15 Mart 2013 11:00
Siyaset Bilimci Prof. Dr. Büşra Ersanlı, Türklerin ve Kürtlerin menfaatlerinin bir olduğunu söyledi. Ersanlı, “Birlikte yaşamak isteyen iki halk. Menfaatleri birbirine bağlı. Karşılıklı bağımlılık var. Hem ekonomik olarak hem sosyal, kültürel, coğrafi bakımdan” dedi.
Taraf gazetesinde "Milliyetçilik dönüşüyor mu, ölüyor mu" başlıklı yazı dizisinin ikinci bölümü şöyle:
Türkiye’de milliyetçilik içerik mi değiştiriyor?
Milliyetçilik kavramının muhtevası pek önemli değil; önemli olan özünün, farklı kültürleri, toplulukları, ulusları ya da milletleri kendinden ayrı bir yerde, büyük bir çoğunlukla da kendinden daha aşağıda bir yerde görmek istemesi bunu dayatmasıdır. Yani milliyetçilik, kendi milletini, ırkını, mezhebini vs. öne çıkarıp bazı açılardan daha üstün görmektir. Dolayısıyla bunun manası değişmez. Bütün bu kendini farklı bir yere yerleştirme ve diğerlerini ikincil görme durumlarını “ayaklar altına almak” demek, radikal bir şekilde demokrat olmayı istemek demektir.
Gerçekten ayaklar altına alması için ne tür referansları olması lazım?
İfade özgürlüğünü, bilimsel özgürlüğü, her türlü çağdaş özgürlük alanlarını garanti altına alan, adem-i merkeziyetçiliği hakkıyla uygulayan demokratik bir kurallar çerçevesine (anayasaya) sahip olsak demokratik bir rejimde yaşıyor olsak o zaman bu sözlerini ülkede baş gösteren bir iki kendini bilmez ırkçıya karşı veya varsa bir örgüte karşı tertemiz bir mücadele olarak görürüz.
Irkçılıkla milliyetçilik nerede birbirinden ayrılır?
Irkçılık biyolojik bir şey. Bunu bilimsel olarak meşrulaştırma gayretidir ki arkasından asimilasyon kolay olsun. Siz milliyetçilik teorinizi tamamen ona dayandırırsanız ırkçı olursunuz ama siz milliyetçilik teorinizi başka hiyerarşilere de dayandırabilirsiniz. Yani benim topluluğum, benim varlığım, benim kan bağım daha iyi gibi. Ama siz herhangi bir topluluğu yaşadığınız ülke içerisinde ekarte etmek istiyorsanız, statüsünü alçaltmak, dışarıda bırakmak istiyorsanız, bir hiyerarşiye koyup aşağıya çekmek istiyorsanız bunu her türlü kullanabilirsiniz. Milliyetçiliğin en büyük özelliği de bu.
Türk milleti buluşu nasıl oldu, bugüne kadar nasıl geldi?
Ulus devletin kuruluşuyla homojen bir toplum yaratma hedefi kondu. Devleti hakim kılmak için geliştirilen bütün yapıştırıcı kavramlar - tek bayrak, tek dil, tek tarih, tek coğrafya, tek tek tek... Daha sonra Türk İslam sentezi genişletici etki oldu. Osmanlı döneminde tartışma başladığı zaman Osmanlıcılık mı, Türkçülük mü, İslamcılık mı, bunların içerisinden Türkçülük seçildi. Çünkü moda akım oydu Avrupa’da da. Daha sonra bu Türk İslam olarak genişletilmek istendi. Daha sonra bu Türk İslam sentezini İslam kısmından ayırmak isteyenler ulusalcı olarak adlandırıldı. İslam kısmını vurgulayıp da milliyetçilik kısmını atmak isteyenler de ümmetçiliğin altını çizdi.
Türk milleti olsun, Kürtler de bunun içinde olsun deniyor. Bu formül neden tutmuyor?
Demokrasi olsaydı tutardı. Sen Türk milleti dersin, Kürtçe’ye ana dilde eğitime izin verirsin... 40 yıl önce savunuyorduk biz bunları. Ana dilde eğitimi yaparsın, bütün vatandaşlara haklarını verirsin, Avrupa’daki tarzda en azından asgari liberal demokrasinin bütün kaidelerini uygularsın. Merkezin işlevlerini nasıl tanımlıyorsan, aynı ahlakla yerelin de işlevlerini tanımlarsın. Demek ki adem-i merkeziyetçiliğin de asgarisini uygularsın. Türkiye, Türk gibi kavramları gündelik hayatta sorgulayan az olurdu o zaman, topluluk haklarını da içerince daha da az olurdu. Şimdi öyle bir noktaya geldi ki kutuplaşma insan kimliğini onurlu yaşayamıyor, özellikle Türk olarak.
Kürt milliyetçiliği tanımı doğru mu?
