Kültür-Sanat

Prof. Oran: Çözüm sürecine en soğuk yaklaşan bölge Ege'ydi

Prof. Baskın Oran, “Kürt Barışında Batı Cephesi–Ben Ege’de Akilken…” adıyla çıkan kitabında önemli bilgiler aktarıyor

07 Haziran 2014 03:22

Çözüm sürecine yeniden ivme kazandırılmaya çalışılırken Türkiye’nin dört yanında halkın görüşlerini alan ve süreci  anlatan Âkil İnsanlar Heyeti’nin Ege Bölgesi temsilcilerinden Prof. Baskın Oran’ın “Kürt Barışında Batı Cephesi – Ben Ege’de Akilken…” isimli kitabı yayımlandı. Prof. Oran, Kürt sorunu konusunda Ege halkının bakış açısını, gözlem ve analizlerini paylaştığı kitapta, toplantı notları ve tutanaklarına da yer verdi.

Prof. Baskın Oran’ın, yeni süreç için önemli tecrübe ve gözlemler içeren “Kürt Barışında Batı Cephesi / Ben Ege’de Akilken…” isimli kitabı İletişim Yayınları’ndan çıktı.

 

Kitap Tarhan Erdem ve Ahmet İsvan’a adandı

 

Prof. Oran, kitabını Ahmet İsvan ve Tarhan Erdem’e adadığını yazdı. Oran, kitabının girişinde bu ithaf için şu ifadeleri kullandı:

“Kürtlerle barış hakkındaki bu belgesel kitabı, dostum ve büyüğüm iki insana adamak istiyorum. İkisi de, sanki Türkiyeli Kürtlerin alabildiğine şeytanlaştırıldığı bir ortamda, 1930’larda yetiştirilmemişler gibi, bu Barış Süreci meselesine benim kuşağımdan ve daha genç olanlardan bin kere daha dürüst, mantıklı ve sevecen yaklaştılar. Ellerini taşın altına koydular. Cesaret aşıladılar. Örneklerini bu kitapta verdim. 1923 doğumlu Ahmet İsvan ve 1933 doğumlu Tarhan Erdem. Bu abilerim ve onlar gibiler başımızdan eksik olmasınlar. Elimizden tutmaya devam etsinler. İhtiyacımız var...”

 

'İç Ege, İç Anadolu ile benzer muhafazakarlıkta'

 

Âkil İnsanlar Heyeti Ege Bölgesi temsilcilerinden olan Prof. Oran, kitabın “sunuş” bölümünde “Çözüm sürecine en soğuk yaklaşan bölge Ege’ydi” dedi. Ege Bölgesi’ni “İç Ege” ve “Kıyı Ege” diye iki düzlemde ele alan Oran, bölgenin çözüm sürecine karşı tavrını anlatırken, şu ifadeleri de kullandı:

“İç Ege aslında Kıyı Ege’den ziyade kültürel olarak İç Anadolu’ya çok yakın. Benzer sosyo-ekonomik yapıda ve muhafazakârlıkta. Bu sebeple, Kürt-yoğun olmayan (Doğu ve özellikle de Güneydoğu Anadolu dışındaki) diğer bölgelere benziyor. Kürt- yoğun olmayan bölgelerde heyetlerin işi zordu. Dolayısıyla aynı zorluğu İç Ege’de de yaşadık.”

 

Toplantılar nasıl geçti?

 

Prof. Oran, Ege Bölgesi’nde düzenlenen toplantıları anlatırken şu bilgiyi verdi:

“Heyet başkanımız Tarhan Erdem veya onun vekili Avni Özgürel, bazı yerlerde de Fuat Keyman bir giriş konuşması yaparak Barış Süreci’nin ne olduğunu ve önemini anlattılar. Heyetin esas amacının da, bölgenin nabzını tutmak ve insanların taleplerini bir rapor halinde Ankara’ya yansıtmak olduğunu söylediler. Arkasından, toplu olarak soruları aldık ve sonra bu sorulara teker teker, hiç savsaklamadan cevap verdik. Heyet mensuplarından özellikle Fuat Keyman ve Avni Özgürel yatıştırıcı olmaya özen gösteren, sivri şeyler söylemekten kaçınan konuşmalar yaptılar.”

