Gündem

Prof. Ferhat Kentel: Devlet, çok ince bir teknikle AKP’yi ele geçirdi

"Perinçek, 'AKP bizim olduğumuz yere geldi' derken haklı bir şey söylüyor"

25 Ocak 2016 13:16

Sosyolog Prof. Ferhat Kentel, AKP’nin darbelere karşı gelen insanlarla kendi meşruiyet alanını gelişlettiği zamanda partinin devlet tarafından yapılan operasyonla geri adım attığını söyledi ve “Devlet, çok ince bir teknikle devlet AKP’yi ele geçirdi. Bugün devlet gibi konuşan bir AKP var” dedi.

Kentel, Ergenekon’un devletin önemli bir yerinde olduğunu ileri sürerken, “Bunun bir örneği Doğu Perinçek. Perinçek 'AKP bizim olduğumuz yere geldi' derken haklı bir şey söylüyor” ifadelerini kullandı.

Özgür Düşünce’den Hüseyin Keleş’e konuşan Kentel’in açıklamaları şöyle:

Bölgedeki çatışma ortamı 1 Kasım seçimlerinden sonra daha da şiddetlendi. Neye bağlıyorsunuz bu gelişmeleri?

Başkanlık sisteminin tesis edilmesi için bu savaş çok fazla işe yarıyor. Çatışmanın arkasından daha otoriter birtakım yöntemlerin uygulanması için zemin hazırlanıyor aslında. 

Bu sadece 'Başkanlık'la açıklanabilir mi? 

Tabii ki hayır. Belki en kabul edilebilir ya da görünen sebep diyebiliriz. Onun haricinde mesele sadece AKP ve Erdoğan değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin genlerinde taşıdığı çıkar ilişkilerinde, dengelerde, güç ilişkilerinde Kürt meselesinin aldığı bir yer var. Bu aldığı yer nereyse, oradan çıkmasına asla izin verilmeyecek. Ama toplum değişiyor zaman içerisinde. Nasıl Müslümanlar zaman içerisinde değiştilerse, kendi partilerini kurdularsa... Müslümanlar derken Demokrat Parti ile Adalet Partisi geleneğinden gelen, bunun içerisine Milli Görüş'ün girdiği bir kesim. Bu iç içe geçmiş kesim iktidarla tanıştı ve toplumda önemli değişimler oldu. Bunlardan en görünür olanı başörtüsü meselesiydi. O zamana kadar devletin 'kamusal alan' diyerek tahammül edemediği şey, yeni toplumsal kesimlerin iktidar olmasıyla değişime uğradı. Devlet bunu kabul etmek zorunda kaldı. Ama galiba devletin kabul edemeyeceği şeyler var. Devlet, AKP'yi ya da ehlileştirdiği bir İslami hareketi içeri aldı. Bu kesim gayet modernleşti; kapitalistleşti ve devlet ancak öyle içeri aldı. Devletle hemhal oldular. Bir zamanlar Susurluk kazasında birçok kesimden ismin bir arada olması gibi... Devlet aslında böyle bir şey

Bugünün devlet temsilcileri, Susurluk'un kaza yapmamış hali mi? 

Devlet hep böyledir zaten. Kaza yaparsan sadece daha fazla görünmüş olur. Yani Sur'daki 'Üç hilaller', 'Esedullah Timleri', JÖH'ler kim? Bunlara İslamcı diyecek miyiz? Bunlar devletin yetiştirdiği elemanlar. Devletin kendine göre bir mantığı var ve bu mantığı bugün işletiyor.

Ergenekon devletin neresinde?

Ergenekon veya onun temsil ettiği zihniyet devletin epey önemli bir yerinde. Bunun bir örneği Doğu Perinçek. Perinçek “AKP bizim olduğumuz yere geldi” derken haklı bir şey söylüyor. Perinçek’in 60’lı yıllardan beri oynadığı bir rol var. Bazen devletin oyunlarını sol içinde oynadı; bir zamanlar da Kürtler içinde oynamıştı. Bugün de Akitvari televizyonlarda boy gösteren bir adam haline geldi.

