Medya

Savaş muhabiri Coşkun Aral: Nagehan Alçı’yı kutlarım ama yaptığı riskli bir şey; gazeteci, bayraklı üniforma ile taraftar olmamalı

Coşkun Aral, savaş bölgesindeki tecrübelerini ve anılarını T24’e anlattı: Kadınlar kaçıyor, denildi; savaşta kimseyi kaçtığı, durduğu, kaldığı için yargılayamayız. “Savaş muhabirliği” diye bir meslek olduğuna inanmıyorum. Savaş alanındaki muhabirler gazeteci olduklarını unutmamalı

16 Mart 2022 00:30

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırarak Avrupa’da yeni bir savaş başlatması, Türkiye’de ‘savaş muhabirliği’ ve savaş sırasında gazetecilik standartları konusunda tartışmaları da bir kez daha gündeme taşıdı.

Çıkan tartışmaları ve ‘savaş muhabirliği’ni, kariyeri boyunca birçok çatışma bölgesinde foto muhabirlik yapmış; Lübnan İç Savaşı’nda çektiği fotoğraf ile dünyanın en prestijli dergilerinden TIME’a kapak olmuş Coşkun Aral’a sorduk. T24’ün sorularını yanıtlayan Aral, tecrübelerini anılarıyla harmanlayarak anlatırken, savaş bölgelerinde muhabirlik yapacakların “gazeteci olduklarını unutmaması gerektiğinin” altını çiziyor.

Savaş muhabirliği diye bir meslek olmadığına” inandığını belirten Aral, çatışma bölgesine gidecek gazetecilerin kapsamlı araştırmalar yapması gerektiğini; o coğrafyanın “bütün temel davranışlarını, psikolojisini, sosyolojisini, antropolojisini, tarihini, her şeyini bilmesi gerektiğini” dile getirdi.

Habertürk yazarı Nagehan Alçı’nın Kiev’de Ukrayna bayraklı askeri üniforma giyerek söyleşi yapması tartışma konusu oldu. Bölgeye giden gazetecilerin büyük bir cesaret gösterdiğini ve eleştirilerde bunun da göz önünde bulundurulması gerektiğini belirten Aral; askeri kamuflaj giymenin Vietnam savaşında ABD’li gazetecilerin Vietkong tarafından öldürülmelerine sebep olduğunu hatırlattı ve “bayraklı” kamuflajın gazeteciyi taraf olarak göstereceğini vurguladı.

Gidilen ülkenin dilinin bilinmesinin veya dili bilen biriyle çalışılmasının önemine de parmak basan Aral, Savaş Ay’la başından geçen şu hikâyeyi anlattı:

“Gdansk Grevi yaşanmıştı Polonya’da. Ben ve rahmetli arkadaşım Savaş Ay; ikimiz de Lehçe bilmediğimiz için, ilişki kuramadığımız için o olayın en büyük kahramanı Lech Walesa’yı tanımadık. Beraberce günler geçirmemize rağmen çektiğimiz fotoğraflarda sadece rastlantı olarak bulunan bir kişiydi. Böyle komik durumlar da olabiliyor. O yüzden yeterli dil bilmek gerekiyor.”

“Savaş muhabirliği diye bir meslek olmadığına inanıyorum“

Coşkun Aral’ın T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle…

- Coşkun Bey, birçok savaşı sahada takip ettiniz; savaş muhabirliği alanında Türkiye’nin en tecrübeli isimlerindensiniz. Bir muhabir, savaş alanındayken nelere dikkat etmeli? Nasıl önlemler almalı?

Öncelikle savaş muhabirliği diye bir meslek olmadığına inanıyorum, çünkü muhabirlik mesleğinde insanın yaşadığı her alan, haber alanıdır. Burayı, alanları önce tanıması lazım. Eğer orada insan yaşıyorsa, gittiği yerin bulunduğu coğrafyadaki bütün temel davranışlarını, psikolojisini, sosyolojisini, antropolojisini, tarihini, her şeyini bilmesi lazım. O yüzden muhabir olmak kolay bir şey değil.

Savaş muhabirliği dediğimiz zaman daha travmatik bölgeler, daha kaosların yoğun olduğu, riskin daha fazla olduğu yerlerden söz ediyoruz. Kısaca rahmetli Ara Güler ustanın tanımlamasıyla, “başkalarının kaçtığı yere, koşarak giden kişiye” savaş muhabiri diyoruz. Bu zaman zaman insanın insana yapmış olduğu savaşın dışında, doğanın insana yapmış olduğu felaket bölgeleri de olabiliyor. 

