Feyza Hepçilingirler,Popüler Olmak İsteyen Yazar Adayına Öneriler başlıklı yazısında popüler yazar olmanın hangi yollardan geçtiğini mizahi bir dille kaleme alıyor. İşte yazısından seçerek aldığımız birtakım anektodlar...
• Yazacağınız şey, tüketim toplumuna, tüketsin diye sunulmuş bir maldır. “Kitap” adını taşıyor olması, onu kutsal bir varlık gibi görmenizi gerektirmez. Kitabın kutsallığı tarihin derinliklerinde kalmıştır. Artık sadece din kitaplarına “kutsal” gözüyle bakıldığını unutmayın. Kitabın tahtına kimi oturtacağınız konusunda tereddüde kapılmanıza hiç gerek yok. Yanıt açık ve tektir. Elbette parayı oturtacaksınız. Kitap, saygı gösterilecek değil, satılacak bir şeydir. Yazacaklarınızı okumaya hazır bir kitle varsa siz niye bunu paraya dönüştürmenin yollarını aramayasınız? Hele her yazdığınızı övecek birilerini ayarlayabilirseniz yalnız edebiyat dünyasından değil, medya dünyasından da kimsecikler elinize su dökemez. Göstereceğiniz bütün çaba, kitabınızı satmak içindir; okuyanların kitapta bir şey bulup bulmaması sizi hiç mi hiç ilgilendirmez. Kaldı ki okuyan bir şey bulamamışsa bu, sizin değil onun sorunudur. Ya ne aradığını bilmiyor, boşu boşuna bir şeyler bulmaya çalışıyordur ya da sizin söylediklerinizle uyuşacak kıvama henüz gelmemiştir. Dişe dokunur bir şey bulma umudunu kitabın sonuna dek diri tuttuğu halde aradığını bulamadığı gibi, herhangi bir düşünce kırıntısı, bir güzel söyleyiş, hoşa giden bir anlatım bulamamış olanların kitabınızı çöpe atmasını hoş karşılamak zorundasınız. Bunda canınızı sıkacak, kendinizi üzecek bir durum yoktur. Sizin çalakalem (çalatuş) yazdığınız zırvaları insanların yaşamları boyunca saklamasını istemek, fazlasıyla bencil bir davranış olmaz mı? Değişen edebiyat ortamında artık kitaplar çöp bidonlarında bile kendilerine yer açmaya başladı. Bu duruma ahlanıp vahlanmaya kalkanlara sakın kulak asmayın. Kitabın “çöp” diye algılanmasına şiddetle karşı çıkacak olan bu “zevat” çağı yakalayamamış geri kafalılardan ibarettir. Çöp bidonlarında okunmuş / okunmamış, ortasından öfkeyle ikiye ayrılmış, küçük parçalar halinde yırtılıp havaya savrulmuş kitaplara rastlanıyor olması, kitabın yaşamımızın her alanına girdiğinin kanıtı sayılmaz mı? Bu bir gelişme değildir de nedir?
• Marketlerde çocuk bezlerinin, kadın bağlarının yanıbaşında kitaba yer verilmesini hoş karşılamayan birtakım örümcek kafalılara da aldırmayın. Sonuç olarak tümünün hammaddesi kâğıt olduğuna göre çocuk bezleriyle kadın bağları elbette kitabın yakın akrabası sayılmalıdır. Bu cümleden olarak kitabı yaygınlaştırmanın başka yollarının bulunmasında epeyce geç kalındığı da pek farkında olunmayan başka bir gerçektir. Marketlerden sonra şehrin merkezi yerlerinde bulunan umumi tuvaletlere kitap standları kurmak niçin şimdiye kadar kimsenin aklına gelmemiştir? Kitabı insanın ayağına götürmek hünerse başka yerlerine yaklaştırmak da önemli bir hizmet sayılmaz mı? Okullardan, evlerden, kıraathanelerden kovulan kitaba yeni mekânlar açmak bir toplumsal görev değil midir? Birçok kişinin tuvalette kitap okuma alışkanlığında olduğu gerçeğinin yanı sıra, son yıllarda birbirinin peşinden yayımlanan pek çok kitaba en çok yakışan mekânın tuvalet olduğu dikkate alındığında umumi tuvaletlerde kitap satışına başlanmasında çok geç kalındığı kolayca anlaşılabilir. Bu hizmeti gerçekleştirebilecek kişi ve kuruluşlarla en kısa zamanda temas sağlanmalı ve kitaplı tuvaletler hayata geçirilmelidir.
