Sabah yazarı Hıncal Uluç, Beatriz Colomina ve Mark Wigley küratörlüğünde gerçekleşecek 3. İstanbul Tasarım Bienali'yle ilgili olarak kaleme aldığı yazıda Türkiye'deki magazin gazeteciliğini eleştirdi. 1957'de Yeni Gün'de magazin sayfasını da yönettiğini hatırlatan Uluç, "Moda Haftası!.. Moda ne?. Bilmem.. Kim gelmiş en önden seyretmiş, ne giymiş.. O var.. Magazin ona indi çünkü. Sevgili Bülent'le İstanbul Modern'de buluştuk.. Orada nasıl mutlu oldum.. Müze cıvıl cıvıl.. İlkokul, orta okul, lise öğrencileri gelmişler.. Oradan oraya koşuyorlar.. Bakıyorlar.. Tartışıyorlar.. İlkokulluların ellerinde resim kağıtları ve mumlu boyalar, çiziyorlar.. Müze ve okullar organize ediyormuş ziyareti.. İşte en güzel magazin?. Hani?.
Yarın New York Times yazar, okuruz.. Şaka değil" diye yazdı.
Hıncal Uluç'un "İnsan.. Yaşam.. Dünya.. Zaman ve Tasarım!.." başlığıyla yayımlanan (23 Ekim 2016) yazısı şöyle:
Yıllar önce, Bilbao'da Guggenheim Müzesi'ni geziyordum. Yeni açılmıştı. Nasıl batakhane bir mahalleden geçip gitmiştik. İnanın insan yürümekten korkar.. Şimdi o mahalleyi tanımak mümkün değil.. Kentsel dönüşüm nedir, merak eden gitsin görsün.. O mahalle, yasayla, kamu aracılığıyla falan değil, o müze ile dönüştü. O batakhanede evi, yeri olanlar, şimdi milyoner olmalı..
Müzede bölümler var.. Gittiğim gün, galeri kısmında Robert Rauschenberg adlı sanatçının eserleri oda oda, hol hol sergileniyordu. Çok önemli biri olmalı ki, bunca yer ayrılmış. Daldık tabii..
Ama eserlere hayretle baktım.. Koca bir odanın içinde üst üste yığılmış sandalyeler.. Hani bir kahveyi boşaltıyorsunuz da, tek hamal taşısın diye sandalyeleri ortada toplamışsınız.. O!..
"Bunu ben de yaparım" dedim.. Dediğim doğru.. Herkes yapar..
Az ilerde çerçevesi bile olmayan bembeyaz bir tablo asılıydı. "Bunu da yaparım" demiştim. O tablo San Francisco Şehir Müzesi tarafından 10 milyon dolara alındı.
Bir müze görevlisi ile konuştuğumu hatırlıyorum..
"Herkesin yapabileceği şeylerin nesi sanat" diye sorduğumda, "Siz de yapardınız ama, o tasarladı" dedi.. Pek anlamadım.. Kabul de etmedim.. Dönüp geldim, bu düşüncelerimi yazdım da.. Bir tartışma başladı.
Aradan yıllar geçti, çağdaş sanatın yapmak değil, tasarlamak olduğunu anlamam için..
Üçüncü Tasarım Bienali'ni geziyorum, Galata Özel Rum İlkokulu'nda, en üst kat.. Yani beşinci.. 77 yaşında beş kat tırmanmak.. (Bu bienalleri yaratan sevgili Bülent dostum (Eczacıbaşı) bu tarihi yapısı ve fevkalade tasarımı ile, bienallere yakışır ev sahipliği yapan bu en önemli mekana bir asansör ekletsene, artık..)
Bu katta eserler, salona açılan odalarda.. Salon boş.. Boş dediysem iki sandalye var.. Güvenlik görevlileri otursun diye.. Onlar yok. Birine ben çöktüm nefes almak için.. Karşımda duran öteki sandalyeye bakarken aklıma geldi, Bilbao sandalyeleri..
Tasarım Bienalleri, bu ülkenin yurt dışı gururu oldu. Bakmayın bizde haber bile yok. Yazan yok.. Tanıtan, duyuran, insanları görmeye teşvik eden medya yok..
"Magazin gazeteciliği öldü" dedim dün.. Ölmedi mi?.
Ben 1957'de Yeni Gün'de gazeteciliğe başladığımda sadece Spor değil, magazin sayfasını da yönetiyordum.. O işi iyi bilirim.
Rakip, o da yerel gazete Ulus'un iki magazin yazarını söyleyeyim mi?. Faruk Güvenç ve Metin And!. Faruk Ağabey, müzik, klasik müzik yazardı. Metin Ağabey Tiyatro.. Bir de dedikodu yazarı vardı gazetenin saklı isimli ki, rahat yazsın.. O da konsere, galaya gelen ünlüleri, kılıklarını kıyafetlerini yazardı.
Bugün hangi magazin sayfasında böyle dev imzaların sanat yazılarını okuyorsunuz?. 1957'de magazin tek sayfa iken, bugün sayfalar dolusu ekler var, üstelik..
Moda Haftası!.. Moda ne?. Bilmem.. Kim gelmiş en önden seyretmiş, ne giymiş.. O var.. Magazin ona indi çünkü..
Sevgili Bülent'le İstanbul Modern'de buluştuk.. Orada nasıl mutlu oldum.. Müze cıvıl cıvıl.. İlkokul, orta okul, lise öğrencileri gelmişler.. Oradan oraya koşuyorlar.. Bakıyorlar.. Tartışıyorlar.. İlkokulluların ellerinde resim kağıtları ve mumlu boyalar, çiziyorlar.. Müze ve okullar organize ediyormuş ziyareti..
İşte en güzel magazin?. Hani?.