Coşkun Aral ve Ara Güler 

Öncelikle iyi bir muhabir neyin haber olacağını, neyin haber olmayacağını bilen bir insandır. Savaş dediğimiz o kaotik alanlara gidildiğinde nasıl gitmesi gerektiğini, savaşın yoğun yaşandığı bölgeye nasıl girmesi gerektiğini önceden bilmesi lazım. Bu öncelikle araştırmayla olur. Bölgeyi daha önceden de tanımakla elde edilen birtakım bilgiler olabilir ama önemli olan değişimleri iyi hesaplamak. Bugün gündemde Ukrayna’daki savaş var. Ukrayna’ya defalarca gittim. En son iki sene önce Çernobil’e gitmiştim ama şu andaki durum ile iki yıl önceki veriler birbirini örtmez. İşte bunların değişimlerini takip etmek lazım. Bunları haberlerden, çıkan yazılardan, röportajlardan veya giden meslektaşlarımızın bize aktardığı bilgilerden takip etmek lazım. Tek taraflı mı? Hayır, çok taraflı takip etmek lazım. Sonuçta savaşan dediğimiz zaman birbirinden farklı iki kuvvetin savaşmasından bahsediyoruz. Bazen bu birbirini yok etmeyi amaçlayan üç taraf da olabiliyor. 

Ben buna Vietnam işgalindeki Kamboçya’da tanık olmuştum. İttifak yoktu, Vietnam’ın işgal ettiği Kamboçya’da hem Vietnam’a karşı savaş sürdürdüler hem de sınır bölgesindeki kendisinden kaçan diğer Kmer örgütlerine karşı Kızıl Kmerler’i görmüştüm. Adamlar iki ayrı cephede savaşıyorlardı. Bütün bunları bilmek lazım, tabii ki bu birdenbire birkaç aylık deneyimle, bir stajla, birkaç yıllık çalışmayla olacak şey değil. Öncelikle dediğim gibi insanı, yaşadığı coğrafyayla iyi tanıyan, coğrafi değişimleri, o coğrafyada olup bitenleri iyi gözleyerek geleceğe ilişkin tahminlerde bulunacak birtakım verilere sahip olmak lazım.

''Foto muhabir savaşın dilini uzaktan duman fotoğrafı çekerek anlatamaz''

- Foto muhabirlerin bir savaş alanında bulunmasının önemi nedir?

Ben foto muhabiri olarak bulundum savaşlarda. Biraz daha farklı oluyor o bölgelerde muhabirlikle foto muhabirliği. Örneğin bence şu an cephelerde savaşı en yoğun hissedenler yine foto muhabirleri ve kameramanlar, çünkü iyi görüntü için yaklaşmak lazım, uzaktan duman göstermekle anlatamıyorsunuz savaşın dilini. Orada işte dumanın çıktığı bölgeye ulaşmak gerekir; o ulaşım da bazen kendi fiziki gücü, bazen başka araçların desteği ile olan bir ulaşımdır. Yani savaşın cereyan ettiği, o travmaların insan hayatına yönelik oluşturduğu vahşeti, o sahneleri görüntüleyip kamuoyunu etkileyecek bir gücü harekete geçirmek için görüntünün bazen sayfalarca yazıdan, sayfalarca röportajdan daha güçlü olduğunu biliyoruz. Bunun dünyadaki örnekleri Vietnam Savaşı’nda yaşandı. Onu izleyen kuşaklardan biriyim ben. Vietnam Savaşı’nın ardından Lübnan kuşağında ben kendimden biliyorum; İsrail’in sadece Filistinli teröristlere yönelik operasyon yapmadığının benim çektiğim bir fotoğraf TIME dergisinde kapak olunca anlaşıldığını bana gönderilen mektuplardan biliyorum. “Biz sadece İsrail ordusunun teröristleri bombaladığını biliyorduk, halbuki sizin çektiğiniz fotoğrafta siviller, kadınlar, çocuklar var” diyorlardı. 

