Prof. İlber Ortaylı, yeni eğitim müfredatına ilişkin olarak, "Şimdi bütün bir 40-50 senenin tarihi ele alınacak. Milleti bölmek, çoluk çocuğu tarih düşüncesinden ve yönteminden uzak iflah olmaz adamlar halinde yetiştirmek istiyorsanız çok esaslı bir girişim" görüşünü dile getirdi. Ortaylı, "Bendeniz ‘Bu ülkede yakın tarihin ortaöğretime sokulması yasaklanmalıdır’ tezimde maalesef haklı çıkıyorum" dedi.
Ortaylı, tartışmaya yol açan yaz saati uygulamasıyla ilgili olarak da, şunları söyledi:
"Türkiye’nin bu gibi enerji tasarrufları ile kazanacak veya tasarruf edecek bir enerji miktarı da yok. Pasta çok büyüdü; üretim de. İyi aydınlatılmayan sokaklarda iki hafta önce deli gibi giden bir adam bir yavrumuzun okul yolunda ölümüne yol açtı. Gece sefasından dönen insanları çoluk çocuğun görmesine hiç gerek yok. Ezan, neredeyse çocuklar derse girerken okunuyor. Uyku genç vücutların en gerekli maddesidir; bizim şehirlerimiz karanlıkta işe gitmeyi kaldıracak altyapıya sahip değil. Bunun hesaba katılmayışını anlamıyoruz."
Prof. Ortaylı'nın "Yakın tarih eğitimi müfredata girmeli mi?" başlığıyla yayımlanan (22 Ocak 2017) yazısı şöyle:
Şimdi bütün bir 40-50 senenin tarihi ele alınacak. Herkes kendi hikâyesini bozuk akortlu çalgılarla dile getirecek. Milleti bölmek, çoluk çocuğu tarih düşüncesinden ve yönteminden uzak iflah olmaz adamlar halinde yetiştirmek istiyorsanız çok esaslı bir girişim! Bendeniz ‘Bu ülkede yakın tarihin ortaöğretime sokulması yasaklanmalıdır’ tezimde maalesef haklı çıkıyorum.
Şu sıra okullarda müfredat programı yeniden düzenleniyor. Bu program her ülkede düzenlenir ama bunun Türkiye kadar beceriksizce ve sık tekrarlandığı bir ülke bulmak zordur. Çarpıklığı sadece az gelişmişlikle ve fakirlikle açıklayamazsınız. İktisaden bizden daha az gelişmiş veya zor durumda olan ülkelerde bile okul ders programlarına daha ciddi ve zengin muhteva gözeten, münevver bir yönetim hâkimdir.
Bizde ilginç örnekler var. Bundan yıllarca önce rahmetli Cahit Arf, Siyasal Bilgiler’de bir konferans vermiş, orada “Modern matematiği liselere sokan benim ve yaptığım işten doğrusu pek memnun değilim” demişti. Bu dallarda çok konuşmak istemem ama tarih eğitimindeki kepazelik açıkça ortada.
Yakın tarih ortaöğretime sokulmamalı
Benim zamanımda ortaokul birinci sınıf tarih dersinde bir sömestr eski Şark’a, ikinci sömestr tamamen Yunan ve Roma’ya aitti. Bunlarda tercüme edebiyatın ağırlık bastığı doğrudur ama bu herhalde bugünün tarih ders müfredatından birçok konuyu şuursuzca çıkarmaktan akil bir tutumdur. Türk tarihinin bir dünya tarihi olduğunu söylüyoruz ama dünya tarihini öğrenmemekte ve öğretmemekte ısrar ediyoruz.
Son zamanlardaki müfredat değişiklik programı ilan edildiği haliyle, eski densizliklere parmak ısırttırır. Zaten durum, bir müddettir yakın tarih konusunda siyasetçilerin ve onlardan beslenen birtakım medya organlarının ilan ettikleri uyduruk sözde tarihi belgelerden de anlaşılıyor. Bendeniz ‘Bu ülkede yakın tarihin ortaöğretime sokulması yasaklanmalıdır’ tezimde maalesef haklı çıkıyorum.
Em korkunç düşman alternatif tarih
Türkiye’ye özgü bir durum değil. 1980’lerin sonunda Berlin’de ders veriyordum. Siyaset Bilimi’ndeki öğrencilerin, modern Alman toplumunu şekillendiren kademelerden 1648 Vestfalya Antlaşması’nı hemen hemen hiç bilmediğini fark ettim. Birçok Fransız liselisi de Bourbon hanedanının önemli krallarını ve dönemin başbakanlarını düzenlice saymaktan acizdiler. Bu vahim durumun nedeni sorulduğunda, faşizm tehlikesine karşı çağdaş tarihin öğretimine ağırlık verildiği söylendi. Amma da mazeret!
Çağdaş tarih öğretiminde bu tip tutumların ve böyle çocukların dimağını hedefleyen eğitimin en korkunç düşmanı evdeki veya gençlerin devam ettiği gruplardaki alternatif tarihtir; bazı slogan ve palavralar orada gelişir.
