Gündem

"Proleter Şoför" Yalkın Özerden'e veda: Ben sosyalistim, bu fikirle de iftihar ediyorum

Yalkın - Halide Özerden; Yaşar Kemal röportajı yaptığı gün Yalkın Özerden ile (Fotoğraf: Doğan Özgüden)

28 Mayıs 2022 14:42

Yaşamını yitiren Gezi davası tutuklusu Mine Özerden'in babası, "Proleter Şoför" Yalkın Özerden son yolculuğuna uğurlandı.  Yalkın Özerden hakkında Yaşar Kemal'in yazdığı 1967'de Ant dergisinde yayımlanan, Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan Bir Bulut Kaynıyor kitabında da yer alan röportajında Özerden, "Ben sosyalistim, bu fikirle de iftihar ediyorum" demişti. 

Röportajda, Gezi davasında tutuklu kızı Mine Özerden'e dair de “Yakanı bırakmayacaklar kardeş,' dedim. 'Bunlarda insaf yok. Bunlar öyle bizim bildiğimiz normal insanlar değil ki... Ne yapacaksın, proleter adını kaldıracak mısın?' 'Ne pahasına olursa olsun kaldırmam...' 'Ben bunları çok iyi bilirim Yalkın, sen gençsin,' dedim. 'Ne yaparlar biliyor musun?' 'Ne yaparlar?' 'Hiçbir şey yapmazlarsa Proletere bir şey yaparlar,' dedim. 'Yapsınlar,' dedi. 'Proleteri ben kazandım. Alnımın teridir bu. Borcu da var ama... Gene kazanırım.' 'Bunlar dinsiz imansız, bunlar vicdansız,' dedim. 'Sana kötülük yaparlar. Kötü adam mı, satılık adam mı ararsın bu dünyada...' dedim. Karısı Halide'ye baktı: 'Biz Halide ile konuştuk,' dedi. 'Ben olmazsam bile o çocuğumuzu büyütebilir,' dedi." bölümü yer alıyor.

Yaşar Kemal'in Ant dergisinde yayımlanan röportajı şöyle: 

Proletarya – Latince proletarius sözünden gelir. Fransızcası proletaryadır.

1) Eski Romada sosyal ve ekonomik sınıfların en altındakine derler.

2) Bir cemiyetteki en alt sınıf anlamına gelir.

3) Çalışan işçi sınıfı, bilhassa endüstrideki işçiler. Yani gündelikçiler için kullanılır.

4) Marksist doktrinde de gündelikçi işçi sınıfı, kendi üretim araçları olmadığından, emeklerini satarak yaşayan sınıf, demektir.

(Webster’s, 1961 Şikago baskısı, 1814’üncü sayfa)

Dünyanın en büyük sözlüklerinden biri sayılan Webster’s işte proletarya sözcüğünü böyle yazıyor. Proleter de, bu sınıfa mensup demektir. Aşağıdaki gazete havadisinden anlayacaksınız ki, bu proleter sözcüğü üstünde bugünlerde fırtınalar kopuyor. Bir bardak suda değil bu fırtına, bir sözcükte, sözcüğün geniş büyük anlamı üstünde değil, salt sözcük üstünde kopuyor bu fırtına. Havadisi size verdikten sonra benim de bu proleter sözcüğü ve Türkiye'de oturan burjuvalar üstünde bir iki sözüm olacak.

Gazete havadisi şu:

“Ben sosyalistim, bu fikirle de iftihar ediyorum,” diyen bir minibüs şoförü, vasıtanın üstüne “Proleter” kelimesini yazdırmıştır. Bir ihbar üstüne harekete geçen ve saatlarca üstünde “Proleter” yazısı bulunan minibüsü arayan emniyet mensupları nihayet Yalkın Özerden adındaki şoförle birlikte vasıtayı bulmuşlardır. Kadıköy Emniyet Amirliğine getirilen minibüs yüzlerce kişi tarafından seyredilmiş ve bütün ısrarlara rağmen otuz yaşındaki sosyalist genç yazılan yazıyı silmemiştir.