Coşkun Aral'ın Lübnan'da yakaladığı kare, TIME'ın kapağından
dünyaya İsrail'in sivil bölgeleri de vurduğunu göstermişti

Değişen bir şey yok, şu anda da aynı şekilde Rusya kendine göre bir gerekçe buldu, bu gerekçenin haklılığını ya da haksızlığını tartışamayız, onu siyasi analistler yapabilir ama ortada da bir dram var. Kendisinden çok daha güçsüz olduğunu bildiği bir ülkeye ciddi bir işgal hareketi yaptı. Bunun sonucunu da görüyoruz şu anda. Tam olarak o görüntüler bize ne kadar yansıyor onu bilemiyorum, araziye gitmek gerekir. Yani orduların propaganda amacıyla çektiği kendi görüntülerini görüyoruz. 

Beni etkileyen fotoğraflardan biri birkaç gün önce bir çocuk hastanesine yapılan bir bombardımanın ardından sedyelerle taşınan yaralanmış hamile kadınları gösteriyordu. İşte bunlar bizim meslektaşların hakikaten çok risk alıp ortaya koydukları çalışmalar. O yüzden o ortamda bulunan öncelikle meslektaşlarımı, hayat kurtaran sağlık görevlilerini de kutluyorum ama bir an önce bu savaşın bitmesi tabii ki isteğimiz. O bölgelerde görev alan muhabirler, foto muhabirler belirli bir deneyim sonucu gidiyorlar zaten,  tecrübesiz bir insanın gitmesi kadar yanlış bir şey olamaz. Belki bir defa hayatınız kurtulabilir ama bu şansa bağlı. Riskin çok yoğun olduğu yerde hayatınıza mal olacak şey sadece salt yaralanma, birtakım organlarınızın kaybı değil, psikolojik olarak da maruz kalacağınız travmalar hayatınız boyunca sizi yaşamdan soğutacak nitelikte bile olabilir. 

Bu işin tecrübelisi olduğuna inandığınız insanlarla olmak önemli, bu birincisi. İkincisi, tabii ki belli bir birikim sonucunda oraya gidecek olmanız lazım. Dil bilmek yüzde yüz gerekli. Ben öylesine yerlerde bulundum ki kendi İngilizcemin veya Fransızcamın yetersiz olduğunu anladığımda ilk yapmayı düşündüğüm şey o yerel dillerden birini konuşan bir insana ulaşıp tercümeyi yapmak. Bu tarzanca dediğimiz sınırlı bir dille olacak bir meslek değil. 

Bu dilleri bilmeden gittiğinizde o dönemleri yaşayan biri olarak söyleyebilirim ki zorluk yaşarsınız. Örneğin Gdansk Grevi yaşanmıştı Polonya’da. Ben ve rahmetli arkadaşım Savaş Ay; ikimiz de Lehçe bilmediğimiz için, ilişki kuramadığımız için o olayın en büyük kahramanı Lech Walesa’yı tanımadık. Beraberce günler geçirmemize rağmen çektiğimiz fotoğraflarda sadece rastlantı olarak bulunan bir kişiydi. Böyle komik durumlar da olabiliyor. O yüzden yeterli dil bilmek gerekiyor. 

- Bir savaş bölgesine  gitmeden önce siz ne gibi hazırlıklar yapıyordunuz? Dilin öneminden söz ettiniz; örneğin kritik kelimeleri öğreniyor muydunuz? Savaşı o noktaya getiren konuları detaylıca inceliyor muydunuz? Kullanılan silahlarla, bombalarla ilgili araştırma yapıyor muydunuz?

Tabii ki, gidilen ülkeyi; onların ordularının veya savaşan güçlerinin kullandığı silahları, silahların kaynaklarını bilmek önemli.

Savaşlar bir şekilde de silah üreticisi ülkelerin showroomları haline dönüştürülüyor. Mesela Rusya, Ukrayna'daki savaşın kolay olacağını düşünerel demodelerle başladı, şimdi yenilerini koyuyor. Bu da operasyonların ne kadar ciddileşebileceğinin göstergesi oluyor, çünkü onlar için çok daha değerli o silahlar. Onların zayiatlarını düşünemediler şimdi mecburiyetten gönderiyorlar. Ben bu analizleri oturduğum yerden yapıyorum. Ne kadar doğru, ne kadar tutarlı o tartışılabilir ama cephede olmuş olsaydım çok daha farklı şeylerle karşılaşabilirdim.