• Birtakım zırvalar yazıyorsunuz diye kendinizi hor görmeye kalkmayın. Siz benzersizsiniz. Türkiye’de doğmuş olmanın şanssızlığını, Türkiyeli bir Dostoyevski olduğunuzu düşünerek gidermeye çalışın. Egonuzu, bisiklet lastiğinden “tubeless” TIR lastiği yapacak kadar; yani şişirebildiğiniz kadar şişirin. Kendinize hayran olmanızın size büyük yararı olacak; buna karşılık kimseye bir zararı dokunmayacaktır. Bütün edebi hayranlıklar gibi, sizinki de okuduğuna hayran olmaktır. Kendi yazdıklarınızdan başka bir şey okumadığınıza göre, kendinizden başka kime hayran olacaktınız? Ayrıca unutmayın, siz kendinize hayran olmadıkça okurun size hayran olması söz konusu değildir. Sizin gibi olanlarla ortak olmayan tek noktanız yoktur; ama yine de siz farklı olduğunuza inanmalısınız ki okurlarınızı da inandırabilesiniz. Tümüyle size ait tek bir görüşünüz olmasa da özgün olduğunuza yeterince inanmazsanız kimseleri inandıramazsınız. Sabah yataktan kalktığınız andan, akşam yatıncaya kadar içinizden (gerektiğinde dışınızdan da) şu sözleri tekrarlamalısınız: “Ben tekim, biriciğim, eşim benzerim yok.” Göreceksiniz bu sözler birkaç ay içinde sihirli etkisini gösterecek; boyunuz uzamasa da başınız dikleşecek, omuzlarınız kalkacak; aşırı kasılmaktan arada çeşitli yerlerinize kramplar girse bile bel ağrılarınızdan ve kamburlaşma tehlikesinden tümüyle kurtulacaksınız.
• Sizi en kolay yoldan popüler yapacak türün roman olduğu konusunda asla tereddüde düşmeyin. Şiirdir, öyküdür, denemedir, böyle türlerle oyalanmanın hiç gereği yok. Altyapınızın oluşmadığını, kültürel birikiminizin yetersiz olduğunu, roman hakkında hiçbir teorik ve teknik bilgiye sahip olmadığınızı düşünmeyin. Çağımız, bunlara gerek duyulmayan bir çağdır. Sanat akımları, roman kuramı, romanın tarihçesi, Türk ve dünya edebiyatlarında romanın geldiği yer gibi bilgiler, sizin üne ulaşmanızı geciktirmekle kalmaz, yaratıcı cesaretinizi yitirmenize de yol açabilir. Bunların tümünden habersiz olduğunuzu yüzünüze vurmaya kalkan bir densiz çıkarsa siz de onun postmodernizmden hiçbir şey anlamadığını haykırın. Haykırın diyorum; çünkü haklı gibi görünmenizi sağlayacak biricik etken, sesinizin ondan yüksek çıkması olacaktır. Bu gibi şeylerle zaman yitirmeden bir an önce bilgisayarınızın başına geçin ve yazmaya başlayın. Ne yazacağınız konusunda aklınıza bir şey gelmiyorsa yaşadığınız son çılgın geceyi anlatmakla işe başlayabilirsiniz. Erotik olması için uğraşmayın; daha kestirme yoldan gidin; pornografik olmasını sağlayın. Öyle deneyimleriniz yoksa bir biçimde kulağınıza çalınmış olanları kullanın. Onlardan da aklınızda kalan bir şey yoksa uydurun. Uydurma yeteneğiniz de yoksa böyle olduğunu bildiğiniz bir kitabı açıp oradan birkaç sayfa apartmakla işe başlayın. Eskilerin “intihal” dediği hırsızlamalara postmodernizmde esinlenme adı verildiğini unutmayın. Postmodernizmde bunlar ayıp ya da günah değildir. Rahat olun. Kopyalarken zihninize bir “küşayiş” geldiğini fark edeceksiniz. Gelmiyorsa gelmesini sağlayacak, zihni açan, aklı cilalayan, yaratıcılığı kamçılayan yollara başvurabilirsiniz. Bunlar da romanın ilerleyen sayfalarında pornografiye çeşni katacak malzemeler olarak size geri dönecektir.
