Gündem
BBC Türkçe

Referandum öncesi Sur'dan üç aile, üç hikaye

Diyarbakır'ın Sur ilçesindeki altı mahallede 11 Aralık 2015'te sokağa çıkma yasağı ilan edildi, çatışmalardan etkilen 24 bin kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı. BBC Türkçe'den Hatice Kamer, yaşananlardan etkilenen ailelerle konuştu.

10 Nisan 2017 13:24

Sur'un 15 mahallesinin toplam seçmen sayısı 68 bin 532.

15 mahalleli Diyarbakır'ın Sur ilçesindeki altı mahallede 11 Aralık 2015 tarihinde sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

Yasak şu an Fatihpaşa, Cemal Yılmaz, Hasırlı ve Savaş Mahallesi'nde sürüyor. Çatışmalardan etkilen 24 bin kişi ise evlerini terk etmek ve farklı semtlere taşınmak zorunda kaldı.

Yasağın devam ettiği 11 bin nüfusuyla en kalabalık mahalle Fatihpaşa.

Bu mahallenin 3 bin 275 seçmeni bulunuyor. Seçmenler Sur sınırlarında İsmetpaşa ilkokulunda kurulacak dört sandıkta oy kullanacaklar.

Mahalle muhtarı Fatih Açın, mahallede referanduma ilgilinin yüksek olduğunu ve oy pusulalarının büyük bir bölümünü dağıttıklarını söyledi.

Açın, Sur'un büyük bir kesimin oy kullanacağı kanaatinde.

Ancak 16 Nisan'da yapılacak referandumun "ne için olduğundan" bihaber seçmenler de var. Bunlardan biri de Nazime Yalçın.

16 ay önce Sur'dan çıkmak zorunda kalan Nazime, şimdi 10 nüfusla Şehitlik Semti'nde bir apartmanın üçüncü katında yaşıyor.

Beş çocuğundan ikisi fiziksel ve zihinsel engelli olan Nazime, haftalık alışverişi için Balıkçılarbaşı'na gelmiş.

Onu ilk defa 2015 Ağustos'unda hendekler yeni kazılmaya başlandığında haber yapmak üzere gittiğim mahallede, iki katlı evlerin önünde görmüştüm.

Her iki engelli çocuğuyla birlikte kapı önünde, sokakta, komşu kadınlarla Sur'daki ilk sokağa çıkma yasağı sırasında yaşadıkları mağduriyetleri anlatmıştı.

Nazime Yalçın'a ikinci defa CHP heyetinin Diyarbakır ziyaretinde rastladım. Heyettekiler referandum için "Hayır" oyu kullanmasını isterken, o referandumdan bihaber, Sur'a geri dönme konusunda yardım istiyordu.

Beni de heyetten sanarak "Her geldiğimde ayaklarım beni sokağımın kıyısına götürüyor. Buraya gelince nefes alıyorum. Hayatımın 27 yılı burada geçti. Biz evimizi istiyoruz, sence evlerimize geri dönebilecek miyiz? " diye sormuştu.

Gazeteci olduğumu söyleyince kusura bakma diyerek alışveriş yapması gerektiğini söyledi. Yeni adresini vererek sokağının kıyısına yakın pazardan alışveriş yapmaya gitti.

Şehitlik mahallesindeki adresini bulmak zor olmuyor. Adresi sorduğum market sahibi Nazime'nin engelli iki çocuğunun akşama kadar pencereden bağırdığını söyleyerek daireyi gösteriyor.

Kapıyı kayınvalidesi açıyor. İçerden çocukların bağırışları yükseliyor. Nazime bizi karşılayarak hem yatak, hem oturma hem de misafir odası olarak kullandıkları küçük bir odaya davet ediyor.

13 yaşındaki Süleyman, 10 yaşındaki Muhammed doğum sırasında gelişen komplikasyondan dolayı fiziksel ve zihinsel engelli doğmuşlar.