“Eğer bir suçum varsa cezamı çekmeye razıyım,” diyen Yalkın Özerden, “herkes minibüsüne birtakım yazılar koyduruyor. Ben de bu şekilde hareket etmeyi uygun buldum,” demiştir.

"Proleter" yazısı üzerine şoför hakkında bir işlem yapılıp yapılmayacağını inceleyen emniyet mensupları siyasi şubeyle temasa geçmişlerdir.

Öte yandan durum savcılığa bildirilmiştir.

Proleter gencin ne suçtan adliyeye nasıl sevk edilebileceği tetkik edilmeye başlanmıştır.

Gördünüz mü havadisi! Ben bu utanç vesikasını okuyunca beynimden vurulmuşa döndüm. Türkiyede milyonlarca proleter var ve proleter sözcüğünü minibüsüne yazan bir genç için ne şekilde adliyeye sevk edileceği üstüne araştırmalar yapılıyor.

Böyle bir rezalet İran'da olmaz, Turan'da olmaz, Afganistan'da olmaz, Afrika'da olmaz, Habeşistan'da olmaz. Hiçbir yerde olmaz. Ama Türkiye'de olur. Çünkü Türkiye'de, Türkiye'de oturan burjuvalar hüküm sürer, “Proleter” sözcüğünü yasak ederler. Kimseler yasak etmez bu sözcüğü şu yeryüzü yuvarlağında, şu iki buçuk milyar insan yaşayan yeryüzü yuvarlağında, proleter sözcüğünü yasaklamak kimsenin aklına gelmez. Ne demek yasaklamak, ne demek böyle olaylar... Ne demek, ne demek... İnsan düşündükçe çıldırıyor.

Havadisi okuyunca Yalkın Özerden'e bir yüreğim acıdı ki sormayın, yüreğim paralandı. Delikanlı nereden bilsin “Proleter” sözcüğünü minibüsüne ad yapınca başına gelecekleri. Kimsenin, kimsenin aklına gelmez bu rezalet. Azıcık uygar olanın, azıcık insanlıktan anlayanın. Hiç kimsenin... İşçi sözcüğünü yazsaydı ne olurdu? Ya “Burjuva” sözcüğünü tutsa birisi yazsa... “Proleter”in karşıtıdır. Karakollara çekilir, başına olmadık işler açılır mıydı?

Merak ettim bu korkunç, korkunç olduğu kadar gülünç havadisi okuyunca Yalkın Özerden'i. Kim bu delikanlı? Bütün ısrarlara rağmen minibüsünün adını değiştirmiyor. “Cezam neyse çekerim,” diyor. Bu burjuva sınıfı kanuni olarak bir şey yapamazsa, el altından Yalkın Özerden'i iflah etmez. Bunu bilmez mi Yalkın Özerden? Bu kadar saf mı? Aslan polisimiz ezeli taktiğine başvurmaz mı? Mahalleye gelip ev ev dolaşıp, sizin mahallede birisi oturuyor ki komünist mi komünist. Rus casusu mu Rus casusu, vatan haini mi, deme gitsin, demez mi? Aslan polisimiz, koruyucumuz birtakım zavallıları kışkırtıp “Proleter”in üstüne saldırtmaz mı?