• “Hayatın ve sanatın gerçeği” diye bir şey yoktur. Siz varsınız, hatta açık söylemek gerekirse sizin gerçeğiniz diye bir şey bile yoktur. Her ne kadar başkalarından farklı, özgün ve biricik olduğunuza inanıyorsanız da işin aslının böyle olmadığını siz de içten içe gayet iyi bilmektesiniz. Standardize edilmekten hoşlanmamanız, standart bir tip olmadığınız anlamına gelmez. Çağın gerektirdiklerinin farkında olup ona göre biçimlenmiş biri olarak benzerlerinizle bire bir örtüşen özelliklere sahipsiniz. Bunu kimselere açıklamasanız da kendiniz bilin, diye söylüyorum. Birey olarak ne kadar değişik olmaya çalışırsanız o kadar birbirinize benzediğinizin farkındasınızdır umarım. Postmodernizmi ilke edinmiş biri olarak romanın da tıpkı yaşam gibi tüketildiğini çoktan beri biliyor olmalısınız. Kimse başkalarını ve sizi kandırmaya kalkmasın: Kalıcılık diye bir şey yoktur. Romanınızın ömrü de okunma süresi kadardır.
• Sizi birilerinin “postmodern” diye ilan etmesini beklemeyin. Ya etmezlerse! Kendiniz söyleyin bunu. Çağımızın sanat anlayışının postmodernizm olduğunun altını kalın kalın çizerek hem de. Bunu söylerken postmodernizmin, emperyalist kapitalizmin sanata yansıma biçimi olduğunu bilmiyorsanız öğrenmenize zaten gerek yok; bilmeme masumiyetinizi sonuna kadar yaşayın. Yok, biliyorsanız sakın ola bunu söylemeye falan kalkmayın; bilmiyormuş gibi davranın. Birileri, postmodernizmin, bireyin kendisine, ülkesine, dünyaya ve doğaya yabancılaşmasına yol açtığını söyleyecek olursa buna da kulaklarınızı sımsıkı kapayın. Eline kalem alan herkesin topluma karşı sorumluluğu olduğunu söylemeye yeltenen birileri çıkarsa bunları da umursamayın. Toplumcu bir tavır benimseyecek kişilerden değilsiniz siz. Unutmayın ki romanda toplumcu mesaj verme kaygısı geçen yüzyılda kaldı; siz bu yüzyılın genç romancılarından biri olarak asla böyle bir yükümlülük taşımıyorsunuz. Bunun farkında olun ve gevşeyin. Zaten kimse de sizin romanınızı toplumsal konular karşısındaki düşüncelerinizi, kaygılarınızı, önerilerinizi öğrenmek için okumayacaktır. Aklınıza gelen her şeyi, herhangi bir sıralama kaygısı gütmeden arka arkaya dizebilirsiniz. Yazdıklarınızın birbiriyle uyum içinde olması gerekmez. Hatta ne kadar aykırı ucu bir araya getirmeyi başarabiliyorsanız o derecede postmodern sayılırsınız. Hesabınızı postmodernizm konusunda kimsenin bir şey bilmediği üzerine kurabilirsiniz. Öyleyse, benimle birlikte yineleyin şimdi: “Hiç kimse postmodernizmi benden daha iyi biliyor olamaz.” Nasıl? Kendinizi daha güçlü, daha bilgili, daha donanımlı hissediyorsunuz, değil mi? İşte bu kadar!