Politika

Prof. Kaboğlu, 2. Abdülhamit'ten alıntı yaptı: Yasaların herkesin oyuna dayalı olarak çıkarılması, uygar devletlerin ayırt edici özelliğidir

"16 Nisan değişikliği Birinci Meşrutiyet'ten bu yana bütün anayasal tarihimizle çelişmektedir"

04 Ekim 2018 22:56

TBMM’de grubu bulunan 5 siyasi partinin ortak mutabakatıyla çıkması için uzlaşma yollarının arandığı Anayasa Komisyonu’ndaki iç tüzük görüşmelerinde söz alan anayasa profesörü, CHP İstanbul Milletvekili İbrahim Kaboğlu, 16 Nisan’da yapılan referandum ile kabul edilen Anayasa değişikliğini, ‘1921 Anayasası Meclis hükûmetiyle yönetilen bir Anayasa’ydı ama 16 Nisan değişikliği hükümetsiz Meclise dönüşen bir Meclis hâline gelmiş bulunuyor’ yorumunda bulundu. Anayasa değişikliğini öngören 6771 sayılı kanunla ilgili “Kabul edildiği ortam ve koşullar bakımından meşru değildir, Meclisin görüşmeleri açısından Anayasa’ya uygun değildir. Anayasa referandumu olağanüstü ortam ve koşullarda düzenlenmiştir” diyen Prof. Kaboğlu, “Bu bakımdan bunun meşruluğunu sürekli sorgulamak durumundayız ama daha önemlisi, bu Anayasa değişikliği, yapılan Anayasa değişikliği bizim Birinci Meşrutiyet’ten bu yana bütün anayasal tarihimizle çelişmektedir. Bir bakıma anayasal kazanımlarımızla çelişen ve bunun inkârı anlamına gelen bir düzenleme olduğu için biz bu anayasal düzenin sürdürülemezliğini savunuyoruz” dedi.

Anayasa konusunda AKP’lilerin ajandalarında önemli bir yer tutan 2. Abdülhamit’in 19 Mart 1877’de ilk parlamento açış konuşmasına de yer veren Kaboğlu, “Uygarlık ile demokratik yasama arasında ilişki kuran Abdülhamit ‘Yasaların herkesin oy ve görüşlerine dayalı olarak çıkarılması, uygar devletlerin ayırt edici özelliğidir’ der günümüz Türkçesiyle” diye konuştu.

CHP’li anayasa profesörü İbrahim Kaboğlu’nun TBMM Anayasa Komisyonu’ndaki konuşmasından bazı bölümler şöyle:

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) – Şimdi, bu yeni sistemle ben ilk Parlamentomuzun açılışında 19 Mart 1877’de II. Abdülhamit’in açış konuşmasından bir alıntı yapmak suretiyle başlamak istiyorum. Uygarlık ile demokratik yasama arasında ilişki kuran Abdülhamit “Yasaların herkesin oy ve görüşlerine dayalı olarak çıkarılması, uygar devletlerin ayırt edici özelliğidir.” der günümüz Türkçe’siyle. Sonra Birinci Meşrutiyet, İkinci Meşrutiyet’e geçiliyor, parlamenter rejim kuruluyor, sonra Teşkilatı Esasiye Kanunu’yla Meclis hükûmeti kuruluyor, 1924 Anayasası’yla Meclis hükûmeti ve parlamenter rejim arasında karma bir yönetim 1961 ve 1982 Anayasası’ysa parlamenter rejimin tipik yansımaları şeklinde görülebilir.

Fakat burada ayrıntıya girmeden, bugünkü durumu betimlemek açısından esasen bizim sıkça eleştirdiğimiz 1982 Anayasası’nı 1961 Anayasası’na tepki Anayasası olarak nitelendiriyor olmamızın bu yeni durum bakımından anlamını belirtecek olursak esasen şu anda karşı karşıya bulunduğumuz durum yani şu anda görüştüğümüz Türkiye Büyük Millet Meclisinin İçtüzüğü’nü anlamlandırmak açısından Cumhuriyet Dönemi’yle sınırlı kalacak olursa k şöyle bir tablo karşısında bulunmaklığımızı mutlaka göz önüne almamız lazım:

1921 Anayasası Meclis hükûmetiyle yönetilen bir Anayasa’ydı ama 16 Nisan değişikliği hükümetsiz Meclise dönüşen bir Meclis hâline gelmiş bulunuyor, bu birinci saptama.