Ben bunları biliyorum. Polisimiz kim bilir daha ne güzel anayasamıza uygun, insanlara uygun, polisin bağımsızlığına, onuruna uygun kim bilir daha ne güzel insan yıldırma, insanları canından bezdirme, insanları yok etme metotları bulmuştur. Kim bilir polisimizin daha ne güzel, ne insani marifetleri var, şimdilik bize tatbik etmedikleri. Bir Türk olduğuna göre bütün bunları Yalkın Özerden bilmez mi? Yaşı otuz, o kadar da genç değil. Türkiye'deki demokrasi sadece bir burjuva oyunudur. Burjuva oyunu kalsın diye dehşet bir savaş veriyor burjuvazi, bütün bunlardan haberi yok mu, bu delikanlının? Türkiyede bir faşist rejim hüküm sürmektedir, Komünizmle Mücadele Dernekleriyle, el altından polis baskılarıyla... Delikanlı Yalkın bunları bilmez mi? Hitler, Mussolini olmadık işler yaptılar. Adam kurşunladılar. Alanlarda kitaplar yaktılar, ama proletarya sözcüğünün üstüne, Yalkına oynanan oyuna tenezzül etmediler. Türkiye'de oturan burjuvaların faşizmi Hitlerin, Mussolini'nin faşizmi gibi olacak, onların kalitesinde olacak değil ya. Türkiye'de oturan burjuvaların faşizmi de böyle aşşağılık, böyle gülünç olur.

Gidip görmeliyim bu delikanlıyı, onunla konuşmalıyım. Türk milleti adına ondan özür dilemeliyim. Proleter sözcüğüne bu oyunu oynayanlar, bu kadar küçülenler Türk milleti değildir. Birkaç kişidir. Türkiye'de oturan burjuvalardır ve onların paralı, parasız adamlarıdır. Yüce Türk milletini, bu toprakların mutluluğu, bağımsızlığı için ölmüş şehitlerimizin ruhlarını bu aşşağılık, yakışıksız, onursuz oyundan tenzih ederim.

Bizim Doğan ile Kadıköy vapuruna bindik. Yalkın Özerden'in evi Bostancı'da. Güneş altında yalp yalp eden İstanbul'un denizi. Kurşun kubbeleriyle eski, dehşetli güzel İstanbul. Bacakları güneşten yanmış mini etekli İstanbul kızları. Pırıl pırıl, renk renk, yepyeni, gıcır gıcır burjuva otomobilleri ve proleter sözcüğünün yasak olduğu şehirde Amerikan marka gıcır gıcır otomobillerin bahtiyar fütursuzluğu. Ve sömürgelerin en zulüm görmüşü Türkiye. İstanbul'un bir sömürge şehri olduğu her halinden belli. Ve çirkin burjuva apartmanları. Ve Sinan'dan, Süleymaniye'den utanmadan sırıtıyorlar. Kadıköy iskelesinde insan kalabalığı. Mutsuz, boynu bükük bir kalabalık. Bu kalabalığı hiçbir şey mutlu kılamaz duygusunu uyandırıyorlar insanda. İçimde bir acıma. Yıkılış.

Kadıköy'de Bostancı'ya giden bir minibüse biniyoruz. Yalkının proleteri de böyle bir minibüs olacak. Boyaları dökülmüş, her bir yanı sallanan bir minibüs. Koltukları eskimiş, insanın her yanına batıyor, rahatsız. Şangur şungur Kadıköy'den Bostancı'ya doğru yola düzüldük.

Minibüs şoförü bizi uzun bir sokağın ağzında indirdi: “İşte buradan gidersiniz Emin Ali Paşa caddesine,” dedi. Doğanla yürüdük babam yürüdük. Emin Ali Paşa Caddesini bulduk. Saat altıda Yalkın bizi evinde bekleyecek. Uzun, çok uzun Emin Ali Paşa Caddesinde, önünde üstünde “Proleter” yazılı bir minibüs olan bir apartman arıyoruz. Git babam git minibüs gözükmüyor. En sonunda minibüsü uzaktan gördük. Proleter sözcüğünü de o anda seçtik.

Minibüsün yanına geldik ve oralarda aranırken, bir baktık Yalkın bize doğru geliyor.

“Hoş geldiniz,” dedi. Güleç yüzlü, uzun boylu, azıcık saçları dökülmüş bir genç adam. Çok tatlı, candan, insanı şöyle sevgiyle candan kavrayan bir gülüşü var. Böylesi güzel gülen insanlara insanoğlu çok güvenir. Böyle insanları, böyle candan insanları insanlar çok severler.