Çocukları dışında kayınpeder ve kayınbiraderinin de yatalak olduğunu öğreniyoruz.

Büyük bir kederle "Burası düşenin kalkmadığı bir ev" diyor.

Evde bakıma muhtaç dört insan olduğunu, kıt kanaat geçinebildiklerini anlatıyor Nazime.

Birçok aile gibi ayda bin lira kira yardımı aldıklarını, inşaat işçisi kocasının aldığı maaşla on nüfus kıt kanaat geçinebildiğini aktarıyor.

Başına bir şey gelirse çocuklarının ortada kalması en büyük kabusu.

Küçük Muhammed annesine pencereyi gösterip dışarıya çıkmak istiyor. Süleyman da belli belirsiz top oynamak istediğini anlatmaya çalışıyor. Muhammed bağırıp kuş gibi ses çıkarınca Nazime "Sur'un güvercini gelip binaya, kafese tıkıldı" diyerek gözleri doluyor.

Sur'dayken çocuklarını hep sokağa çıkardığını anlatıyor.

Nazime'nin üç kızı var, onlar da ev işlerinde annelerine yardımcı oluyorlar.

Ailenin en büyük hayali Sur'a geri dönebilmek. Nazime geçmişi çok özlediğini bu yüzden psikolojisinin bozulduğunu anlatıyor.

"Her gün Balıkçılarbaşı'na, evimin yakınına gitmezsem, dayanamam. Nefes alıyorum orada."

Onun da evi, yıkılan üç bini aşkın ev arasında. Çocukların iki yatağından başka evden hiçbir eşya çıkaramamışlar.

"Evimi yerinde göremeyeceğim korkusuyla hasar tespit çalışmalarına da gitmedim" diyor.

Nazime'nin kayınpederi de 12 yıldır yatalak.

"O evi dayım kendi elleriyle yaptı, taşları, çimento torbalarını tek tek kendi elleriyle taşıdı. Beyin kanaması geçirdikten sonra yatağa bağlı yaşıyor.

Bazen keşke onun yerinde olsaydım, olan bitenin farkında olmasaydım diyorum. Eğer yaşananların farkında olsaydı ve elleriyle yaptığı evinin yıkıldığını öğrenseydi, bu acıya dayanamazdı" diyor.

Muhammed ve Süleyman pencereden dışarıya bakarak sokakta oynayan çocukları izliyorlar ve çıkmak için bağırıyorlar. Anneleri de derin bir ah çekerek "Keşke siz de yürüyebilseydiniz de o sokakta top oynayabilseydiniz annem" diyerek onları sakinleştirmeye çalışıyor.

Referandumun ne için yapıldığını bilip bilmediğini soruyorum, bilmediğini söylüyor. Hiç merak etmiyor musun sorusuna da " Yok, ancak ben bu çocuklarımı merak ederim.." diye cevaplıyor.

Hasırlı Mahallesi'nin eski sakinlerinden Poyraz ve Kaya ailelerini ziyaret ediyoruz. Bu mahallenin 3200 seçmeni var. Onlar da Alipaşa Oratokulu'nda kurulacak sekiz sandıkta oy kullanacaklar.

Mahalle muhtarı, seçmen kağıtlarının büyük bir bölümü dağıtmış. Mahallenin eski sakinlerinin önceki seçimler kadar ilgili olduğunu muhtar Nizamettin Usun'dan öğreniyoruz.

Hasırlı'da iki katlı eski bir Diyarbakır evinde yaşayan Poyraz ailesi, çatışmalar şiddetlenince yasağın onuncu gününde evden çıkıyorlar. Uzun bir süre iskanevlerinde, bir apartmanın zemin katında kalmışlar, bir süre önce de Newroz Park yakınlarındaki yeni yapılara taşınmışlar.

Beş çocuklu Fatma ve Sait Poyraz, yeni evlerinde daha konforlu koşullarında yaşamalarına rağmen Sur'daki hayatlarını çok özlediklerini anlatıyorlar.

