o kadar dar bir kısmını işlediği bir dönemde bu açıklamanın yapılması bir tür skandaldı.
Adil Seçim Platformu'nda sıkıntı, verinin yasak kalktığı andan itibaren aktarılamamasıydı
Adı Adil Seçim Platformu olan, iOS app’i de olan ve mobile pek de uyumlu olmayan web sitesiyle birlikte seçim sonuçlarını aktarma amacını taşıyan platform ise iyi niyet düzeyinin ötesine geçemedi. Hattâ, doğrusunu söylemek gerekirse, AA’nın dahi verileri geç açtığı bir akşamda toparlanıp yayına girme konusunda büyük bir fırsatları varken, AA’dan neredeyse iki saat sonra yayına geçerek, Türkiye’de alternatif bir veri akışı sağlama konusunda özel ajansların kapatılması sonrasında verilen ilk sınavı başarısızlıkla tamamlamış oldular. Mesele AA’da oylar %80’lerdeyken Adilsecim.net’te %40’larda olması değildi, mesele eşzamanlı bir verinin YSK’nin yasakları kaldırdığı andan itibaren aktarılamaması, halkın AA algoritmalarına teslim edilmesiydi.
Bu tür platformların, medya ile birlikte çalışması, siyasal arkaplanları gereği bazıları için “kabul edilemez” görülebilmekle birlikte, ana akım medya kaynakları dahi Adil Seçim’i kaynak kabul etmişken, bu medya kuruluşlarının daha en başında Adil Seçim’i TV ve web tabanlı olarak kamusal olan, farklı kuruluşlarca kullanılabilecek bir arayüze ikna etmesi gerekirdi. Gerçi Adil Seçim’in, medyanın telkinine ihtiyaç duymadan bunu çoktan sağlaması gerekirdi ki bu zaten bence Adil Seçim İnisiyatifi’nin genel problemiydi.
Netice olarak, geçmiş seçimlerde “en kötü CNN Türk ve DHA’dan izleriz” ile başlayan yanılgı, bu seçimlerde “Allah’tan Fox var” hâline dönüşmüş oldu. Fox’un da enformasyon bağlamında kuşatılmasıyla, 16 yıldır bir partinin iktidarında yaşayan bir ülkede alternatif medyanın hâlâ anaakıma enformasyonel bir alternatif oluşturamaması ve ana muhalefet partisi başta olmak üzere muhalefetin de bunun alt yapısını sağlayamamış olmasının utancıyla baş başa kaldık. Bir sonraki seçimlere kadar alternatif medya alanını, sürdürülebilir çözümlerle güçlendirmek, medyanın yalnızca dayanışma kampanyalarıyla yaşatılacak bir “hayır işi” değil, demokrasi için son kale olduğunu anımsamak şart.
*Sarphan Uzunoğlu'nun yazısı P24'ten alınmıştır.