 

'İkinci Lozan müzakere ediliyor'

 

Kendi tutumunun farklı olduğunu belirten Oran, bölgede muhatap olduğu bir soru ve verdiği yanıtı şöyle aktardı:

“Kürtler dediklerini kabul ettirdiler mi? Öcalan’la pazarlık yapılıp taviz verildi mi?' sorusuna 'Bilmiyoruz ama inşallah pazarlık yapılmıştır. Çünkü pazarlıksız yapılan barış anlaşması bir felakettir. Sevr Antlaşması’nda pazarlık olmamıştı. Müttefikler dikte ettiler, Osmanlı da mecburen bastı imzayı. Ama uygulanamadı, tam da bu yüzden. Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren barış antlaşmaları içinde bir tek Lozan ayakta, çünkü hem o savaşı, hem Kurtuluş Savaşı’nı sonlandırdığı için yenişememe durumu vardı, pazarlıkla yapılmıştı. Türkiye Cumhuriyeti şu anda İkinci Lozan’ı müzareke ediyor; farkında mısınız? Birincisi kurtulmak içindi, bu ikincisi devam için' demeyi doğru buldum.”

Oran kitabında, heyetin kendisine yönelik tutumu için, “Aramızda direkt hiç konuşmadık ve bana hiç direkt söylemediler, ama benim bu yöntemi kullanmamın diğer heyet üyeleri tarafından fazla onaylandığını sanmıyorum” ifadesini kullandı.

 

Kütahya’da heyete saldırı

 

Âkil İnsanlar Heyeti Ege Bölgesi temsilcileri, Kütahya’da 27 Nisan 2013’te sivil toplum kuruluşları ile yapacakları toplantı öncesi bir saldırıya uğradı. Prof. Oran kitabında bu saldırıyı şöyle anlattı:

"Kütahya’daki ikinci günün sabahı STK’larla toplantıya girileceği sırada, otelin önünde biriken Türk bayraklı prtestocular, heyetten Avni Özgürel’e saldırmaya çalışıyorlar.

Gerçi Uşak Sanayi Sitesi’nde de kaldırım taşı atacaklar ama geziler boyunca heyetin karşılaştığı en ciddi saldırı bu.

(…)

‘Orada ne konuşuldu’ diyorsanız, Avni Özgürel 23 Mayıs Aydın ziyaretindeki açış konuşmasında anlatacak:

Bizim yani o kaldığımız otelin kapısının önünde benim yakama yapıştılar. Özellikle Ülkücü milliyetçi insanlar. Dedik bir heyet seçin onlarla görüşelim. Geldiler otelde bizler oturduk konuştuk. 3 saat. İkna mı ettik, hayır. Kaygılarını mı söylediler, hayır. Yani o 3 saat bana göre heder edildi. Hep aynı bildik sözler, cümleler. Yani partinin internet sitesinden alınmış seçim sloganları. Bunlar üzerinden bizim yapabileceğimiz bir şey yok ki zaten."

 

Bayrak tartışması

 

Baskın Oran, kitabında 10-12 Mayıs (2013) günleri arasında Manisa’da siyasi parti temsilcileri ve yerel yöneticilerle yapılan toplantıda heyet üyesi Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın Türk bayrağı tartışmasından dolayı toplantıyı terk etmesine de yer verdi.

Kitaptaki aktarıma göre, Yalçındağ’ın toplantıyı terk etmesinden önce konuşan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nden Rıza Selim Gündüzlü şunları söyledi:

Biz parti olarak tabii ki bu sürecin arkasındayız. Sizlere teşekkür ediyoruz. Barış için çok uzun bir yol kat etmemiz gerekiyor. Başlangıçta daha özgülükçü bir anayasanın hazırlanması elzem. Ama bu da yeterli değil. Birtakım zihniyetlerin kırılması gerekiyor. Bunun için de Güney Afrika örneğinde olduğu gibi Hakikatleri Araştırma Komisyonu’nun kurulması, birtakım profesyonellerin -psikologların vs.- kullanılması gerekiyor.

Ben de psikoloğum. Öğrencim olan 10 yaşında bir çocukla konuştum. ‘Kürtler hırsızdır’ dedi. Yanımızda bulunan inşaattaki işçileri gösterdim, ‘Onlar emekleriyle çalışıyorlar’ dedim. ‘Hayır onlar Kürt değil’ dedi. Bu ailesinden geçen bir algı. Çocuklarımıza hâlâ okullarda ‘Varlığım Türk varlığına armağan olsun’ dedirtiyoruz. Veya Nevruz bitiminde ‘Türk bayrağı niye yok?’ diye soru soruluyor. Aslında sorunun içinde cevap da var; çünkü sen ona Türk bayrağı diyorsun. Anayasadan etnik referansların çıkması gerekiyor.”