Devlet 2010’a kadar mı izin verdi AKP’ye?

Türkiye’de toplumun vesayet rejimine karşı çok ciddi bir talebi vardı. AKP bu mücadelede inanılmaz bir avantaj yakaladı. Kendi dışındaki insanlar sayesinde... Solcu gruplar, ‘Yetmez ama evet’çilere küfrederken bir yandan haklılar tabii! AKP tam da ‘yetmez ama evet’ diyen, darbelere karşı gelen insanlarla meşruiyet alanını genişletti. Sonra ne oldu? Devletin inanılmaz operasyonu bence orada gerçekleşti. Tam da mücadele edemeyeceği bir alanda, darbecilik konusunda geri adım attı. Açıkça darbe yapamazdı, çok ince bir teknikle devlet AKP’yi ele geçirdi. Bugün devlet gibi konuşan bir AKP var.

'Yetmez ama evet' koalisyonunun içerisindeydiniz. Sol kesim tarafından her fırsatta topa tutuluyorsunuz. Rahatsız ediyor mu sizi?

AKP eski İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu 2013'ün başında 'Bizim artık bundan sonra sol, liberal birtakım insanlara ihtiyacımız yok, kendimiz yürüyeceğiz' gibi bir şey söyledi. 60'lı yılların sol stratejileri içinde Milli Demokratik Devrim Stratejisi vardı. Kabaca, "Biz sol görüşlülerin gücü yeterli değil, birtakım ittifaklar kurmak lazım" diyordu.

 Bütün devrimlerde olan budur. AKP'nin temsil ettiği potansiyel demokratlar zaman içinde elimine oldular, kenara atıldılar ya da içinde kalanlar dönüştü. Anayasa'nın dönüştürülmesi, vesayetin giderilmesi için çalışanlar, bu dönüşümü zaman içerisinde iktidarını perçinlemek için kullandı. Şimdi burada suçlu ben miyim, Aziz Babuşçu mu?

Yani, "Ben olduğum yerdeyim, değişen AKP" diyorsunuz?

Ben inandığım bir şey için elimi taşın altına soktum. Bu benim hatam değil. Aldatılmış gibi de hissetmiyorum. İktidar dili, savaş dili, 'Yetmez ama evet'çileri süpürdü. Bir zamanlar AKP'nin adı 'Yetmez ama evetçi'lerle anılıyordu. Şimdi Doğu Perinçek'le, Yiğit Bulut'la, Sedat Peker'le anılıyor. Demek ki ben aynı yerdeyim ama AKP aynı yerde değil. AKP’yi temsil eden adamlar bunlar.

KCK operasyonları yapılırken sizin de tutuklanacağınız ama bunun Erdoğan tarafından engellendiği iddia edilmişti. Ne oldu o iş?

O mesele hiç anlaşılmadı. O zamanlar nispeten sağdan soldan duyduklarımla yorumlar yapmaya çalışıyordum. O yorumların doğru olduğuna dair hiçbir garantim yok. Bana bu haberi getiren kişinin bile bizzat bu işin içinde olduğunu düşünüyorum. Belli ki bir tür böyle korkutma, güvensizleştirme hesapları yapılıyordu. Tutuklanacak mıydık bilmiyorum. 

Size göre Doğu Perinçek içi boş konuşmuyor?

Tabii ki. Perinçek’in parti lideri olması, partisinin oy alması falan çok önemli değil. Şöyle örnek vereyim. Batı Avrupa’da ırkçı partiler hep şunu söylediler: “Biz toplumun yüksek sesle dile getiremediği şeyleri dile getiriyoruz.” Perinçek de bu tür bir dil. Devletin söyleyeceği dili tercüme ediyor. AKP, ulusalcıların bir zaman temsil ettiği şeyi temsil ediyor. AKP daha vicdanlı, adaletli, tüm kimliklere eşit özgürlük vermesi beklenen bir partiydi. Şimdi ne oldu? AKP Doğu Perinçekleşti bir anlamda. Bütün bu akademisyenlerde korku oluşturulup temizlik yapılabilirse, kendi adamlarını sokmak için alan açmaya çalışıyorlar. 12 Eylül ve tek parti dönemleri gibi.