Şimdi, bu bakımdan, bu İç Tüzük’ü tartışırken, burada görüşürken esasen biz parti olarak 6771 sayılı Kanun konusundaki görüşümüzü muhafaza ediyoruz. Bu muhafaza ettiğimiz görüş şudur: Esasen 6771 sayılı Kanun kabul edildiği ortam ve koşullar bakımından meşru değildir, Meclisin görüşmeleri açısından Anayasa’ya uygun değildir. Anayasa referandumu olağanüstü ortam ve koşullarda düzenlenmiştir. Bu bakımdan bunun meşruluğunu sürekli sorgulamak durumundayız ama daha önemlisi, bu Anayasa değişikliği, yapılan Anayasa değişikliği bizim Birinci Meşrutiyet’ten bu yana bütün anayasal tarihimizle çelişmektedir. Bir bakıma anayasal kazanımlarımızla çelişen ve bunun inkârı anlamına gelen bir düzenleme olduğu için biz bu anayasal düzenin sürdürülemezliğini savunuyoruz ve sürdürülemezliğini savunurken esasen hedefimiz, amacımız, Türkiye’nin Birinci Meşrutiyet’ten ve özellikle İkinci Meşrutiyet’ten bu yana iyice yerleşmiş olan geleneğine göre denge ve denetim düzeneğine dönüştür, parlamenter rejime dönüştür çünkü bizim ulusal kimliğimiz parlamenter rejim çerçevesinde oluşmuştur. Meşrutiyet’ten bu yana Osmanlı, cumhuriyet kazanımları, çok partili dönem kazanımı parlamenter rejim ekseninde olmuştur.

Burada tabii ki bunun ayrıntısına girip sizlere bir anayasa dersi verecek değilim ama ben burada partimizin görüşü olarak böyle bir anayasal hedefin varlığını hatırlatarak; esasen partimizin hedefi… Türkiye Cumhuriyeti’nin de anayasal tarihi, kimliği, gelişmeleri ancak parlamenter rejimin sürdürülebilirliği şeklinde olmuştur, olmaktadır. Bu, bizim ulusal kimliğimizdir ve esasen hedefimiz, Anayasa’nın yenilenmesi durumunda bu ulusal kimliğe dönüştür.

Bu bakımdan, ilginçtir Sayın Cumhurbaşkanı Meclisi açış konuşmasında gerekirse Anayasa değişikliğini de yapabileceğimizi beyan etmiştir. Belki de şu anda Türkiye’nin karşı karşıya bulun duğu krizde bu anayasal düzenin yani 6771 sayılı değişiklikle gündeme gelen anayasal düzenin özellikle görev, yetki ve sorumluluk üçlüsü bakımından işlemezliğinin bir itirafıdır, bir göstergesidir. Bu açıdan bizim parti olarak özellikle Anayasa’nın 2’nci maddesinde yer alan hukuk devleti, anayasal denge ve denetim düzeneği, insan haklarına dayanan demokratik ve laik devlet ilkesi ışığında bu bizim anayasal kazanımlar doğrultusunda bir anayasal projemizin var olduğu ve Türkiye’nin kendi anayasal kazanımları çerçevesinde bu anayasal düzene geçmesi yönünde çalışacağımızı, çalışmakta olduğumuzu ve çalışacağımızı bu vesileyle bir kez daha vurguluyorum. Çünkü bu Anayasa değişikliğinin olağanüstü ortam ve koşullarda ve esasen köklü bir anayasa değişikliğinin yapılmaması gereken bir dönemde yapılmış olduğunu da dikkate alarak, esasen bu metnin, bu düzenin sürdürülemez niteliğini şu ya da bu biçimde yapıcıları da zaman zaman itiraf etmiş oluyorlar; belki de Sayın Cumhurbaşkanının itirafı şeklinde yorumlanabilir.

Çünkü 1971 değişikliği sıkıyönetim ortam ve koşulları altında yapı ldı ama 2017 değişikliği ise tamamen olağanüstü ortam ve koşullarda yapıldığı gibi,bu, tarihimizin en radikal değişikliği oldu; yani Birinci Meşrutiyet’ten bu yana ilk büyük kopmayı bu değişiklik meydana getirdi. Bu açıdan bunun en azından bilinmesi gerekir, bunun vurgulanması gerekir.