Gündüzlü’nün sözlerinin ardından söz alan Yalçındağ, özetle şunları söyledi:

“(…) Ben bu yola tek bayrak, tek millet, tek vatan, bölünmez vatan için çıktım. Nevruz’da Türk bayrağının böyle sallanmasını istedim. İstedim ki 23 Nisan’da siz de tüm Türkiye’nin bayramını aynı coşkuyla kutlayın, madem bu çocuklar hepimizin çocuğu, aynı coşkuyla. İstedim ki, şu arkamdaki bayrağı benim kadar hissederek sahiplenin. Öyle olacağı ümidiyle yola çıktım. Öyle değilse ben bu yolda yokum. Ne barış elçisiyim, ne başka bir şeyim. Ben bu yola Türkiye Cumhuriyeti, tekiz diye çıktım. Ben bu yola bir tane resmi dilimiz var diye çıktım. Ben bu yola bir tane kutsal bayrağımız var diye çıktım. (…) Kusura bakmayın. Biraz sert konuştum ama ben bu yola bütün iyi niyetimle çıktım. Doğru söylüyor kardeşim. Kürt’se Kürt desin. Niye şarkısını söylemesin? O da onun evladı. Ben nasıl Türklüğümle guru duyuyorsam o da duysun. Ama biz bir milletiz dedim. Bizim bir tane bayrağımız var. (…) Burası Türkiye. Bu bayrak hepimizin. Bir tane lisanımız var Türkçe. Ben bunu böyle biliyorum. Kusura bakmayın. Başka türlüyse tartışın. Ama ben yokum belki yanlış çıktım bu yola…"

Yalçındağ, YSGP’li Gündüzlü'nün, “Ben bayrağa itiraz etmedim. Tanımlamaya bir itirazım var. Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrağı diyelim. Ne sakıncası var?" sözlerine de, özetle "Adını mı değiştireceksiniz bayrağın? Ben yokum o zaman, buyurun değiştirin, değiştiriyorsanız. (…) Ben iş kadınıyım. Akademik şeylere gelemem. Türk bayrağı bu. Gel sarıl. İkimiz birden sarılalım. Niye sarılmıyorsun" karşılığını verdi.

Bazı katılımcıların görüşlerine itiraz ettiği Yalçındağ, salondan ayrıldı.

 

‘Bazılarını kuşkuya düşürdüysek bu bile başarı’

 

18 Haziran 2013'te Gezi Parkı sürecindeki şiddeti ve çözüm süreci için somut adım atılmamasını eleştirerek "İktidar süreci paçavra gibi buruşturup attı" ifadesini de içeren yazılı bir açıklama yapan Prof. Oran, kitabındaki “Son toplantıya katılmama meselesi” başlığı altında şu değerlendirmeyi yaptı:

“İki ay boyunca Ege’nin dört bir köşesine gittik. Barış için çok cesaret verici söz ve yorumların yanı sıra, bir sürü hüzün verici ezberler dinleye dinleye. Doksan yılda inşa edilmiş sağır duvarlara toslaya toslaya.

Bu seyahatlerde anlattık ki, yılbaşından bu yana artık tabutlar gelmemektedir, bu çok önemlidir. Türkiye çok sağlıklı bir barışa gidecektir. Ama insanların kafasındaki kalıpları değiştirmek kolay olmadı. Bazılarını ezberlerinden, hatta kullandıkları terimlerden azıcık kuşkuya düşürdüyse, bu bile başarı sayılmalı.

Kitlelerle ilişki böyleyken, Ege’deki çalışmamızı bitirdiğimiz 26 Mayıs’ın ertesi günü, 27 Mayıs’ta Gezi olayları patlak verdi. AKP iktidarının bu olaylara verdiği inanılmaz tepki ve buna katılan herkesten intikam alırcasına başlattığı baskı politikası, Kürt sorununda ikinci aşamaya geçilip reform yapılacağı umudunu görülebilir bir gelecek için ortadan kaldırdı. 30 Eylül 2013’te açıklanan paket de, Kürt açılım sürecini tek bir adım öne götürmedi.”

 

Gezi süreci, 17 Aralık ve son durum

 

Prof. Baskın Oran, “Âkiller bitirdikten sonra genel görünüm” başlığı altında Âkil İnsanlar Heyeti’nin toplantılarını değerlendirirken, Gezi Parkı direnişi ile başlayan ve 17 Aralık yolsuzluk operasyonu ile devam eden sürecin çözüm sürecine yaptığı etkiyi irdelerken şu ifadeleri kullandı:

Gezi olayları: “Başbakan Erdoğan, Süreç’in barış ve özgürlük isteyen ruhuyla bire bir uyuşan Haziran 2013 Gezi Olayı’nı bir uyarı olarak alsaydı ve 2010’dan sonra ciddi biçimde otokratlaşan yönetimini biraz gözden geçirseydi, büyük puan toplayacaktı.”