Yani sadece benim adım bu, buradan geliyorum, nereye gidilir, nasıl yapılırdan ziyade biraz daha detaylı bilgi sahibi olmayı biz foto muhabir olarak da gerekli buluyoruz çünkü fotoğrafı destekleyecek caption dediğimiz resim altı önemli. O sizin hem bilgi birikiminiz hem de bu işten haberdar olmak isteyenlere karşı sorumluluğunuz. Bunların etkilerini de orada görüyorsunuz. Bunu yıllarca savaş cephelerinde bulunduğumda silah tüccarlarının zaman zaman bizim bulunduğumuz mekânlara ziyaretlerinde tanık olduk. Silahlarının sonuçlarını görmek için gelirdi bunlar ve bizden fotoğraf isterlerdi buna ilişkin. 

Ne yazık ki bu savaş Avrupa’nın göbeğinde meydana geliyor. Başka bir tehlikeyi de bana çağrıştırdı. Ukrayna savaşmak için uluslararası gönülüller, Rusya da Orta Doğu'dan savaşçılar çağırdı. Bu tehlikeli. Çünkü vekâlet savaşına dönüştüğünde iş, artık istemeseniz bile kontrol sizden çıkabiliyor. Bunların beslenmemesi, desteklenmemesi halinde size karşı da kullanılabileceklerini düşünmek lazım. Paralı asker dedikten sonra bunun milleti yok, yani birinin adına savaşırsınız ama biri size ihtiyacınız olan silahı, imkânları sağlamadığı ya da verdiği vaatleri tutmadığı zaman hemen karşı safa geçebilirsiniz. Bir ulus kavramı, bir milliyet kavramı, bir ulusal kimliğe sahip olup da gerektiğinde canınızı vermeniz gibi bir felsefeleri olmadığı için bu insanların, çok rahat savaşın stratejisi değişebiliyor. 

''Biraz da kaderci olmak gerekiyor...''

Artık saha habercilerin güvenliği sağlayacak unsurlar var. Gazetecilerin üzerinde çelik yelekler görüyoruz, daha doğrusu sıkıştırılmış ipek veya porselen destekli yelekler bunlar. Tabii bunlar küçük çaplı mermiler ve şarapnellere karşı koruyucu etkisi olan şeyler ama savaşların büyük tehlikelerle dolu olduğunu bildiğimiz için bunların da bazen hiç anlam ifade etmediğini biliyoruz. Üstelik de ağırlar ve üzerinizdeki makinelerle beraber hareket imkânınızı azalttığı için sorun da çıkarabiliyor. Yüzlerce, binlerce insanın keskin nişancıların bir kilometre öteden, bir kilometreyi de aşan mesafelerden atmış oldukları mermilerle hayatını kaybettiğini gördük. Bunlar hep deneyimler. Hiçbir şey görmüyorsunuz, hiçbir şey duymuyorsunuz; mermi sizi bir anda vurabiliyor. Diğer tarafta bubi tuzakları dediğimiz yahut da mayın dediğimiz savaş dışı bırakmak üzere hazırlanmış konvansiyonel silahlar da söz konusu. Şu anda mesela misket bombası atılıyor mu atılmıyor mu tartışması var. 

Rusların, Ukrayna’da bazı bölgelerde kimyasal ve biyolojik silahlar üretildiğine dair iddiaları var. Bunlar var mı, yok mu tartışılır, bunlar uzmanların bileceği işler ama bilmemiz gereken şeyler kimyasal silahın örneğini en son Halepçe’de gördük, iki sene sonra yine Kuzey Irak’ta kullanıldı. Yine ona yakın kimyasal malzemelerle yapılan hardal bombasını ben ilk defa hayatımda İsrail’in işgal ettiği Lübnan topraklarında ve kuşatma altındaki Beyrut’ta gördüm. Diri diri yanan savaş kurbanlarına, özellikle çocuklara tanık oldum. Bütün bunlar ve bunlara karşı alınacak önlemler bilgi sahibi olduğunda öğrenilecek şeyler. El kitabıyla kolay kolay öğrenilecek şeyler değil. İşte o yüzden tecrübeli insanlarla olmak ama bunun dışında da biraz kaderci olmak gerekiyor.

