Cumhuriyet yazarı Prof. Dr. Ahmet İnsel, Hollanda ile Türkiye arasında yaşanan "ziyaret" kriziyle ilgili olarak "Tayyip Erdoğan yönetimi, müzakere yoluyla iş yumuşama yoluna girmişken, Hollanda ile gerginliği kasıtlı biçimde büyüttü. Kapıdan kovulan devlet konumuna düşmeyi, referandum öncesi evet oylarının bir iki puan artması için göze aldı" dedi. İnsel, "İktidarın başının 16 Nisan’da kaybetme korkusunun ne kadar büyük olduğunu, yönettiği devleti 'haydut devlet' mertebesine düşürmekten çekinmemesi çok açık biçimde ele veriyor" diye yazdı.
Ahmet İnsel'in "‘Haydut devlet’ nasıl olunur?" başlığıyla yayımlanan (14 Mart 2017) yazısı şöyle:
Türkiye Cumhurbaşkanı ve hükümet üyelerinin Almanya’da anayasa değişikliği referandumu için kampanya yapmalarının engellenmesi, biraz işgüzar bir girişimdi. Almanya’da bundan önce benzer seçim mitingleri yapılmasına engel olunmamıştı. Belçika’da “tarafsız” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim mitingi yapması engellenmiş, o da Ekim 2015’te Strazburg’da “Milyonlarca nefes, teröre karşı tek ses!” mitingi yapmış, birkaç hafta sonra tekrarlanacak seçimlerde herkesi Tek Ses’te birleşmeye çağırmıştı.
Bu sefer iş çığrından çıktı. Ama istem dışı değil, kasıtlı olarak. Rotterdam’da Çavuşoğlu’nun yapacağı referandum toplantısını Hollanda’da 16 Mart’ta yapılacak genel seçimler sonrasına ertelemesi önerisini reddeden Türkiye devleti, Cumhuriyet tarihinde ilk kez uçağına iniş izni verilmeyen milli ve yerli yönetim olma şerefine nail oldu.
Uluslararası ilişkilerde böyle bir durum çok ama çok nadir yaşanır ve genellikle “haydut devlet” olarak tanımlanan devletlerin yöneticilerine uygulanır. Dışişleri bakanının uçağının inişine izin verilmeyen bir devletin bir diğer bakanını aynı anda bu ülkeye karayoluyla gizlice ve ülke yetkililerine kasıtlı yanlış bilgi vererek sokması da, uluslararası ilişkiler tarihinde pek bilinmeyen bir durumdur. Bakanın o ülkeye girişinin engellenmesinin nedenleri haksız bile olsa, bir hükümet üyesinin başka bir ülkeye kaçak yollardan girmeye çalışması, temsil ettiği ülkenin “haydut devlet” imajını güçlendirmez mi?
“Haydut devlet” (Rouge State), küresel barışı tehdit eden, insan haklarını kitlesel biçimde çiğneyen, terörizmi destekleyen devletleri ifade ettiği gibi, önceden ne yapacağı kestirilemeyen, uluslararası kuralları tanımayan devletler için de kullanılan bir kavramdır. Emre Kongar, 9 Ocak 2014’te Cumhuriyet’te yayımlanan yazısında, terör finansmanı ile mücadele için kurulan Finansal Eylem Görev Gücü’nün (FATF) 2013 Ekim’inde Paris’te yapılan toplantısında, Türkiye’nin 11 ülkenin yer aldığı riskli ülkeler listesinde tutulması haberini aktarıp, Türkiye’nin uluslararası camiada yavaş yavaş almaya başladığı “haydut devlet” imajına işaret ediyordu.
Türkiye FATF’ın riskli devlet listesinden o günden beri çıktı mı, bilmiyorum. Başka yollardan “haydut devlet” mertebesinde epey ilerlediği düşünülebilir. Referandumda evet oyu verme eğiliminin iktidarın beklediği gibi güçlü olmaması karşısında, en ilkel milliyetçi refleksleri tetikleyecek bazı senaryoların (Kandil’e askeri müdahale, Suriye’de beklenmedik bir operasyon, vs..) devreye sokulması endişesi birçok kişi tarafından dile getirilmişti. Görünen o ki, Almanya’da gerekçeleri tartışmalı engellemeleri Tayyip Erdoğan yönetimi yeni bir “lütuf” olarak değerlendirdi. Müzakere yoluyla iş yumuşama yoluna girmişken, Hollanda ile gerginliği kasıtlı biçimde büyüttü. Kapıdan kovulan devlet konumuna düşmeyi, referandum öncesi evet oylarının bir iki puan artması için göze aldı. Kırk yıldan beri bu ülkelerde göçmen derneklerinin verdiği entegrasyon mücadelelerini berhava edip, Avrupa’da yaşayan kendi yurttaşlarının “huzur bozucu yabancılar” olarak damgalanmasını, halkoylamasını kazanmanın çerezi yapmaktan gocunmadı. Hollanda ve Almanya’da aklı selimi koruyan bazı Türkiyeli derneklerin, bu engel ve yasaklamaları kınarken, bu yasakları zorla, devlet imkânlarını kullanarak ve diplomatik tüm kuralları çiğneyerek delmeye çalışan iradeyi de bir o kadar eleştirip, teşhir eden çıkışları, bu sokak kavgası ortamında elbette duyulmuyor.
Hiçbir kural tanımayan devlet tanımı, kendi koyduğu yasağa kendisi uymayan bir iktidara yakışıyor. AKP hükümeti 2008’de seçim yasasına, yurtdışında, yurtdışı temsilciliklerinde ve sınır kapılarında seçim kampanyası yapma yasağı getirmişti. Yasak önümüzdeki halkoylaması için de yürürlükte. Bu yasağı geçmişte olduğu gibi, bugün de en fazla iktidar partisi çiğniyor. Devlet imkânlarını fütursuz biçimde kullanıyor. Cumhurbaşkanı sıfatıyla, özellikle yurtdışında esas olarak devleti temsil etme sorumluluğu taşıması gereken bir kişinin ve onun temsilcilerinin, istenmez kişiler muamelesi görmesi pahasına bunu yapıyor. İktidarın başının 16 Nisan’da kaybetme korkusunun ne kadar büyük olduğunu, yönettiği devleti “haydut devlet” mertebesine düşürmekten çekinmemesi çok açık biçimde ele veriyor. Bu referandumu kazansa da, kendine, hükümetine, partisine ve yöneteceği devlete vurulan bu damganın uzun zaman silinmeyeceğini, bunun herkes için olumsuz sonuçları olacağını düşünecek serinkanlılığa artık sahip olmadığı görülüyor. Bu son gelişmelerden sonra, 16 Nisan’da sandığa atılan her evet oyu, “haydut devlet” yurttaşı olmaya verilmiş bir onay olacaktır.