17 Aralık: “Başbakan Erdoğan, eğer yolsuzluk iddialarının hemen üzerine gidileceğini açıklasaydı, büyük puan toplayacaktı. Oysa aynen Gezi’de olduğu gibi, burada da tersini yaptı. Gezi’nin ‘hükümeti düşürmek’ için yapıldığını ileri sürmesine benzer biçimde, 17 Aralık’ı da, Gülen Hareketi/Gülen Cemaati/Hizmet Hareketi/Cemaat olarak anılan ve ‘Paralel Devlet’ olarak adlandırdığı grubun ‘hükümeti düşürmek’ için giriştiği bir ‘kumpas’ ilan etti.”

Kürtler homurdanıyor: “’Âkiller’ faaliyetiyle birçok şeyi göze alarak katkı yapmaya çalıştığımız Barış Süreci, bu satırların yazıldığı Nisan 2014’te kendi haline terk edilmiş vaziyette. (…) Evet Kürtler gerçekten homurdanıyor, hatta Güneydoğu’da bazı silah sesleri duyuluyor. Ama bundan daha ileriye ne Süreç ilerleyebiliyor, ne de Kürtler gidebiliyor.”

(…)

“Bugün Türkiye’nin Başbakan Erdoğan tarafından gittikçe otokratik, anti demokratik bir yönetime götürüldüğü göz önüne alındığında, AB’den uzaklaşan bir Türkiye’nin gittikçe daha zayıf, petrolle zenginleşmekte olan sınır ötesi Kürtlerin ise gittikçe daha güçlü bir çekim merkezi olacağı gerçeği var.

Türkiye Cumhuriyeti için trenin fena halde kaçmakta olduğu gerçeği var…”

Kitabın içerik planı ve "Sunuş" bölümü için tıklayın…

 

Baskın Oran kimdir?

 

1945 İzmir doğumlu olan Baskın Oran Saint Joseph orta bölümü, İzmir Atatürk Lisesi ve San Gabriel High School'dan (California) sonra 1968'de bitirdiği Mülkiye'de asistanken 12 Mart cuntası tarafından bir kere (1971), 12 Eylül cuntası tarafından üç kere asistanlıktan/memuriyetten atıldı (Kasım 1982-Eylül 1990); her seferinde Danıştay kararıyla döndü. Uluslararası İlişkiler'de doktor (1974), doçent (1991) ve profesör (1997) olduktan sonra 2006'da erken emekliliğini isteyerek Oxford (2006) ve Harvard (2009) üniversitelerinde dizi konferanslar verdi. 2014 itibariyle, Mülkiye'de seçimlik doktora semineri sunmaya devam ediyor.

Milliyetçilik, Türk dış politikası ve özellikle azınlıklar üzerine çalışıyor. Ekim 2004'te, Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu üyesi olarak, çok yönlü saldırılara ve hakkında dava açılmasına yol açan "Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Raporu"nu yazdı. Temmuz 2007'de, sivil toplumun İstanbul'dan "bağımsız sol aday"ı olarak katıldığı seçimlerde oyların bölünmesi üzerine seçilemedi.

Agos ile Radikal İki'de, Bodrum'daki matrak şeylerden Türk iç ve dış politikasına kadar çeşitli konularda haftalık yazılar yazıyor. Çeşitli dillerde yayımlanmış yetmiş kadar akademik makalesi var.

Türkiye'de sırayla şu kitapları basıldı:

Azgelişmiş Ülke Milliyetçiliği-Kara Afrika Modeli

Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu

Atatürk Milliyetçiliği-Resmî İdeoloji Dışı Bir İnceleme

Kenan Evren'in Yazılmamış Anıları (2 cilt)

Nerde O Eski Mahpushaneler

Devlet Devlete Karşı

Kalkık Horoz-Çekiç Güç ve Kürt Devleti

Yunanistan'ın Lozan İhlalleri

Küreselleşme ve Azınlıklar

Türk Dış Politikası-Kurtuluş Savaşı'ndan Bugüne Olgular

Dalavera Memet'in Bodrum Tarihi

Enişte Gözüyle Bodrum

Türkiye'de Azınlıklar-Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama

M.K. Adlı Çocuğun Tehcir Anıları-1915 ve Sonrası

Türkiyeli Kürtler Üzerine Yazılar

Türkiyeli Gayrimüslimler Üzerine Yazılar

Türk Yargısı ve Adaleti Üzerine Yazılar