Yeni Şafak yazarı Salih Tuna, darbe girişimini tüm yönleriyle araştırmak ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu'nda dinlenen gazeteci Fehmi Koru'ya yönelik "Bu yazar, rest çekemediği gibi geçen günkü yazısında, 'ABD'nin Gülen'i iade etmesini neden istiyorsunuz? Gülen, Türkiye'ye gelecek de ne olacak? Durduk yere başınıza iş almayın' yollu akıllar veriyor. Artık ne zannediyorsa, Fetullah Türkiye'ye getirildiğinde, 'Bu yazara ev hediye ettin mi?' diye sorulmayacak herhalde" dedi.
Star yazarı Hüseyin Gülerce, Fetullah Gülen'in Fehmi Koru'ya ev hediye ettiğini iddia etmişti.
Salih Tuna'nın "Bu yazar Fetullah’ın iade edilmesini neden istemiyor?" başlığıyla yayımlanan (24 Ekim 2016) yazısı şöyle:
Ben de, Sayın Cumhurbaşkanımıza, ”Beştepe'yi boşalt” diyen bu yazara, “ Fetullah Gülen'in kendisine aldığı evi o boşaltabilecek mi bakalım? ” demiştim.
Bunun üzerine…
Çok okunacağımdan endişe ettiğinden olsa gerek adımı vermemek için, “Yeni Şafak gazetesinde köşesi olan biri 'hediye ev' konusuna takılmasaydı yine sessiz kalacaktım” şeklinde tuhaf bir ifadeye yer verdiği yazısında, “ Bir yalanı illâ yalanlamak gerekir mi?.. ” karşılığını vermişti.
İşaret zamirine hiç başvurmadan adını direkt başlığa çekmek isterdim. Ama buna üzülecek mi sevinecek mi doğrusu bilemedim.
Zira bir yazısında böyle diyordu.
Adının dercedilmesine üzülsün mü sevinsin mi bilemiyormuş.
Hatta bir yakını ona, “Sadece çok okunan değil, yazısının başlığına ismini çekenleri de çok okutan bir yazarsın” dediğinde bu şaşkınlığı yaşamış.
Lakin şaşkınlığı “pat” diye nihayete ermiş.
Çünkü, düşünmüş bakmış, hakikaten öyleymiş.
Okunma derdi olanlar, onunla ilgili iki satır yazıp yazısının başlığına ismini çıkarttığında, bakıyormuş, o gün çok okunanlar arasına giriyormuş.
Halbuki…
Başkalarını bilmem ama benim “bu yazarın” adını vaktiyle başlığa çekmekteki maksadım, tıklanmasına mütevazı bir katkı sunmaktı.
Tıklanmaktan çok hazzettiğini biliyordum çünkü.
Dahası, tıklanmak işine geliyordu. Bunu da bir yazısında reklam geliri üzerinden açık seçik dile getirmişti.
Fakat…
Madem öyle düşünüyor, yani madem adını zikretmekle menfaat temin ettiğimizi vehmediyor, bundan kelli adını hiç anmayacağım, dedim.
Sırf bunun için bir defasında cevap bile vermedim.
Star gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce, Fetullah Gülen'in “bu yazara” bir ev hediye ettiğini kendisine söylediğini dile getirmişti.
Bu yazar da, bu iddiaya sessiz kalmıştı.
Ben de, Sayın Cumhurbaşkanımıza, ”Beştepe'yi boşalt” diyen bu yazara, “ Fetullah Gülen'in kendisine aldığı evi o boşaltabilecek mi bakalım? ” demiştim.
Bunun üzerine…
Çok okunacağımdan endişe ettiğinden olsa gerek adımı vermemek için, “Yeni Şafak gazetesinde köşesi olan biri 'hediye ev' konusuna takılmasaydı yine sessiz kalacaktım” şeklinde tuhaf bir ifadeye yer verdiği yazısında, “ Bir yalanı illâ yalanlamak gerekir mi?.. ” karşılığını vermişti.
Elbette, gerekmez.
Lakin bu yalanın sahibine, 17- 25 Aralık 2013 kumpasını tertiplediği aşikar olduğu halde, “ 25 Aralık'ı bilmiyordu ” diyecek kadar ihtimam göstermişseniz gerekir.