Fatma, hasar tespit çalışmaları sırasında evden geriye kalanlara yaktığı ağıtları telefonuna kaydetmiş. Evin viran halini gösterip gözleri doluyor.

Sur'a dair telefonunda ne kadar görüntü varsa günde birkaç defa açıp izleyip ağladığını anlatıyor.

"Elime telefonu alıp açıyorum, fotoğraflara bakıyorum, arkadaşlarıma bakıyorum, şu falan kişiydi, bunu şu zaman çekmiştik diye kendi kendime konuşuyorum. Allah'a havale ettik, hakkımızı bırakmasın, ne diyeyim ki…"

Boğazı düğümlenerek Sur'dan çıkış hikayelerini anlatıyor.

"Sur'dan ilk çıktığımızda hiçbir şey çıkaramadık. Ne bir halı, ne bir perde.

İskanevlerinde bir daire kiraladık. Akşam kapıcı kapımızı çaldığında evin çıplak halini görünce kendi evinden halı ve perde getirdi. Çok perişan olduk. Ne bir tabak, ne bir çanak. Hiçbir şeyimiz yoktu. Evsiz kalıverdik. Evlerimizi yıktılar."

Eşi Sait de Sur'un "bir ah, bir keder" olduğunu söylüyor.

"Bir düşünün, kendi memleketinizde mülteci hayatı yaşıyorsunuz. Bir kuşu yuvasından alıp bir başka yuvaya aldığınızı düşünün. O yuvanın kokusu var, emeği var. Mümkün mü aynı yeri tutması?"

"Bir yasak koydular ve yasağı bir daha kaldırmadılar. Sur'da o kadar büyük bir vahşet yaşandı ki, yıkmaktan, dümdüz etmekten başka çareleri yoktu. Unutulmuyor, unutulmuyor yani…"

Sait, Sur sakinlerinin tamamında üzüntü ve kederin süreklileştiğini anlatıyor.

"Sürekli bir üzüntü ve keder var, neye üzüldüğünü bilmiyorsun. Eşyaya mı, giden canlara mı, gençlere mi, dökülen kana mı? Onu da bilemiyorsun."

Sait barışa bu kadar yaklaşmışken, şiddetlenen çatışmaların neden başladığına anlam veremiyor.

"Yani değer miydi, millet barışa bu kadar yaklaşmışken, ne oldu da bu hale düştük? Olan millete oldu, kimse fakirin halini sormuyor zaten."

Seçimde oy kullanıp kullanmayacaklarını soruyorum, kullanacaklarmış.

Fatma, "Halkım için, gençlerimiz için, özgürlüğümüz için hayır diyeceğim, hayır, hayır, hayır. Yaşadığım sürece hayır diyeceğim" diyor.

Sait de tutuklu Kürt siyasetçilerin durumunu hatırlatıyor.

"Benim evimi yakan, yerle bir eden, koca bir eşya parası için sadece beş bin lira reva görenlere ben niye evet diyeyim ki? Bu sadece bir seçim de değil. Kaldı ki benim belediye başkanlarım, milletvekillerim, Selahattin Demirtaş hapisteyken ben niye evet diyeyim ki, bana mantıklı bir açıklama yapsınlar, ben niye evet diyeyim ki?"

Bu sefer Hasırlı'nın eski sakinlerinden Kaya ailesini ziyaret etmek üzere Diclekent'e gidiyorum.

Yedi çocuklu Orhan Kaya, "hem malımız gitti, hem de canımız" diyor, referandum ile ilgili görüşlerini ise beyan etmek istemiyor.

Onun yerine damda vurulduktan altı ay sonra cesedi ortaya çıkan ağabeyinin hikayesini anlatıyor.

56 yaşındaki Mehmet Kaya'nın iki evliliğinden toplam altı çocuğu olmuş.

İzmir'de altı çocuğunun annesi olan ilk eşinden boşanmış ve ikinci evliliğini yapmış.

İkinci evliliğinden bir kızı oluyor. Kızı şu an sekiz yaşında.