- Savaş muhabirliğinin ciddi de bir psikolojik tarafı olduğunu tahmin ediyorum. Ölüme ve yıkıma haber merkezinden şahit olmak bile zorken siz bizzat çıplak gözle görüyorsunuz. Bu durum gazetecinin psikolojisini nasıl etkiliyor?

Çok ağır oluyor. Ben çok daha duyarlı oluyorum mesela. Evimde bile eşimin benden en çok şikâyet ettiği şey, televizyon başında sabahın erken saatlerinden gecenin geç saatlerine kadar, hatta gece yarısından sonra belli aralıklarla haber takip etmem. 

Böyle bir deformasyon oluyor, güzel bir şey değil. Ortamı bile zehirleyebiliyorsunuz. Duyarlılığımız fazla oluyor, bazen paranoyaklık ölçeğinde korkularınız olabiliyor. Kendi ülkeniz de savaş alanına dönüştürülebilecek birtakım oluşumlara gebe. Geçmişte de demiştim: Bir sabah kalktığınızda mülteci olabilirsiniz. Avrupa’nın göbeğinde, gelişmiş bir Avrupa ülkesi, AB’ye aday olmak isterken, NATO’ya girme kararı tartışılırken bir anda savaş bölgesi oldu. Bırakın kendi ülkesini Polonya’nın da başını derde sokacak, bir AB ülkesinin bile başını derde sokacak duruma geldi. ABD Patriotları (füze savunma sistemi) Polonya’nın Ukrayna sınırına doğru gönderdi. 

Yani bizde olmaz diye bir şey yok. Baltık ülkeleri halen ateş üstünde, halen bunların kâbusuyla yaşıyor. 

Bazı ülkeler, tarihindeki son savaşları unutturmamak çabası içindeler. Bunlardan biri Finlandiya. Finlerin, Ruslara karşı İkinci Dünya Savaşı’ndan önce vermiş oldukları adeta bugünkü Ukrayna savaşının benzeri bir savaş var. Hatta molotof kokteylinin ilk çıkışı orasıdır. Ondan sonra İspanya İç Savaşı’nda kullanılmıştır. O dönemde Sovyetler Birliği Savunma Bakanı Molotov’a inat olsun diye yapılmış çok ilkel bir savaş yöntemi; içine asit konulmuş benzin veya mazotun parafinlenmiş çaputla tanklara, zırhlı araçlara atılması. Bu, o araçların yanmasına yol açıyor.

Josef Stalin ve Vyaçeslav Molotof

Şu anda fotoğrafları, görüntüleri görüyorsunuz, Ukrayna’da şu an o üretiliyor. Yani gelişmiş silahlardan ziyade, halkın temel silah olarak kullanabileceği en ilkel alet. İçi asitle karıştırılmış hem yakıcı hem de savaş dışı bırakacak, yaralayıcı özelliği olan bir molotof kokteyli.

Bazen soruyorlar neden gitmedin Ukrayna’ya diye; dizlerimden dolayı merdiven inme, çıkma imkânım yok. Savaşlarda da başka insanların hayatını tehlikeye atarsınız. Zaten savaşlarda kullanılan bazı silahların çok yaygın olmasının sebebi direkt öldürerek değil, birkaç kişiyi daha savaş dışı bırakmak için insanları yaralamak. Yani yarın öbür gün öyle bir yerde tahliye sırasında benim bulunduğum binayı terk etmek için iki askerin yardımı onların hayatına mal olabilir, o yüzden gitmemeyi tercih ettim. Yoksa bir haberci olarak kendi kanalımda yayınlamak üzere giderdim. 

- Sahada yaşadığınız en korkutucu an neydi?

Çok farklı savaşlar var. Beyrut’ta içinde 10-15 kişi olan bir araba. İçeride bir çocuk vardı; boğulacak gibiydi. Annesi, çocuğu alıp dedesine götürmem için arabadan uzatarak kucağıma verdi ve onu yakınlardaki dedesine götürmemi istedi. 

O sırada bana çocuğu emanet eden annenin içinde bulunduğu araba isabet aldı, yanmaya başladı. Ben oraya bakarken, hızla daha güvenli bir yere, çocuğun dedesinin bulunduğu yere doğru yöneldim. Ulaştırdım ama çocuğun boynunda bir kan damlası gördüm, çocuk ölmüştü. Çok minik, küçük bir şarapnel parçası çocuğun boynuna saplanmıştı.

