BBC Türkçe servisinden Mahmut Hamsici, Kuzey Irak’a giderek başta Kandil olmak üzere PKK kamplarındaki örgüt mensuplarıyla görüştü. Hamsici, PKK mensuplarının çözüm sürecinden ümitsiz olduğunu belirterek, kendisine en çok ‘süreç ve Gezi Parkı olaylarıyla ilgili soru sorduklarını’ ifade etti.
Hamsici’nin BBC Türkçe’de yayınlanan röportajı şöyle:
Hakkâri'ye bağlı Çukurca'daki sınırın hemen Güney tarafındaki Kuzey Irak topraklarına ilk baktığınızda göz alıcı güzellikte dağlık bir alan görüyorsunuz.
Belli belirsiz bazı köyler dışında gözünüze çarpan sadece etkileyici doğa oluyor.
Ancak burada daha fazlası var.
Bu alan birçok PKK kampına ev sahipliği yapıyor.
Biz de BBC ekibi olarak bu alandaki ilk gün ve gecemizi, basından gelenlerin konakladığı bir küçük kampta geçiriyoruz.
Gezi'yi merak ediyorlar
İlk tanıştığımız PKK/HPG’lilerle (HPG, PKK’nın silahlı kanadı) birçok farklı konudan konuşuyoruz.
Hemen hemen hepsinin üzerinde geleneksel kıyafet, elinde tüfek, ayağında Mekap ayakkabılar var.
En çok üzerinde durduğumuz konular önce süreç sonra Gezi olayları oluyor.
Aslında süreçle ilgili soruları ben sorarken, onlar da gazeteci olmam sebebiyle bana Gezi’yle ilgili sorular soruyorlar.
Konuştuğum HPG’lilerin hemen hemen hepsi özetle Gezi’de yaşananların kendilerine moral verdiğini, olayları bir özgürlük isyanı olarak algıladıklarını ve eylemlerin çözüm sürecine karşı da olmadığını söylüyorlar.
Çekilme kararı şaşırtmış
HPG’liler, hangi konu olursa olsun meseleler konuşulurken bir kişiye referans vermeyi çok seviyorlar.
"Önder Apo", "Önderlik" diye tanımladıkları Abdullah Öcalan’ın onlar için herhangi bir siyasi liderden çok daha fazla anlamı olduğu birkaç cümlede bir anlaşılıyor.
Öcalan’ın söylediklerinin onlar için tartışmasız bir şekilde doğru olduğu izlenimi çıkıyor.
Konuştuğumuz bazı HPG’liler, 21 Mart’taki çekilme çağrısına şaşırdıklarını gizlemiyorlar.
Anlattıklarına göre onlar bu yıl 2012’dekinden şiddetli bir savaşa hazırlanıyorlarmış.
'Süreç iyi gitmiyor'
Gelinen aşamada sürecin iyi gitmediğini söylüyorlar.
Ama bunu söylerken hiç şaşırmamaları ilginç geliyor.
Zira onlar ortada hükümetin başlattığı bir süreç olmadığını, zaten bu sürecin tamamen Abdullah Öcalan tarafından başlatıldığını düşünüyorlar.
Dağda ‘ağır’ konular bile espri konusu olabiliyor.
Örneğin hükümet cephesinden yapılan "Çekilenler çocuk ve yaşlı" gibi açıklamalardan sonra birbirlerine "Sen biraz çocuksu gibi duruyorsun", "Sen çok yaşlanmışsın" diye takıldıklarını anlatıyorlar.
Dağda sinema
Hava kararıyor, yakılan ateş başında devam eden konuşmaya siyaset dışı birçok konu giriyor. Zira bir sonraki gün sadece siyaset konuşacağız.
Savaşçı oldukları için hayatta başka özelliklerinin bulunmadığının düşünülmesinden şikayetçiler.
Kişilik gelişiminden, ruh güzelliğinden bahsediyorlar, doğayla aralarında büyük bir bağ olduğunu söylüyorlar, dağda siyasi kitaplar dışında romanlar da okuduklarını anlatıyorlar.
Son dönemde onları anlatan bazı filmleri sorduğumda bunların, kendilerini tam anlamıyla yansıtmadığını söylüyorlar.
Söylediklerine göre dağlarda sinema yapan kendi ekipleri varmış.
Belgesel olduğunu sanıyorum. "Hayır, dağlarda birçok kurmaca film çekiliyor. Bunları internette izlemek mümkün" diyorlar.
Tepede keşif uçakları
Dolunayın, etrafı kitap okuyabilecek kadar aydınlattığı bu geceyi geç bir saatte noktalıyoruz.
Ertesi sabah çok erken saatte kalkacak ve Tunceli'den gelerek bölgeye ulaşacağı söylenen grupla buluşmaya çalışacağız.
Sabahki ilk planımız gerçekleşmiyor. "Keşif uçakları uçtuğu için buraya varamadılar" diyor Argeş. (Birkaç gün sonra Fırat Haber Ajansı’nın internet sitesinde şöyle bir haber geçecek: "Dersim ve Botan’dan iki yeni grup Medya Savunma Alanları’na ulaştı").
Biz yola çıkarken de bir keşif uçağının sesi duyuluyor, bekleniyor, ancak ses geçtikten sonra yola çıkılabiliyor.
Tunceli ekibiyle planımızın değişmesi üzerine doğrudan kadınların olduğu bir kampa gidiyoruz.
Kadın kampında
Bizi, kalabalık bir HPG’li grup karşılıyor. Çoğu 20’li yaşlarında.