Kapıyı karısı açtı. Gencecik bir taze. Bir apartmanın ikinci katında oturuyorlar. Evi yeni döşemişler belli. Yeni ve gönülden döşemişler. Güler yüzlerini, sadeliklerini, çocuksuluklarını, candanlıklarını katmışlar her bir eşyalarına. Salonun pencereye yakın yerinde koyu mavi çok güzel bir kanepe ve iki koltuk. Bir güzelce halı. Salonun öteki yanında yemek masası, bir kitaplık. İnce ve zevkli. Masanın üstünde çiçekler. Karşıda bir televizyon. Sonra bir güzel radyo. Bir teyp makinası.

Şu Türkiye'de hiçbir burjuva evinde böyle ince, böyle güzel bir zevk görmedim. İktidarın başı Süleyman Bey'in evinin bir fotoğrafını görmüştüm bir baldır bacak dergisinde. Aman Allah ne evdi. Ne zevksiz evdi. Yerde bir halı vardı, cicili bicili, halı derim sana. Gözünü kapamadan o eve giremezdin. Bir de şu gencecik proleterin evine bak. Sinanın zevkine layık. Kökü olan, temeli olan, kişiliği olan Türklerin zevkine layık bir ev. Taklitsiz, özentisiz. Aydınlık, tertemiz, pırıl pırıl. Şu iki gencecik, inanmış proleterin gönülleri, yüzleri, kara güzel gözleri gibi.

Nasıl candan bir karşılayış, sanki kırk yıllık dost gibiyiz. İşte böyle gönlü yüce, gönlü pırıl pırıl temiz insanlar böyle dostça, böyle insanca, böyle sımsıcak karşılarlar insanları. İşte, insan bunlar.

“Kimsiniz nesiniz kardeş,” dedim, “şunu bana bir anlatıverin bakalım? Bir gazeteci gibi gelmedim. Bir dost gibi, bir meraklı insan gibi evinizdeyim. Bu macerayı merak ediyorum. Bu proleter sözcüğünü niçin seçtiniz minibüsünüze ad olarak, bunun Türkiye gibi bir yerde tehlike yaratacak bir şey olacağı aklınıza gelmedi mi?”

Yalkın, gene o dost, o kardeş, cana yakın gülüşüyle gülerek dedi ki:

“Maceramı anlatmaya değmez. Üsküdarlıyım. İşte maceram bu kadar.”

“Bak,” dedim, “Yalkın, bir gazeteci gibi değil, bir romancı, bir meraklı insan gibi soruyorum. Kim olabilir bu adam diye. Anlatırsanız, beni sevindirirsiniz.”

Biraz mahcup, nedense, niçin gereklik duymuşsa:

“Sizin hiçbir eserinizi okumadım,” diyor.

“Aldırma,” diyorum, “bir gün okursun.”

“Hiç vaktim olmadı,” diyor. “Bütün ömrümde hep çalıştım.”

Sonunda hayatını anlatıyor Yalkın. Belalı bir hayatı var. 1937 yılında Üsküdarda doğuyor. Küçük bir maliye memurunun oğlu. Babası, o sekiz yaşındayken ölüyor. Altı yaşındayken de anası ölmüş.

“Seni kim büyüttü?” diye soruyorum.

“Ağabeyim,” diyor. “Üvey ağabeyim.”

Ağabeyi sadece evine alıyor. Ağabey şoför. Çok az okuyabiliyor Yalkın. Bu arada İstanbulda kimsesiz bıçkın çocuklar var ya, bir süre onlara karışıyor. Bir süre onlarla ora senin bura benim sürtüyor. Hiçbir şeyden, dünyadan habersiz. Ağabeyi şoför olduğu için on iki yaşından bu yana otomobil kullanıyor. Sonra bir süre şoförlük yapıyor. Kendine geliyor. İş sahibi bir proleter oluyor. Sonra iki yıl da gazetelerin ölüm otobüslerinde çalışıyor. Hani şu, gazete ulaştırmak için saatta yüz, yüz elli kilometre uçan ölüm otobüsleri var ya, işte onlarda çalışıyor Yalkın.