Bu bakımdan, esasen bizim anayasa hukuku tarihimiz, anayasa hukuku birikimimiz, bizim anayasal kazanımlarımız eğer anayasal yurtseverlik kavramı çerçevesinde değerlendirilirse, Tanzimat’tan itibaren Birinci Meşrutiyet, İkinci Meşrutiyet, 1921, 1924, 1961, 1982 ve sonraki düzenlemeler, AK PARTİ’nin de çok önemli katkılarda bulunduğu düzenlemeler ışığında anayasal miras ortaya çıkmıştı, oluşmuştu ve 2017 yılında yapılan değişiklik bu şeylerle bağdaşmıyor; yani bu, tarihi tamamen değiştiriyor ve geriye götürülmezlik ilkesiyle çelişiyor anayasal kazanımlar açısından. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum ve bu konuda esas hedef, anayasal denge ve denetim düzeneğini öngören, demokratik, bizim tarihsel kazanımımızla uyumlu bir parlame nter düzene geçiş şeklinde olmalı. Bizim de zaten parti olarak hazırlıklarımız bu yönde. Bu, çünkü bizim kendi anayasal mirasımıza saygı açısından çok önem taşıyor ve kazanımların geriye götürülmezliği ilkesiyle de örtüşüyor bu hedefimiz.

Şimdi, bu açıdan bakıldığı zaman, esasen buradaki sorun İç Tüzük’ün Türkiye Büyük Millet Meclisinin özerklik belgesi olarak tasarlanması olmalıdır; bu hedef çerçevesinde olsun, bu yapılan 6771 sayılı Anayasa değişikliği çerçevesinde olsun.

İç Tüzük, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir özerklik belgesidir. Şimdi, bu açıdan baktığımız zaman, tabii ki sizlerin açılış konuşmasında vurguladığınız üzere, İç Tüzük’ümüz bir yamalı bohçadır. Cumhuriyetin başından bu yana yürürlükte olan bu İç Tüzük tek Meclis döneminde, çift  Meclisli dönemde de yürürlükte olan İç Tüzük. Kaldı ki tamamen farklı bir siyasal rejim veyahut da siyasal sistemde geçerli olan İç Tüzük’ün esasen sizlerin savunduğu sistem açısından da yenilenmesi gerekiyor. Ancak bunu yenileme yerine bunun sadece birkaç rötuş la yapılması esasen iki yönde çelişkili. Bir: Bizim kabul etmediğimiz ya da hedef olarak belirlediğimiz anayasal düzen açısından çelişkili. İkincisi sizlerin oylattığı ve “yeni düzen” dediğiniz, hep “yeni düzen” dediğiniz anayasal düzen açısından da çelişk ili çünkü sizler hep Meclisin daha özerk bir yapıya kavuştuğunu, dolayısıyla yasama, yürütme ve yargı ayrılığının yeni bir düzende artık kurgulandığını vurguluyorsunuz. O açıdan da bu Meclis İç Tüzüğü’nün yenilenmesi hem bizim parti olarak savunduğumuz yeni anayasal düzen, parlamenter düzen açısından yaklaşıldığı zaman bir gereklilik hem de sizin savunduğunuz “Biz yeni düzen kurduk, yeni bir anayasal düzen kurduk. Bu anayasal düzende yasama, yürütmeyi birbirinden ayırdık; artık, yürütme, yürütme görevini yapacak, yasama da yasama görevini yapacak.” biçimindeki tezinizle çelişiyor bu. Ha, şunu söyleyebilirsiniz: “Bizim şimdi yaptığımız şey zaten tamamen teknik bir çalışmadır, Meclis İç Tüzüğü’nde önceki döneme ilişkin kuralların düzeltilmesidir, bunun ötesinde bir şey yapmıyoruz.” biçimindeki bir görüş savunulabilir kuşkusuz. Ama o zaman şöyle bir itirazla karşılaşıyoruz: O hâlde niçin biz iki ay önce burada iki önemli kanunu eski İç Tüzük’le kabul ettik? Ozaman o eski İç Tüzük’le kabul ettiğimiz yasalar geçe rli olmayacak mı? Onlar şu anda yürürlükte olan İç Tüzük’e göre yapılan yasa değişiklikleri olduğuna göre onların anayasallığını mı sorgulayacağız? Buradan şu çıkıyor karşımıza: Demek ki bu İç Tüzük’le yasa… Eğer onlar Anayasa’ya uygunsa bu uygulanabilir.