Yaşam

Şakirin camiinin kardeşleri de varmış

Zeynep Fadıllıoğlu’nun tasarımı olarak tanıtılan Şakirin Camii’nin yapım öyküsünün farklı olduğu ortaya çıktı.

15 Mayıs 2009 03:00

Zeynep Fadıllıoğlu’nun tasarımı olarak tanıtılan Şakirin Camii’nin yapım öyküsünün farklı olduğu ortaya çıktı. Caminin gerçek mimarı Hüsrev Tayla, Adana ve İSTOÇ’taki eşleri ile berabar Şakirin Camiinin üçüz olduğunu belirterek, “O camide karmaşa var, o camide huzur yok” dedi.

Taraf gazetesi Yazıişleri Müdürü Yıldıray Oğur, caminin tanıtımlarında adı geçmeyen, hatta açılışına dahi katılmayan 84 yaşındaki mimar Hüsrev Tayla ile görüşerek caminin bilinmeyen öyküsünü yazdı. Taraf gazetesinde bugün (15 Mayıs 2009) ‘Şakirin değil, mimarın camisi’ başlığıyla yayınlanan haber şöyle:

“Mimar Zeynep modernizmi.” Taraf‘ın medyanın büyük bir kısmıyla birlikte yanlış verdiği Şakirin Camii haberlerinin birinci sayfadaki başlığı böyleydi. Galiba ben attım bu başlığı. Sonradan anlaşıldı ki yaşanan profesyonelce organize edilmiş bir halkla ilişiler kazasının ötesinde, 84 yaşında ömrünü cami yapımına vakfetmiş bir mimara yapılmış büyük bir haksızlıktı.
Fadıllıoğlu’nun “İslamiyet’e estetik getiriyoruz” açıklamalarını duyunca kuşkulanmamak da ayrı bir kabahatimiz olsun.
Hatanın büyüklüğünü fark ettiğimiz anda biraz da mahçup bir yüzle soluğu usta mimar Hüsrev Tayla’nın Gümüşsuyu’ndaki evinde aldık. İstanbul’a atılmış en büyük mimari kazıklardan biri olan Park Otel’in arkasında kalan, geniş ve ferah ev, galiba Hüsrev Bey’in aynı zamanda ofisi.
Duvarlarında ünlü hattatların eserleri olan, kokusunu babaannemin evinin kokusuna benzettiğim eve daha yeni girmiştik ki olan bitenin epey üzdüğü anlaşılan Tayla sebebi ziyaretimize geçmeden kendiliğinden anlatmaya başladı.
Karşımızda tarihî dokuyu korumak için yıllarca koruma kurullarında Mephisto’lara karşı mücadele etmiş, Türkiye’nin en politik ve tartışmalı camisi olan Kocatepe’yi yapmış, Boğaz’ın en eski Türk evi Amcazade Yalısı’nı yeniden hayata döndürmeye çalışan bir mimarı bulunca pek çok şey de konuştuk. Türkiye’nin “son moda” camisi Şakirin’in hikâyesi bu konuşmaların arasına girdi.
Hikâyenin en son karesini anlatıp heyecanı arttırayım: Hüsrev Bey, mimarı olduğu Şakirin Camii’ni en son beş ay önce görmüş. İçeriye de, ancak kendisini tanımayan güvenlikçiyi hafifçe iterek girebilmiş.
Heyecanla ve hiç okumadan imzalanan mukavele
Hikâye’yi 1905 İstanbul doğumlu Semiha Şakir’in 20 yaşında çok zengin bir Suudi işadamıyla evlenmesiyle başlatabiliriz. Ama yerimiz dar olduğu için en iyisi Gürtuna döneminde Büyükşehir Belediyesi’nin Karacaahmet Mezarlığı içindeki bir alanı cami için ayırması ile başlatalım.
Adını, yaptırdığı okullardan bildiğimiz Semiha Şakir’in çocuklarından Hacı Şakir, bu camiye talip olunca akrabaları olan Club 29 ve Şamdan gibi kulüplerin işletmecisi, İstanbul gece hayatında her yerde karşınıza çıkabilecek Metin-Zeynep Fadılloğlu çiftine projeyi devretmiş.