“Ne delilik ağabey,” diyor. “İki yıl, tam iki yıl... ölüm otobüslerinde.”

Eşi Halide şimdi yirmi üç yaşında. Halide ile  karşılaşıyorlar. Halide o sıralar lise öğrencisi. Sevişiyorlar. Yalkın proleter ya. Kızın babası kızı vermek istemiyor Yalkın'a. Sevgililer kaçıyorlar. Sonra ailenin gönlü oluyor. Sonra nikah...

Yalkın'ın bileklerinde altın bilezik. Şoförlük ve tamircilik. Halide de terzilik biliyor. İki genç el ele verip, ver elini Alamanya, diyorlar. Yalkın Ford fabrikasına giriyor, Halide bir dikiş atölyesine. Alamanya'da durup dinlenmeden tam beş buçuk yıl çalışıyorlar.

Yalkın diyor ki:

“Hanyayı konyayı orada öğrendim. Kendimi orada öğrendim. Kim olduğumu orada öğrendim. Proleter olduğumu orada öğrendim. Çok okudum. Kendimi orada öğrendim. İnsan olduğumu, hem de proletaryadan bir insan olduğumu orada öğrendim. O kapitalist memlekette her kitap var. Her bir şeyi istediğin gibi tartışırsın. Alamancayı çabuk öğrendim ve çok okudum.”

Beş buçuk yıl, dile kolay. Ve kendilerini öğrenen Halide ve Yalkın. Onlar artık memleketsiz edemezler. Biriktirdikleri para ile bir minibüs alıyorlar. Gümrük parasını da Halidenin büyükanası veriyor, memlekete geliyorlar.

“Geleli iki ay oldu,” diyor Yalkın. “Minibüsü çıkardım, çalışmaya başladım. Kadıköy-Pendik arası. Baktım bütün minibüslerin bir adı var. Tatlım, Kartalım, Uğur, Yolalan, falan filan... Ben de minibüsümün adını Proleter koydum.”

“Neden proleter?”

“Ben bu kelimeyi çok severim. Kelimeyi değil de anlamını çok severim. Ben proletaryadan bir kişiyim. Ve proletarya insan soyunun en namuslu, en sıcak, en insan sınıfıdır. Kimseyi sömürmez, kimseye hükmetmez, kimseyi ezmez. Dünyayı yaratan proletaryanın elleridir. Proletaryanın elleri olmasa dünya olmazdı. Ben proletarya hayranıyım. Şu dünyada yapılmış güzel olan, faydalı olan ne varsa proletaryanın güzel ellerinin eseridir.”

Süleymaniye o güzel ellerin eseri, şu köprüler, şu sülün gibi güzelim minareler, vapurlar, trenler, uçaklar... Yediğimiz ekmek, içtiğimiz su. Şu kıpkırmızı domatesler, demir, bakır ve tereyağı... Ve tekmil sebzeler. Oturduğumuz evler. Proletaryanın güzel ellerinin eseri.

“Bu minibüs benim alnımın teridir. Benim ve Halide'nin. Gözümüzün nurudur. Bu minibüsten dolayı da daha bir miktar borcum var. Bir minibüs alacak parayı bir proleterin nerede olursa olsun biriktirmesi zor. Ben de tuttum, minibüsüme bu göz nuru, bu alın teri adamlarının adını koydum. Ve minibüsümün adına Proleter dedim. Uzun bir süre böyle, bu ad altında çalıştım durdum. Kimse bana nereden gelip nereye gidiyorsun demedi.”

Kim ne der, kim ne diyecek, Türk halkı uygardır, Türk halkı hoş görür bir halktır. Ama işin içine Rufailer karışınca iş değişiyor, bir sözcüğün üstünde kıyametler koparılıyor.