Kürt milliyetçiliği de aynı şekilde zararlı ne var ki yanlış politikalar sonucu yerini kuvvetlendiriyor, ancak aynı zamanda bir takım haklar elde ediyor. Bu zulmün karşısında varlığını sürdürebilmek için dilini, kültürünü, kimliğini, adetlerini, yemesini, içmesini, giymesini vurgulayacak, kendi kendini yönetmek isteyecek, statü sağlamak isteyecek. Bu yüzden Kürtlerin milliyetçiliğini eleştirmenin orantısını iyi bilmek lazım.
Yeni anayasadaki vatandaşlık tanımı tartışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye vatandaşlığı çözümü yetmez. Bütün maddelere eşitlik prensibinin sirayet etmesi lazım. Ekarte etmek istediğin bütün kitleye moral vermen, ahlaki prensiplerin içerisine taşıman lazım. O zaman da gelecek nesillerde nefret, intikam ve öfke biriktirme işini hayli azaltmış olursun.
Süreç bir neticeye varır mı?
Varır çünkü birlikte yaşamak isteyen iki halk. Menfaatleri birbirine bağlı. Karşılıklı bağımlılık var. Hem ekonomik olarak hem sosyal, kültürel, coğrafi bakımdan.
Küreselleşme olgusu ulus devletleri aşındırıyor. Buna karşılık ulus devletler de yitirdikleri gücü telafi etmek için kendi sınırları içerisinde daha otoriter bir tutum alıyorlar. Bunu yapabilmek için de milliyetçi söylemden çok yararlanıyorlar. Bu süreçte ekonomik sorunun, toplumsal yapı eksikliğini milliyetçi söyleme sığınarak telafi etmeye çalışan daha yoksul kesimler ile tersine eski statü ve ayrıcalıklarını kaybetmek istemeyen kesimlerde ortak bir savunma stratejisi görüyoruz, o da milliyetçilik. Burada paradoksal bir durum varmış gibi görünüyor ama öyle değil. Bu ikinci Dünya savaşından önce Almanya’da görülen bir durumdur. Şimdi de Türkiye’de bunu görüyoruz. Eğitimli ve seçkin bir kişi ile yoksulluğun acısını azınlıklardan, farklı etnik kimliklerden Ermenilerden çıkarmaya çalışan daha geniş bir alt kesimin ortaklaşa milliyetçi söylemlere sığındıklarını görüyoruz. Bu söylemi arkaik parçalanma duygusu çok besliyor.
Bu bölünme korkusu günümüzün tüm demokratik siyasetlerinin dayanmak zorunda oldukları çoğulculuğa karşı herkesi bir kalıba sokmaya çalışırsanız istediğiniz kadar aksini iddia edin baskıcı ve hegomanik bir milliyetçilik yapmış olursunuz. Üstelik hem otoriterliği güçlendirirsiniz hem de bölünmenin gerçek zeminini yaratmış olursunuz. İstikrarlı bir siyasal toplum yaratabilmek için tüm farklı kimlikleri ortak siyasal gövdeye bağlamak gerekiyor. Bu aidiyet ya da sadakat ortak refah ve ortak iyilikle gerçekleşir. Yani bu politik sadakattir. Tabii bu bağlılık iki taraflıdır. Yurttaşın da kendisini oraya ait hissetmesi gerekir. Ama fiiliyatta bazı kimlikler her zaman daha eşit oldu, bu da aslında bölünmenin esas zeminini teşkil ediyor.
Kürt milliyetçiliği var mı?
Bunun için önce milliyetçilik nedir ona bakmak lazım. Bir insan “Vatanımı çok seviyorum, milletimi çok seviyorum, dilimi konuşmak yazmak istiyorum” dediği anda vatanseverdir. Milliyetçi değil. “Benim milletim bütün milletlerden üstündür, en büyük milliyet benimkidir” dediği anda milliyetçidir ve çatışma çıkarır. Birincisi azınlık bilincini kaşımaz, ikincisi kaşır ve çatışma çıkarır.
Ulus dedik, millet dedik...
Millet sistemi müessesindeki millet, “ümmet” demekti. Fakat İttihat Terakki döneminde Hüseyin Cahit Bey’in çabalarıyla, millet kelimesi dinsel anlamını yitirdi, ulusal bir anlam kazandı. İttihat ve Terakki Türkçü olduğu için millet kelimesini, bugünkü “ulus” anlamına yakın biçimde dinden arındırdı. Bu cumhuriyete gelince bütün bu Arapça ve Farsça kelimeleri, terkipleri atma çabası içinde “ulus” kavramı benimsendi. 1990’lardan itibaren bu “ulus” kelimesi bu “ulusalcılık” kelimesini üretti. Ulusalcılık ne, nereden kaynaklanıyor?
1) En genel anlamıyla, küreselleşmenin getirdiği dünya kimliği kavramına karşı.
2)AKP’nin 2002 sonunda başa gelmesi. Bu müthiş bir ulusalcılık hareketi yarattı.
3)AKP’nin başa gelmesi üzerine “Türk” kavramının yukarıdaki tahttan inmesi tehlikesi baş gösterince milliyetçiler de paniğe kapıldı, “eşit oluyoruz” diye.