Hele hele 15 Temmuz'un ardından bile, “Darbenin beyni' Gülen olabilir mi? Olmasa da oldu bile…” şeklinde ihtiyatla yaklaşmışsanız pekala gerekir.
Hem o kadar gerekir ki, işinize gelince kuşkucu, işinize gelmezse kör kütük sağır olabilme maharetiniz işe yaramaz.
Gelgelelim…
Bu yazar, mahut iddia üzerine, Gülen'e “müfteri, yalancı, sahtekâr” diye saydıracağına, Gülerce'ye çakmayı ve fakire de sitem etmeyi yeğlemişti.
Neden acaba?
Aydın Doğan bile böyle bir iftiraya maruz kalsa, “ Ey Fetullah Gülen, iddianı ispat edersen hep birlikte Ertuğrul Özkök'ü Taksim'de asalım, yok şayet edemezsen müfterisin, şerefsizin önde gidenisin ” diye rest çekerdi.
Bu yazar, rest çekemediği gibi geçen günkü yazısında, “ABD'nin Gülen'i iade etmesini neden istiyorsunuz? Gülen, Türkiye'ye gelecek de ne olacak? Durduk yere başınıza iş almayın… ” yollu akıllar veriyor.
Artık ne zannediyorsa…
Fetullah Türkiye'ye getirildiğinde, “ Bu yazara ev hediye ettin mi? ” diye sorulmayacak herhalde.
Ya?
“ İğdiş hale getirdiğin, robotlaştırdığın, mankurtlaştırdığın şu tabanının büyüsünü çöz ” denilecek.
Büyüsünü, yani, sende vehmettiklerini…
Nihayetinde Fethullah çözüldükçe tabanı da (her bakımdan) çözülecektir. Bu da her şeyden evvel mahut tabanın “ tahrip kalıbına ” dönüşmesine engel olmanın en kestirme yoludur. Neyse.
Doğrusunu isterseniz, ben bu yazarı severim, sevdiğim için de üzülmesini hiç istemem.
Bir hobi olarak bile çelişkilerini yüzüne vurmayı hiç düşünmedim.
Öyle olsaydı, bir süre önce, “Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı hiç tanımadığımı anladım” dediğinde, tee 2008'de, “Obama gibi geldi, Bush gibi politika izliyor” şeklindeki lakırdısını hatırlatırdım.
Hani, dönemin Başbakanı Erdoğan, “Sevsinler seni” karşılığını vermişti de bu yazar da ağzını açmak yerine, “sevilmiş sevilmiş” dolaşmayı tercih etmişti.
Nedense 2011'den sonra hepsi “herif” kesildi. (Ne tesadüf değil mi, aynı tarihten itibaren Erdoğan'a karşı Fetullah ve örgütü harekete geçmişti.)
Bugünkü yazı yolcuğumuzda bu yazardan bahsetmemin tek nedeni var:
Fetullahçı Terör Örgütünün (FETÖ/PDY) 15 Temmuz 2016 Tarihli Darbe Girişimi İle Bu Terör Örgütünün Faaliyetlerinin Tüm Yönleriyle Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonuna verdiği fotoğraf. (Tanrım, bu komisyonun kısaltılmış adı nasıl bir şey olur acaba?! )
Gördüğünüz gibi komisyonun adı acayip azametli. Musul'a sürsen, DAEŞ tek kurşun atmadan teslim olur gibi bir havası var.
Ne ki, adı namütenahi gibi ama işlevi sınırlı galiba.
Çünkü bu yazarın bu komisyonun masa başında öyle bir fotoğrafı var ki, kim kime ifade veriyor, belli değil.
Ama Allah'ı var, koltuğu değil masayı bile dolduracak kadar güzel oturmuş adam.
O kadar ki, gözüm mezkur komisyon başkanı Reşat Petek'i aradı, bulamadım.
Oturumun 3,5 saat sürmüş olması üzerine bu yazar, “Öğrenme aşkı diyebilirsiniz buna” demiş.
Ben ne desem bilmem ki?
Ben bu aşkın ızdırabının önlem alacağı örgütün faaliyetinin…