Akademisyenlerin başına gelenler devletin 'izin vermeyeceği' keskin çizgisi miydi?

Çok büyük ölçüde böyle. Bir savaş hali insanları ikiye böler. Güneydoğu'daki savaş hali de en kolay bölünebilir yerden bölüyor. Halbuki o kadar basit olmamasına rağmen. Mesele demokratlık-otoriter devlet ayırımı olabilecekken bu savaşın kendisi Kürt-Türk ikilemine bölünüyor.

Bu, bir anlamada Kürtlerin kopmak istemediklerinin işareti anlamına gelen 'Batı bizi duymuyor' cümlesinin giderek daha çok dile geldiği bir anda akademisyenlerin bildirisi geldi. Ne kadar iyi bir metindi, o ayrı mesele. Ben de imzalamadım sonuç olarak. O metin en azından Batı'dan Doğu'ya 'Biz de sizinle kopmak istemiyoruz' mesajıydı.

Neden imzalamadınız?

İçime sinmedi. Derdin, çok daha başka şekilde anlatılabilir olduğunu düşünüyordum. Biraz daha müzakereyi koparmayan bir dil olabilirdi. Bu devleti biliyoruz, her şeyi yapıyor. Buna rağmen toplum içinde muhabbet dilini korumaya devam edilebilirdi. Bu bildiri buna pek izin vermiyor gibiydi.

Akademisyenlere soruşturmalar üniversitelerdeki yapıyı olumsuz anlamda değiştirir mi?

Üniversitelerin hali iç açıcı değil. Zaten bir sürü yerdeki üniversite devlet dairesi gibi çalışıyor. Ast-üst ilişkileri var. İşte bürokratikleşmiş birtakım elemanlar; onların altında çalıştırılan çömezler... Bu bildiri de açıkçası devletin 'antiakademik, antientelektüel, antiaydın' savaşının bir aracı haline geldi. Fırsat olarak kullanıldı.

Peki soruşturmalar, işe son vermelerden sonra AKP'ye yakın isimlerin kadroya alınması gibi bir durum söz konusu olabilir mi?

Tam da böyle bir şey diyecektim zaten. Niye ODTÜ'ye bu kadar çok saldırılıyor? Sen bu üniversitelere girmeyi beceremediğin için ancak zorla ele geçirme yoluna gidiyorsun. Bütün bu akademisyenlerde korku oluşturulup temizlik yapılabilirse, kendi adamlarını sokmak için bir tür vesile kılmaya, alan açmaya çalışıyorlar. 12 Eylül'de, tek parti dönemlerinde olduğu gibi.

Muhalefetin rolüne gelirsek, yeterli mi?

Savaşla ve bölerek ikna etmeye çalışan devlet; kendi dilini üretiyor. Bu iktidar diline karşı mücadele etmek için tutturulması gereken yol, iktidarın dilini taklit etmemektir. Mesela, sen bağırma; neden ‘Diktatör bozuntusu’ diyorsun? Bu iktidarın dilini geliştirmektir. CHP yeni bir şey üretmekten çok Salı toplantılarında Kılıçdaroğlu’nun birtakım laf yarışmalarından öteye gidemeyen bir şey haline geliyor. HDP’nin durumu çok daha özel. HDP bugün doğrudan hedef. Bütün düşmanlıkların üzerine yıkıldığı bir parti. Belki çok haksızlık yapmış olacağım ama galiba bütün bu baskıya rağmen, HDP’nin alternatif dili üretmek için çok fazla çabalaması gerekiyor.

Bu pres altında yapılabilir mi?

Çok zor, bu yüzden diyorum adaletsiz bir şey söylüyorum diye. ‘Kolaysa git kendin yap’ der insanlar. MHP’ye gelirsek, zaten artık parti olarak var olmasına gerek yok. Alparslan Türkeş “Biz hapisteyiz, fikirlerimiz iktidarda” demişti. MHP şu anda tam burada. Üstelik hapiste de değiller, ne güzel. Bir parti ne ister ki başka.