Onlar bir mimarlık şirketiyle anlaşmışlar. O şirket de cami deyince herkesin aklına gelen ilk isim olan Hüsrev Tayla’ya gitmiş. “Bundan beş altı yıl önce o heyecanla okumadan mukaveleyi imzalayıp işe koyulduk” diyor Tayla. Hacı Şakir’in de katıldığı toplantıda “Anadolu yakasında Teşvikiye gibi bir protokol camisi yok, bu cami karşı yakanın protokol camisi olur” diye konuşmuşlar.
Projede Tayla’yı asıl heyecanlandıran ise birkaç kez denediği çağdaş bir cami formu yaratma projesini nihayet hayata geçirebileceği olmuş. Hüsrev Bey’den Adana’daki cami ve Şakirin Camii’nin İstanbul İSTOÇ’ta inşaatı ağır aksak süren bir üçüz kardeşleri olduğunu da öğreniyoruz. “Mühür gibi benzerler birbirine” diyor ve ekliyor “Ben bundan sonra yeni bir tarzın değil, ardımda, örnek alınacak çağdaş bir cami formu bırakmanın peşindeyim”
Yeşil kübik bir mihrabı olduğunu yapılırken gördüm
Aslında inşaat başladıktan sonra cami önüne asılan inşaat tabelasından işkillenmiş önce. Tabela’ya “Mimar: Hüsrev Tayla. İç dekarasyon: Zeynep Fadıllıoğlu” diye yazılmış. Tayla “Tabi ki uzmanlarla, sanatçılarla çalışırız. Ama bir caminin içi de dışı da mimarın eseridir” diyor. Bir süre sonra, okumadan imzaladığı mukaveleyi çekmecesinden çıkarıp okuduğunda ise olanlar olmuş. Mukavelede “1 milyon dolar tazminat”tan bahseden ve Tayla’nın tabiriyle “Cami gibi bir işe yakışmayan” fazla ticari maddeler olduğunu görünce çok kızmış ve işten çekilmiş. Çekildiğinde caminin kaba inşaatı tamamlanmış haldeymiş.
Açılışa gitmemiş ve açılıştan sonra da camiye gitmemiş Tayla ama, anlaşılan o ki, kızgın da olsa eserinin akıbetini yakından takip etmiş. İzlediği görüntülere ve fotoğraflara bakarak şöyle diyor: “10 güzel şeyi yanyana koyunca güzellik çıkmaz. O camide karmaşa var. Camiye huzur lazım. O camide huzur yok.”
Yeşil, kübik mihrabı yapılırken görmüş. “Mihrab ve minber kardeştir. Birlikte düşünülür” diyor ve gülerek susuyor. Vitraylarla döşemeyi düşündüğü caminin cam duvarlarında altın şeritli camlar kullanılmasını hem temizlik hem de namaz kılanların dikkatinin dağılması açısından iyi bulmamış. En çok kızdığı noktayı da planlarının üzerinden göstererek açıklıyor: Bazı noktalarda mimari projesi deforme edilmiş.
Yarı kabuk kubbesinin “Efeli saçaklarının” durumunu ve caminin akustik meselesini ise gittiğinde görecek. Fırsat bu fırsat son kez şansımı deneyip “Birlikte gezelim mi” diyorum. Gülüyor. Sonra da İSTOÇ’ ta yaptığı Şakirin’in ikiz kardeşi olan camiyi görmemi tavsiye ediyor. Anlaşılan 84 yaşındaki usta mimar asıl cevabını orada verecek.
‘Club Beş Vakit’
Tayla ile konuştuktan hemen sonra Şakirin Camii’ne gittim. Bunlar da benim izlenimlerim:
* Aynı anda biri bol çelenkli diğeri sessiz iki cenazenin kalktığı cami, gerçekten Anadolu yakasının yeni protokol camisi olma yolunda.