Bu kamptaki kadınlar çekilme sürecinde Türkiye’den buraya çekilerek geldiklerini söylüyorlar.
Anlattıklarına göre bulundukları alanlara göre kimi bir ay, kimisi aylarca yürüyerek buraya gelmiş.
"Çekilirken sürece bakışınızla şimdi bakışınız arasında fark var mı?" diye soruyorum.
Gelinen noktada kendileri adım attıkları halde hükümetin adım atmadığını söylüyorlar.
Anlattıklarına göre kaygıları başta da varmış ama Abdullah Öcalan’ın böyle bir çağrı yapmış olmasının kendilerine güven verdiğini söylüyorlar.
"Biraz karışık duygular içinde geri çekildiğimizi söyleyebilirim. Bir yanda şu kaygı var: Acaba pratik içinde neler olabilir? Acaba atılacak adımlar samimi midir değil midir noktasında bazı kaygılar vardı. Ama önderliğin çağrısı üzerine o konuda bir rahatlama da vardı, bir güven de vardı" diyor Devrim.
"Savaşın mı barışın mı daha yakın olduğunu" sorduğumdaysa benzer cevaplar geliyor: "Barış sürecinin devam etmesini istiyoruz ama mecbur bırakılırsak savaşırız. Bunun için de hazırız."
Rozerin, barışa ulaşmanın çaba istediğinden bahsediyor: "Özgür dağlarımızı bırakmışsak, silahlar bugün susmuş durumdaysa bu, barışa atılan bir adımdır. Barış adımları savaş adımlarından çok daha zorludur. Kat be kat daha sancılıdır. Bunlara da ulaşmak için mücadele tarzı çok daha zorlaşıyor, çok daha farklı durumlar, yöntemler oluşabiliyor. Hemen oluşacak bir şey de değil bu. Barışın gerçekliği bu. Çünkü barış kolay elde edilen bir şey değildir."
'Neden bize kadın meselesini sormadın?'
Röportaj kapsamındaki sorular bitip, hazırlanan sofrada topluca yemek yerken bu sefer bana sorular geliyor.
Örneğin "Bize kadın meselesine nasıl yaklaştığımızla ilgili neden sorun sormadın" diyorlar.
Kendileri için kadının özgürleşmesi meselesinin hayati olduğunu, bunu ertelenebilecek bir mesele olarak görmediklerini söylüyorlar.
Ağırlık olarak süreçle ilgili görüşmeler yapmak üzere ve kısıtlı bir zaman diliminde bölgede olduğumuzu söyleyince, bu konuyla kişisel olarak ilgilenip ilgilenmediğimi, bu konuda bir şeyler okuyup okumadığımı soruyorlar.
Birkaç kez Abdullah Öcalan’ın ‘Erkeği Öldürmek’ adlı çalışmasına referans veriyorlar.
Vedalaşırken benden gazeteci olarak kadınların özgürlüğü konusuyla ilgilenmem tavsiyesinde bulunuyorlar.
'Savaşa da barışa da hazırız'
Bu kampın ardından, bir saate yakın bir sürede yürüyerek başka bir kampa ulaşıyoruz.
Erkek HPG’lilerin olduğu bu kampta bir eğitim arasına denk geliyoruz.
Eğitim kapsamında HPG’liler, Abdullah Öcalan’ın ‘Demokratik Uygarlık Manifestosu’ adlı beş ciltlik çalışmasının son bölümünü ve çekilme sürecini tartışıyorlarmış.
Burada da "kendilerini önümüzdeki dönemde savaş mı yoksa barış içinde mi gördüklerine" dair soruma yine benzer cevaplar geliyor. Worgeş, "Biz savaşa da, barışa da hazırız" diyor.
İki ay kadar önce Diyarbakır civarındaki kırsal kesimden buraya geldiğini söyleyen Engin’e soruyorum: "Peki umutlu musunuz?"
Yanıtına "Deniyoruz" diye başlıyor ve devam ediyor:
"Olmasını istiyoruz, onun için gerekli örgütlenme, onun eylemsellik boyutu neyse onu gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Halkların gerçekten bir arada yaşayabilmesi için fırsatlar sunuyoruz, onun için silahlı mücadeleyi ikinci etaba alıyoruz. Bu karşı taraftan gerekçe olarak öne sürülen bir durum oluyor. Bu gerekçenin de ortadan kalkması için, gerçekten bu sürece olan samimiyetimizle bir şeyleri değiştirmek istiyoruz. Dürüst bir samimiyet bu."
Barış uzak bir ihtimal mi?
İlk gün Kandil'de olmak üzere HPG'lilerle üç gün boyunca yaptığımız sohbetlerden çekilme sürecine ilişkin kaygılarının arttığı izlenimini edindim.
Konuştuğum HPG’lilerin hepsi yeniden çatışmaların başlaması durumunda Kuzey’e gitmek istediklerini söylüyorlar.
Ama acaba barışı imkânsız bir şey olarak mı görüyorlar şu an?
"Evet" demek yanlış olur.
Devrim’in şu sözleri birçok HPG’linin de görüşünü yansıtıyor gibi: "Son ana kadar diyebilirim o umut da var. Tekrar bir çıkış olabilir tarzında bir umut var çünkü her şey 24 saat içerisinde de değişebilir. Yeter ki, samimi ve ciddi bir yaklaşım olsun. Beklentim de biraz da o temelde."
Bölgeden ayrılmak üzere vedalaşılırken aynı sözler tekrarlanıyor: "Umarız bir dahakine gerçek bir barış ortamında görüşürüz!"