Onun dışında çok daha ilkel savaşlara da tanık oldum Liberya’da, Ruanda'da. Palalarla yapılan savaşlar. Düşmanınızı önce dom dom kurşunu dediğimiz saçmalarla yaralıyorsunuz sonra kafasını, kollarını vücudundan ayırıp kafasıyla poz veriyorsunuz. Manzaralar korkunç. İnsanoğlu ne olursa olsun bunları yapacak nitelikte vahşi bir yaratık diyebilirim. İşleri o hale getirmemek lazım. 

Geçenlerde bir arkadaşımız ‘kadınlar kaçıyor’ demişti. Kimseyi kaçtığı, durduğu, kaldığı için yargılayamayız, öyle bir hakkımız yok. Ben bunu Beyrut’un kuzeyindeki dağlık bölgede yaşadım. Üç, dört arkadaştık. “Katyuşa” dediğimiz, şu anda çok kullanılan, binaların yok olmasını sağlayan Stalin orgu dedikleri, Rusların İkinci Dünya Savaşı’nda geliştirdikleri, şu anda da daha farklı teknoloji ile donattıkları Katyuşa roketleri. Bunların içinde hem yakıcı gücü hem tahrip gücü çok fazla olan roketler var. Art arda patladığı zaman yan yana sekiz, on tane siteyi yok edebiliyor. Üstelik yakarak yapıyor bunu. 

''Gazetecinin üniforma giymesi taraf olduğunu gösterir''

- Ukrayna savaşına bakınca sadece savaş tecrübesi değil, saha tecrübesi de olmayan gazetecilerin gittiğini görüyoruz. Sosyal medyada bir gazetecinin askeri üniformayla görüntü vermesi çok tartışıldı. Ne gibi riskleri olabilir bunların? 

Ben çıkan haberleri gördüm. O arkadaşımızı tanımıyorum, tanışmadık ama cesaretinden ötürü kutluyorum öncelikle. Daha önce de Afganistan’a gitti, kutluyorum ama bilmesi gereken bir şey var; birincisi, bunun bedelini Vietnam Savaşı’nda; yanılmıyorsam ABD ordusu kendisiyle embedded anlaşma yapan bütün gazetecilere üniforma verdi. Buna, Kore Savaşı da ondan önce İkinci Dünya Savaşı da dahildir. Vietnam Savaşı’nda bunun bedelini 25’e yakın muhabir ve kameraman hayatlarıyla ödediler çünkü Vietkong bir helikopteri düşürmüştü, Amerika’nın çok önemli bir savaş fotoğrafçısı ve onunla beraber bulunanlar hayatlarını kaybettiler. Vietkong açıklamasını yaparken “biz helikopterin içindeki herkesi asker olarak gördük” demişlerdi.  

Onun üzerine çok hızlı bir kararla gazeteciler kendi güvenlikleri için daha sivil giyinmeye başladılar. Lübnan Savaşı’na kadar İran- Irak Savaşı’ndaydım, cephede meslektaşlarımı gördüğümde üstlerinde İran’ın koşullarına uygun daha açık renkli safari ceketleri vardı; kırmızı, lacivert penceli şeyler, daha dayanıklı ve yırtılma riski daha az olduğu için blue jean pantolonlar. Biz o cephelerde bulunduğumuzda hem cepheye uyum hem de fark edilmek için bunları giyiyoruz. Sonraki dönemlerde hatta nedenlerinden biri benim, 1981 yılında bir ziraat fuarında, hemen Kuzey İrlanda’dan sonra Paris’te gittiğimiz bir tarım fuarında balık avcılarına yönelik bir yelek bulmuştuk. Onları aldık, olta takılan bölümlerini kesip kan grubumuzu yazdık, bununla Belfast’a, Kuzey İrlanda’ya gittik. Arkasından Lübnan’a gittik. O yelek bir anda ticarileşti ve birkaç ay sonra dünyada bazı firmalar fotoğrafçılar ve kameramanlar için yelek üretmeye başladılar. Çıkışı, daha önceden var olan sadece balıkçıların kullandığı bir yelektendi. Onun üzerine gittiğimiz yere göre ‘press, prensa, sahafi, habernigar’ gibi yazıları yazarak gazeteci olduğumuzu tanıtmaya başladık. 