Yarın New York Times yazar, okuruz..
Şaka değil..
O müze açılışından bir yıl falan geçmişti. New York Times'da harika bir yazı okudum.. Bizde satır yokken.. O müzenin yaratıcısı, bence heykeli dikilesi Oya'yı aradım. (Bülent'in eşi..)
"Yahu dış basında ilginç yazılar çıkıyor. Sende vardır, bana birer kopyasını yollasana" dedim.. İki gün sonra, ansiklopedi büyüklüğünde ve kalınlığında bir dosya geldi.. Yüzlerce yazı yazılmış, dışarda.. İçerde tıs..
Magazinciler, orda açılış galası ola ki, sosyete takıp takıştırıp gele ki, onları yazalar!.
Bienal'de gala yok.. O zaman yazı da yok..
Oysa müthiş çarpıcı bir konusu var, bu üçüncü bienalin.. "İnsan.. Yaşam.. Gezegen.. Zaman.." Tasarımın bunlar üzerindeki etkisini keşfetmek istiyorsanız eğer, meraklıysanız nerden gelip nereye gittiğimize, buyrun size bu yıl beş ayrı mekanda sergilenen "Biz İnsan mıyız" başlıklı Bienal!.
Bienal öncesi, İstanbul Modern'in dünya güzeli terasında (Bu defa rıhtıma yanaşan gemi de yoktu, nasıl muhteşemdi manzara.. Tanrı en güzel tasarımını bize bahşetmiş!.) yemek yerken Bülent Londra'da katıldığı bir toplantıyı anlattı. Stephen Hawking konuğu imiş yemeğin.. Bir de resim.. Kıskançlıktan çatladım. Bülent, yemekte Hawking'in yanında oturuyor.. (Kim Kardaşyan'ın yanında otursa ne magazin olurdu ama..)
Einstein'i geçen, onun hatalarını düzelten beyin Hawking.. Bir yanağında tırnak kadar bir yer kıpırdıyor ancak.. Bu kıpırdama bilgisayara yazı oluyor. Bilgisayar o yazıyı sese çeviriyor.. Hawking öyle konuşuyor..
Bu nasıl bir tasarımdır.. Böyle bir dehanın bu hayatı yaşaması, nasıl bir tasarımdır acaba, diye isyan edesi geliyor insanın ama etmeyin.. Her genç gibi, sağlıklı gelişseydi Hawking, bu kadar düşünmeye vakit ayırabilir miydi?.
Hayatındaki tek eylem düşünmek.. Onun sadece düşünmeye izin veren bir yaşama mahkum olması, insanlığın şansı olamaz mı?.
Yemek bitti.. İstikamet Rum Okulu.. İnsan'dan başlıyoruz girişte..
Bienal'in ilk salonuna bir merdivenle çıkılıyor.. "Dönüp bakın" dedi, bizi gezdiren ve anlatan Ayşe Bulutgil.. Döndüm, giriş kapısının üzerinde dev bir ayna.. Aslında bilgisayar.. Bizi gösteriyor, ama iki saniye gecikme ile ve görüntülerimizi eğerek, bükerek..
İşte Hawking.. Biz hangisiyiz.. Gözlerimizle gördüğümüz mü, yoksa karşımızdaki sanal bilgisayardakiler mi?. Hangi zaman doğru, hangi biz doğru?.
Daha orda çarpıldım..
İlk insanların izleriyle başlıyoruz işe..
İlk insanlardan bugüne, nasıl gelmişsek, hepsini "Tasarım"a borçluyuz.. Daha ortada insan eliyle yapılmış barınak yokken, mağara adamı duvara resim çizmiş binlerce yıl önce.. İşte ilk tasarım. Taşı sopaya bağlamış, silah, alet yapmış.. Tasarım.. Tekerleği keşfetmiş.. Bugünkü medeniyetin gelmiş geçmiş en büyük keşfi.. En büyük tasarım..
Nerden çıkmış o tasarımlar?. Beyinden.. Beyin tasarlamış, tasarlanan yapılmış, beyni daha da geliştirmiş. Daha gelişmiş beyin, daha hızlı, daha mükemmel tasarlamaya başlamış.. O tasarımlar sonucu beyin daha da gelişmiş, daha da hızlanmış.. Böyle sürüp gidiyor. Örnek..
Tekerlekle ilgili ilk kayıt, Sümerlerden.. İsa'dan 3500 yıl önce.. O tekerlek üzerinde hızlanıp uçan ilk uçak (Hepsi hepsi 33 metre) 1871!. Ve 33 metre uçan ilk uçaktan 100 yıl bile geçmeden (1969), insanoğlu ayda!.
Bakar mısınız, tasarımın insana, gezegenimize, giderek güneş sistemine, galaksimize, evrene etkilerine..
Bakın lütfen..
Galata Özel Rum Okulu, bir.. Stüdyo X, iki.. (Meclis-i Mebusan Caddesi, Beyoğlu), Depo, Alt Sanat Merkezi (Bomontia), İstanbul Arkeoloji Müzesi..
Girişler ücretsiz..
En merkezi, gidişi en kolayından başlayın benim gibi.. Galata'dan..
Akıllara seza işler, insanın yüzüne tokat gibi çarpan videolar izleyeceksiniz.. Şaşkına döneceksiniz.. Bol vakit ayırın yalnız ki, tüm videoları seyredebilesiniz..
Hemen yapın.. Bugün mesela!..
(Bu yazı cuma günü öğleden sonra, o sabah çıkan gazetelerin açılışa gereken haber değerini vermeyişleri üzerine yazılmıştır. Dün sabah başta bizim gazete eklerde çok güzel sayfalar gördüm. Yazımın bazı bölümlerini değiştirme imkânım yok, ama mutluluğumu paylaşmak istedim.)