Mehmet, ölümünden önce bir süre eşiyle ayrı yaşamaya başlamış ama kızları için yeniden bir araya gelmeye karar vermişler.

Tahir Elçi'nin vurulduğu gün, eşi İzmir'den Diyarbakır'a gelmiş, sokağa çıkma yasağıyla uzun bir süre Sur'dan çıkamamışlar.

Daha önce de birkaç defa yasak ilan edildiğinden, son yasağın da kısa süreceğini düşünmüşler ama durum düşündükleri gibi çıkmayınca evdeki erzaklar da tükenmiş.

Orhan ve eşi Emine, yasak süresince Mehmet Kaya ile telefonda görüşmüşler.

Mehmet ortadan kaybolmadan birkaç saat önce kardeşi Orhan'ın eşi Emine ile telefonda konuşmuş.

"Abi ne yapıyorsunuz diye sordum 'Kızım açız, evde iki patates vardı, haşladık, kızıma verdim' dedi. Aynı gece evden çıkıyor, bir daha geri dönmüyor."

Orhan, hikayenin devamını şu an İzmir'de yaşayan yengesinin anlatımına göre aktarıyor.

"Evimiz iki katlı. Abim, akşam bakkaldan erzak almak için evden çıkıyor, yengem sokağa mı, dama mı çıktığını bize söylemedi. Uzun süre gelmeyince telefonla aradı, abin erzak almaya çıktı bir daha geri gelmedi dedi. Valilik, emniyet her yere başvurduk ama sonuç alamadık. Acaba karşı taraf mı abime el koydu diye düşündük. Ne olduğunu öğrenemedik. Ta ki bitişikteki komşumuz engelli çocuğunun raporunu almak üzere özel izinle evine gidinceye kadar.

Mehmet'in kayıp haberini tüm komşular duymuş ama arama çalışmaları da çatışmalı süreçte mümkün olmamış.

Bakkalın sahibi olan komşu, oğlunun engelli raporunu almak üzere eve geldiğinde, kötü kokularla karşılaşmış. Elektrik olmadığı için dolaptaki gıdaların çürüdüğünü düşünmüş ama kokunun damın açık kapsından içeriye geldiğini farketmiş.

Dama çıktığında, yerde altı ay boyunca karın, yağmurun, fırtınanın, güneşin altında kalan ve çürüyen cesetle karşılaşmış. Cesedin arka cebinde bir penseden başka da üzerinde herhangi bir şey yokmuş. Komşusu gördüğü tablo karşısında şok geçirip sokakta duran polisleri çağırmış.

Mehmet'in ortadan kaybolduğunu bilen komşu, yerdeki cesedin kime ait olabileceğini tahmin ettiğini, cesedin eşkalinin Mehmet'e benzediğini söylemiş polise.

Kimlik tespiti 15 gün sürmüş. Alınan DNA örnekleri, cesedin Mehmet'e ait olduğunu doğrulamış.

Sur'daki yasak devam ettiği için dosyada gizlilik kararı var. Savcılık, yasağın kaldırılmasından sonra davanın açılacağını söylemiş.

Orhan, savcının, yasağı ihlal ettiği için abisi hakkında dava açılabileceğini söylediğini iddia etti.

"Hem canımızdan olduk, hem malımızdan, bir de üzerine biz sizi mahkemeye vereceğiz diyorlar. Niye diye sorduk, adamın o damda ne işi var diye cevap verdiler. Adamın erzağı kalmamış, eşinin ifadesi de belli. 56 yaşındaki eşofmanla o damda ne işi olabilir, erzak almak için çıkmış, damda vurulmuş, ölmüş."

Mehmet Kaya'nın hazin hikayesini yengesi Emine'nin sözleri açıklıyor.

"Gidiş artık o gidiş, dama çıktı ve bir daha geri gelmedi. Ekmek peşinden koştu, açlık yüzünden öldü…"

Haber, değiştirilmeden kaynağından otomatik olarak eklenmiştir