İşin arkasını gene Yalkın'dan dinleyelim:

“Bu proleter sözcüğünden dolayı takibat, ya da bir söz işiteceğim aklımın köşesinden bile geçmezdi. Bu ayın altısında, yani geçen pazar günü Kadıköy iskelesinde müşteri bekliyordum. İki sivil polis memuru geldi, beni Emniyet Amirliğine götürdüler. Burada tam bir buçuk saat bekletildim ve ifade verdim. Burada suçumu öğrendim. Suçum arabamın üstüne plastik harflerle PROLETER kelimesini yazmakmış. Her şey bundan sonra başladı. Tekmil belalar bundan sonra başıma yağmaya başladı. Rahat huzur kalmadı. İfadeden sonra yolcu alarak Pendike gittim, oradan da Kartala geldim. Bu arada Komünizmle Mücadele Derneği Başkanı olduğunu söyleyen ve Kartalda çok nüfuzlu birisi olduğu söylenen bir kişi beni tehdit etti. Bana ağza alınmaz küfürler etti. Proleter kelimesinin komünistlik olduğunu, bu kelimeyi kaldırmazsam beni yaşatmayacağını, hiç olmazsa bu hatta çalıştırmayacağını söyledi. Bu olaydan bir saat sonra da dolu olarak Kadıköye gelirken Maltepe karakolu önünde bir polis tarafından durduruldum, karakola götürüldüm...”

Evet, Yalkın, Maltepe'de de karakola götürülüyor ve yolcular arabanın içinde bekletiliyor. Karakolda şişman, aslan göbekli bir kişi var ki, öfkesi burnundan taşıyor ve zart zurtu dünyayı alıyor. Ve polislere emir veriyor. Bu kişi de Komünizmle Mücadele Derneği Başkanı olduğunu söylüyor. Diyor ki, “Bu delikanlı bu kelimeyi mutlaka şimdi, şu anda kaldırmalı. Bu kelime bir kere Rusçadır. Türk milletiiiiiiiiiii, böyle Rusça kelimelerden hiç hoşlanmaz. Ve biz böyle kelimelerin yurdumuzun sınırlarından içeriyeeeeee girmesineeeee müsaade etmeyeceğiz.” Yalkın diyor ki, “Bu kelime Rusça değil Fransızcadır.” Adam daha çok kızıyor. “Fransızca olsun Rusça olsun, fark etmez,” diyor. “Türk sınırlarından içeriye böyle alçak kelimeler giremez,” diyor ve Yalkına veryansın ediyor. Küfürlerden küfür beğen Yalkın kardeş. Durmadan sivil kişi Türkiye Cumhuriyetinin karakolunda bir Türk vatandaşına Polis marifetiyle küfrediyor. Yalkın diyor ki, “polis beyler,” diyor, “bırakın yakamı da gideyim. Bu sabah Kadıköy Emniyet Amirliğinde ifademi aldılar ve bıraktılar. Bırakın da işime gideyim.” Bir telefon konuşması. Yalkını bırakıyor polisler. Polisler bırakıyorlar ama, Komünizmle Mücadele Derneği Başkanı olduğunu söyleyen kişi Yalkının yakasını bırakmıyor. Karakoldan çıkan Yalkının peşinde, boyuna küfrediyor, tehdit ediyor. “Seni linç ettireceğim. Linç ettireceğim, linç ettireceğim,” diye bas bas bağırıyor. Ve halkı tahrik ediyor. “Şu kafiri, şu komünisti, şu vatan hainini linç edecek bir vatansever Müslüman yok mu? Kanınız mı kurudu?” diye bağırıyor. Yalkın edemiyor, geri karakola dönüyor, “Bu adam beni linç ettirmek istiyor. Siz de kulaklarınızla duydunuz,” diyor. “Zabıt tutun.” Polisler aldırmıyorlar, yüzüne gülüyorlar.