Oysa gençlere önce tarih öğretilir. Kronoloji cetveli, iki ayrı mekânda veya ülkedeki olayları eşzamanlayarak değerlendirme, karşılaştırma gerekir. Tarihi coğrafyanın ve şahıs isimlerinin ezberlenmesi ve daha doğrusu coğrafya ile tarihin bir arada değerlendirilmesi icap eder; gerisi insanoğlunun kendi yaşamındaki okumaları, duyumları ve görgüleri ile dimağına yerleşir. Hiç şüphesiz ki ileride sık sık ele alacağımız ve tam değişiklik planını gördükten sonra üzerine daha çok değerlendirme yapacağımız müfredat üzerinden bu konuları değerlendireceğiz. Yalnız bir şeyi önemle belirtmeliyim: Kendi keyfinize göre yakın tarih öğretmeye kalkarsanız, top döner sizi bulur. Yaşlılar, çocukların oyununa karışmamalıdır, torunuyla top oynamaya kalkışan veya ona ağaca tırmanırken eşlik eden ihtiyarların ani krizlerle terk-i dünya ettikleri malumdur.
Tarih bilinci noksan nesil yetişirse ne olur?
Gazetenin biri Atatürk’ün dahiliye vekili Şükrü Kaya’ya İsmet İnönü’ye hitaben bir mektup yazdırttı. Mektup TBMM rumuzluydu. Yalnız rumuzun o tarihtekiyle dizgi biçimiyle bir alakası yoktu; bilgisayardan çıktığını herkes anlardı. Şükrü Kaya, İsmet Paşa’ya, “Atatürk sizi öldürtecek, ben koruyayım” diyormuş.
Tavukların bile güleceği ahmaklıkta sahte bir belgeydi. Şimdilerde bir de Kâzım Karabekir Paşa’yla Türkiye Mareşali Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı (Atatürk) birbirine karşı getirmeye çalışıyorlar. Bu gayretin hedefinin kimler olduğu doğrusu beni ilgilendirmiyor, ama ardında yatan başka özlem var ve bu özlem sahipleri seslerini bu gibi oyunlarla yükseltmeye çabalıyor. Bir Demokrat Parti efsanesidir geziyor, DP döneminin 27 Mayıs bildirilerinde olduğu gibi kurusıkı karalanamaz olduğu açık ama bir DP efsanesi de yaratılamaz. Böyle bir tutum en azından çilekeş İstanbul’a karşı ayıp olur.
Şimdi bütün bir 40-50 senenin tarihi ele alınacak. Herkes kendi hikâyesini bozuk akortlu çalgılarla dile getirecek. Milleti bölmek, çoluk çocuğu tarih düşüncesinden ve yönteminden uzak iflah olmaz adamlar halinde yetiştirmek istiyorsanız çok esaslı bir girişim. Hedef kitle bir müddet sonra size oy vermez. Mensup olduğunuz muhtelif partilere ve görüşlere itimat etmez. Sonuçta ortaya çıkan tarih bilinci noksan, inatçı kitlelerden önce kendiniz yaka silkersiniz.
Mustafa Kemal Atatürk , Başvekil İsmet İnönü ve Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, 26 Eylül 1932 tarihinde Birinci Dil Kurultayı’nda birlikte...
Zorlanan saat
Bu yıl yaz saati uygulamasından vazgeçilmedi ve Türkiye kışı, ait olduğumuz meridyenlerin içindeki saatle değil, Moskova gibi, ait olduğu meridyene göre bir saat ileride geçiriyor. Şu anda en uzun geceyi bir ay daha solladık. Ama daha karanlık kışa iki ay tahammül etmek zorundayız. Bu uygulama inşallah seneye tekrarlanmaz.
Galiba gerekçeyi de Moskova’daki ruhta aramak gerekiyor. Rusya İmparatorluğu’nun ta doğudaki Kamçatka’yla, nispeten yoğun bir nüfusu olan Volga boyundaki topraklarla ve bütün bir Sibirya ile saat aralığı bakımından da bağlantı kurması öngörülmüştür.
Sadece St. Petersburg’daki saat ayarını gözeterek, kocaman Rusya’nın bugün 150 milyon, geçmişteyse 220 milyonluk nüfusunu bir arada düşünmek istemediler. Merkeziyetçi ülkede bütün törenler Moskova saati ile yapıldığından bu gibi bir saat değişikliğinin hem ideolojik, hem kültürel anlamı vardır. Kaldı ki kuzeydeki Moskova, ne yaparsanız yapın altı ay boyunca kış karanlık içindedir.
Benzer bir uygulamaya bizde 1962’de geçilmişti. Gerekçe elektrik enerjisinden tasarruftu. 1950’lerin Türkiye’sinde elektrik pahalı görülen bir enerji kaynağıydı. Alt-orta sınıf halk, akşam 21.00’de düğmeyi çevirir ve uykuya dalardı. Buna rağmen bu tedbirin isteneni vermediği görüldü. Bazılarıysa az miktarda enerji tasarrufu sağlandığını ileri sürmüştü. Her halükârda ‘O zamanın fukara Türkiye’si, bu gibi bir tedbire lüzum görmüş olabilir’ diye düşünmüş olabilirsiniz. Öyle olmadı; koalisyon hükümeti büyük bir gürültüyle, o sene uygulamaya son verdi. 2016 kışında böyle bir uygulamayla ne amaçlandı; üzerine kesin bilgi verilmiş değil.
Türkiye’nin bu gibi enerji tasarrufları ile kazanacak veya tasarruf edecek bir enerji miktarı da yok. Pasta çok büyüdü; üretim de. İyi aydınlatılmayan sokaklarda iki hafta önce deli gibi giden bir adam bir yavrumuzun okul yolunda ölümüne yol açtı. Gece sefasından dönen insanları çoluk çocuğun görmesine hiç gerek yok. Ezan, neredeyse çocuklar derse girerken okunuyor. Uyku genç vücutların en gerekli maddesidir; bizim şehirlerimiz karanlıkta işe gitmeyi kaldıracak altyapıya sahip değil. Bunun hesaba katılmayışını anlamıyoruz.