4) Kemalist hükümetler bugüne kadar hiç bir temel sorunu temizlemediler ve ölüleri gömmediler. Onları, bizim tabirimizle halının altına süpürdüler.
Alt kimlik, üst kimlik ayrımını açıklarsak...
Şimdi alt kimlik o ülkedeki alt grupların kimliğidir. Üst kimlik ise, “tutunumu” gerçekleştirmek için devletin vatandaşına biçtiği kimliktir. Yalnız devlet bunu kafadan biçemez. Üst kimliğin alt kimlikler tarafından kabul edilebilir olması lazım.
Hangi üst kimlikler kabul edilebilir?
Herkesi kapsayan, kimsenin hakkını yemeyen üst kimlikler kabul edilebilir. Şimdi Türk dediğin anda, bu alt kimliklerden Ermeni, Rum, Arnavut, Gürcü, Çerkes, Kürt, Süryani, Arap var. Bunlardan bir tanesi tahta çıkarılıyor. Türk olan... Bu tabii ikinci güçlü alt kimlik Kürtler tarafından kabul edilebilir bir şey değil.
Yani bu başından beri böyle...
Başından beri böyle. 1924 Anayasası’ndan beri, 1923’den değil. Çünkü 24 Anayasası’ndan önce “Türkiyelilik” kavramı var.
1915 Nizamnamesi’nde İttihat ve Terakki ideologları üç ayrı maddede “Türkiyelilik” kavramını kullanıyorlar. Arkasından 1921 Anayasası’nı tadil için Mustafa Kemal Paşa dört ayrı maddede “Türkiyeliler seyahat özgürlüğüne sahiptir, Türkiyeliler ticaret yapabilir, dernekler kurabilir” diye dört ayrı yerde geçiyor. Arkasından hangi subaylara maaş vereceğiz, vermeyeceğiz kavgası çıkıyor Meclis’te... “Türkiyeli subaylara vereceğiz” diyor.
Ulusalcılar Deniz Gezmiş’e de, Atatürk’e de, Chavez’e de, sola da sahip çıkıyorlar...
Şimdi burada geliyoruz, anti emperyalizm konusuna. Mustafa Kemal’in batıcılığı, batıyı aynen getirmekti. Bugünkü ulusalcıların amacı antiemperyalizm üzerinden batı, hatta yabancı düşmanlığı. Türkiye’de sol çok ufak bir kesimi hariç hiçbir zaman solcu olmadı. Hep Kemalist oldu. Hep milliyetçi, hep ulusalcı oldu.
CHP milletvekili Birgül Ayman Güler, bir meclis oturumunda, Kürt ve Türk halkının eşit olmadığını sosyoantropolojik tezler üzerinden kanıtlıyordu. Bu, elbette şahsi görüşü değildi. Kendisi de Kürtlerle eşit olmak istiyor ama kahrolası antropoloji buna bir türlü izin vermiyordu. Tıpkı siyahların beyazlara göre nasıl geri zekâlı olduklarını çaresizlik içinde kanıtlayan “bilim” insanlarının trajedisi gibi! Ama yapacak bir şey yoktu. Nihayetinde bilimin kestiği parmak acımamalıydı. Birgül Hanım, daha sonra bir mülakatında “Ulusalcı mısınız?” sorusuna “Evet!” cevabını verecekti. Jöntürk kavramından sonra Türkçe’nin siyaset bilimine ikinci katkısı bu kelimedir. Bir kelimenin Arapçası ile Türkçesinin iki farklı anlama bürünmesi siyaset teorisi alanındaki sığlığımızın da bir göstergesi herhalde. Başka dillere çevirisi en azından bu haliyle mümkün değil. Ama siyasi literatürde, üç aşağı beş yukarı bir karşılığı var: Nasyonal Sosyalizm. Ya da Sol Milliyetçilik. Hikâyenin bu kısmı ilginç: Türkiye’de Nasyonal Sosyalizm’in tarihi, hiç de öyle Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına uzanmıyor. Aksine yirmi beş yıllık bir geçmişi var ve bu kısa sürede dilini, kitlesini oluşturacak, hatta fraksiyonlarına ayrılacak kadar hızlı bir gelişme gösteriyor. Türk Nasyonal Sosyalizminin doğum tarihi, on iki eylüldür. Sosyalist aklın; örgüt, teori ve kadrosuyla külliyen geri çekildiği uzun kış döneminde, Marksizm’in taşıyıcı kolonlarından yoksun kalması, Türkiye tarihinde ilk defa sosyalist gelenekten gelip de hicap duymadan ve daha önce hiç olmadığı kadar milliyetçiliğe savrulan kesimlerin ortalığa doluşmasına sebep olacaktı. Türkiye’de Nasyonal Sosyalizm’in doğuşu, Almanya’nın aksine Sosyalizm’in popülaritesinden faydalanma mantığıyla gerçekleşmedi. Tersine, siyaseten darbelenmiş bir kısım Sosyalist Sol’un muhafazakâr ideolojinin yörüngesine oturmasıyla ortaya çıktı. Tepeden tırnağa Eklektizmdi bu!
© Tüm hakları saklıdır.