İş bu kadarla bitse neysem ne... Kışkırtılmış minibüs şoförleri o gün bugündür üstüne saldırıyorlar Yalkının. Komünizmle Mücadele Derneğinden otuz kişi yolunu kesiyorlar Yalkının. Küfrediyorlar, tehdit ediyorlar. “Öldürürüz, linç ederiz,” diyorlar. “Böylesi kelimeler Türk milletinin şanına yakışmaz,” diyorlar. “Ne demek proleter kelimesi. Türk milleti böyle kelimeleri yurdunda yaşatmaz, sınır dışı eder,” diyorlar. Ve Yalkın elinde bir sözlük, “Bakın kardeşler, bu kelimenin anlamı işte şu, işçi demek, çalışan demek,” diyor. Okuyorlar. “Olmaz,” diyorlar, “bu sözlük de komünist sözlüğü,” diyorlar. “Bize emir verenler yalan mı söylüyorlar, neyin komünistlik, neyin komünistlik olmadığını bilmezler mi?” diyorlar.

Birisi ihbar etmiş Yalkını. Kim bu? Niçin? Muhbirin adını vermiyorlar. Şimdi ben kalksam da, “Şu adamın adı Süleymandır,” desem, “bir adamın adının Süleyman olması suçtur,” desem... Süleyman adındaki adamı karakol karakol süründürür mü Türkiye Cumhuriyeti polisi? Karakol karakol dolaştırıp küfürbaz kişilere o adama ana avrat sövdürtür mü?

Dedim ki Yalkın'a:

“Yakanı bırakmayacaklar kardeş,” dedim. “Bunlarda insaf yok. Bunlar öyle bizim bildiğimiz normal insanlar değil ki... Ne yapacaksın, proleter adını kaldıracak mısın?”

“Ne pahasına olursa olsun kaldırmam...”

“Ben bunları çok iyi bilirim Yalkın, sen gençsin,” dedim. “Ne yaparlar biliyor musun?”

“Ne yaparlar?”

“Hiçbir şey yapmazlarsa Proletere bir şey yaparlar,” dedim.

“Yapsınlar,” dedi. “Proleteri ben kazandım. Alnımın teridir bu. Borcu da var ama... Gene kazanırım.”

“Bunlar dinsiz imansız, bunlar vicdansız,” dedim. “Sana kötülük yaparlar. Kötü adam mı, satılık adam mı ararsın bu dünyada...” dedim.

Karısı Halide'ye baktı:

“Biz Halide ile konuştuk,” dedi. “Ben olmazsam bile o çocuğumuzu büyütebilir,” dedi.

Halide'nin kara gözleri sevgi, dostluk, inanmışlık doluydu.

Başıyla öyledir işareti yaptı.

Bu kadar genç insanların demek çocukları da varmış. İçerde, üç yaşında güzel mi güzel bir kız çocuğu mutlu, hiçbir şeyden habersiz uyuyordu. Bebeği kucağındaydı.

Ve bu gencecik proleter ana baba şu çocuk kadar tertemiz, şu çocuk kadar saf ve güzeldi.

Ve Yalkın'ın evinden ayrılırken düşündüm. Bu yıkılası dünya, bu pisliği, bu kötü, çirkin insanlarıyla ayakta kalabilmişse şimdiye kadar, böyle insanların yüzü suyu hürmetine ayakta kalmıştır.

Yalkın bizi bırakmadı. Proleterle bizi Kadıköy iskelesine kadar getirdi. Yolda bir yaşlı adam bindi Proletere, Yalkın yaşlı adamdan para almadı.

Yalkın yılmayacak. Proleter sözcüğünü kaldırmayacak. Ama proleter düşmanları ne yapacaklar? Buna karşılık, Türk proletaryası ne yapacak? Türk aydınları ne yapacak? Ne yapacak, ne yapacak, ne yapacaklar?


TIKLAYIN | Gezi davası tutuklusu Mine Özerden’in babası son yolculuğuna uğurlandı: Mine Özerden jandarma ablukasında cenazeye katıldı