Kiev’de gördüğümüz arkadaşımı kimsenin eleştirmeye hakkının olmaması lazım, ama yaptığı riskli bir şey. İkincisi üniforma giymek taraf olduğunuzu gösterir. Sonuçta size ödünç de olsa verilen şeyin üzerinde bayrak var. Sizin gazeteci olarak hiçbir yerde taraftar olmamanız gerekir. Gerçi diyeceksiniz ki Türkiye’de Güney Doğu hareketlerinde baktığınız zaman aynı şeyleri görebiliyoruz, kimse de bir şey söylemiyor. Daha önce ben Türkiye’de 1970’li yıllarda askeri tatbikatlara gidiyordum. Ustamız Ergin Konuksever’di, Ergin Abi asker kökenliydi. Onun gittiği yerlerden aldığı parkalara özeniyordum ben açıkçası, keşke benim de olsa diyordum. Sonraki dönemlerde ben de parka sahibi oldum ama onunla hiçbir zaman cepheye gitmedim. Bunlar bazen bizi taraf gibi gösterebilir. Daha şık görünmek, güzel görünmek veya bir yerin simgesiyle gördüğünüzde Instagram'da daha çok izlenebileceğinizi zannetmeniz gibi nedenler de var. İnsani reaksiyonlar bunlar, bundan ötürü suçlayamam kimseyi.

Şu anda Türkiye’den o bölgeye çok gazeteci gidiyor. İnşallah hiçbirinin burnu kanamaz, inşallah barış haberlerini en kısa zamanda verirler. Birincisi tek başlarına gitmediklerini biliyorum, gerekli donanımları var, artı Ukrayna bizi tanıyan bir ülke. Hatta bu savaşta Türk Siha’larının vermiş olduğu bir zaferle halkının da sempati duyduğu bir ülke. O yüzden yalnız olmadıklarını biliyorum. Son giden partiye de baktım, gerek büyükelçiliklerin tahliyesi için oraya gönderilen araçlar, gerek oradaki şirketlerin konukseverliği sayesinde kalıyorlar. Bunlar güzel şeyler ama tabii ki buraya en önce gitmek çok çok daha farklı. Bir de bizim meslektaşları henüz çok fazla görmedim, sadece ekip çalışmalarında gördüm. Türkiye’nin çok başarılı foto muhabirleri var uluslararası alanda çalışan, onların bazı yerlerde fotoğraflarını görüyorum.  Dediğim gibi hamile kadının bombalanan bir hastanede enkazın içinden çıkarılışının, onun yüz ifadesinin vereceği mesaj çok daha evrenseldir. Kelimelerle oynayabilirsiniz, sözcükler değişebilir, yazılar size göre, duygunuza göre değişebilir ama fotoğrafın gücü bazen çok daha fazla olabiliyor. 

- Yarın savaş alanına gidecek bir gazeteciye vereceğiniz tavsiyeler ne olurdu?

Öncelikle gazeteciliği yapan birinin gitmesi lazım. Türkiye’de şu anda bazı arkadaşlarımızın tavır ve davranışları skeçlere bile konu edilebiliyor, bence yanlış. Çünkü savaş içinde psikolojiniz her an değişebiliyor. Herkes korkabilir, korkusundan altına da yapabilir, rengi kireçe de dönüşebilir. Kimse az korkuyor, çok korkuyor diye suçlanmasın, böyle bir şeye hakkımız yok bizim. Dil sürçmesi yapabilir, her şeyi unutabilir bunlar olabilir. 

Ben kendi hallerimi hatırlıyorum; hiç hatırlayamadığım anlarım da var benim. Ekranlarda kendimi gördüğümde herkes ertesi gün alnımdan öpmeye gelmişti meğer ben birini kurtarmışım, hatırlamıyorum bile öyle bir şey. İnsanın tavır ve davranışları da o korku ortamında değişebilir ama tavsiyem, birincisi gazetecilikte belli bir olgunluk süresi olan insanların bu alanlarda tecrübesi olan insanlarla gitmesi. Bundan sonra savaşın biçiminin değişeceğinin haberlerini verdim ama umarım değişmez. Çünkü bugüne kadar gönderdikleri silahların etkilerini biliyorduk; gönderebileceklerinin etkilerini bilmiyoruz.

O yüzden gidecek arkadaşların bunları bilmeleri lazım ama her şeyden önce yereli çok iyi tanımaları lazım. Bir de gazeteci olduklarını unutmamaları gerekir.