* Cenaze için gelen kalabalık dağılınca bu kez meraklılardan oluşan başka bir kabalık doldurdu caminin içini. Ellerinde cep telefonları fotoğraf çekenler, sahiden de bienal işi gibi duran minbere dokunup “Sunta mı” diyenler, başka galaksilere geçiş kapısına benzeyen mihraba bakıp “Bu
camide kılınan namaz kabul olur mu” diye
kafa bulanlar...
* Caminin medyatik imamı ile cemaatin konuşmalarına ancak kulak misafiri olabildim.
* Yaşlı bir adam kıldığı namazı evde tekrarlaya-cağından bahsediyordu. Çünkü imamı hiç duyamamış. Dört tarafı camlarla kaplı camiye ses sistemi kurmak zor olsa gerek. Akustik kötü görünüyor.
* Cemaati teskin etmeye çalışan imam “Bakın benim de odam burası” diye cüppesini ve eşyalarını attığı bir duvar dibini gösterdi.
Adı yazılmamış âyetler Kuran’dandır herhalde
* İmamın imdadına Beylerbeyi’nden
camiye turist olarak gezmeye gelen eski cemaati yetişiyor o anda.
* Camideki halılar, evet şık. Ama halılarda namaz için saf tutmayı kolaylaştıran bir çizgi, motif olmaması da sorun yaratmış. Cemaatten duydum.
* Ayak kokusu olmaması için kumaş galoşları ben görmedim, burnuma da ayak kokusu gelmedi. Ancak, abdest alınan yerlerde havluluk görmeyince birkaç ay içinde bu caminin de ayak kokusuna kavuşacağını şimdiden tahmin etmek zor değil.
* Cami kapılarına yerleştirilmiş ölümü hatırlatan Türkçe-İngilizce sözlerin çevirisi İncil’denmiş havası veriyor. Tabi hangi ayet olduğunu yazmayınca bunların Goethe aforizmaları olduğunu da düşünmek mümkün.
* Caminin şeffaf camlarından bakanlarla namaz kılanlar göz göze geliyor. Fıkıh pek bilmem ama galiba tam o sırada namazlar bozuluyor.
* Günün değerlendirmesini ise o kadar kamuflaja rağmen beni tanıyan genç bir Taraf okurundan geldi: “Bu caminin adı Club Beş Vakit” olsun.
Dalokay ve kabuk kubbe
Hüsrev Tayla’ya Şakirin’in projesinin Vedat Dalokay’ın uygulanmayan Kocatepe Camii projesine benzetilmesini de soruyoruz. Söylenen, yarışmayı kaza- nan Dalokay’ın projesinden, fazla modern bulunarak vazgeçildiğiydi. Ondan vazgeçilince de Tayla ve mimar arkadaşı şimdiki klasik projeyi yapmıştı.
Tayla bize yeni ve bilmediğimiz başka bir hikaye anlatıyor: “Şakirin’in Dalokay’ın projesine benzemesi gayet normal. İkimiz de aynı çağdaş mimari akımların etkisindeydik. Ben Kocatepe için çağdaş bir eskiz de çizmiştim ama daha sonra yarışmaya birlikte girdiğimiz arkadaşımın önerisiyle klasik bir eser yaptık. Dalokay da ben de kabuk kubbe için uğraştık hep.
Bu çok zor bir şeydir. Kolonsuz kubbeyi tıpkı bir kaplumbağa kabuğu gibi yerine oturtmak zordur. Türkiye’de bunun hesabını yapacak mühendis hâlâ yok. Dünyada da çok azdır. Dalokay’ın Kocatepe Camii projesinden, kabuk kubbede ısrarcı olup bunun mühendislik çözümünü yıllarca ortaya koyamadığı için vazgeçildi. Sonra Pakistan’da yaptığı camiyi ben beğenirim ama o da tam kabuk kubbe değildir.