Kültür-Sanat

Piyanist Onay: Harika çocuk yasası yeniden çıkarılmalı

"Atatürk yeteri kadar anlaşılamadı ondan öğrenecek çok şeyimiz var"

29 Ekim 2017 13:05

Üstün Yetenekli Çocuklar Kanunu kapsamında 12 yaşında Fransa'ya gönderilen piyanist Gülsin Onay, "Müthiş bir burstu.  Piyano kirası, konser biletleri dahil hepsi faturalarla birlikte karşılanıyordu. Maalesef o yasa artık yok. Bence Harika Çocuk Yasası yeniden çıkarılmalı" dedi.

'Harika çocuk' yasasıyla gittiği Fransa'daki günlerini anlatan Onay, "İmtihanlarda hangi kitapları okuduğumuz, hangi sergilere gittiğimiz, hangi eserleri çalıştığımız soruluyordu. Hem çalıyoruz hem de konuşarak bizim gelişmemizi tespit ediyorlar. Ardından yine 1 senelik onay çıkıyordu. Ailenin yaşam masrafları da karşılanıyordu. Lafın kısası devlet bize sahip çıktı. Maalesef o yasa artık yok. Bence Harika Çocuk Yasası yeniden çıkarılmalır" ifadesini kullandı.

Habertürk'ten Kübra Par'ın sorularını yanıtlayan Gülsin Onay'ın açıklamaları şöyle:

- Gülsin Hanım, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı için art arda 3 konser vereceksiniz. Sizin için “Cumhuriyet’in proje çocuğu” desem doğru söylemiş olur muyum? İkinci kuşaktan bir Cumhuriyet ailesi çocuğusunuz...

Evet, öyleyim! Dedem Prof. Kerim Erim dünya çapında bir matematik profesörü ve Türkiye’nin ilk doktoralı matematikçisi. Einstein ile görüşmüş, Atatürk ile birlikte üniversitelerin kurulması konusunda çalışmış bir isim.

- Dedeniz Atatürk’le anılarını anlatır mıydı?

Ben maalesef dedemi tanımadım ama yakınlarmış. Hatta bir davette Atatürk anneannemi sağ tarafına oturtmuş. Anneannem çok güzel bir kadındı. Atatürk’ün izinde yürüyen bir aile bizimkisi. Onun yüreğindeki kıvılcımlardan biri bizim aileye de düşmüş. Aynı zamanda hocam Adnan Saygun’un da Atatürk’le çok yakın çalışmaları olmuş. Ondan çok etkilenmiş. Ben Adnan Saygun’u dünyanın en büyük insanı olarak görürdüm. Onun başka bir devden bahsetmesi benim gözümde Atatürk’ü daha da yüceleştiriyordu.

- Adnan Saygun neler anlatırdı Atatürk hakkında?

Özsoy Operası’nın bestelenme sürecini anlatıyordu. Özsoy Operası, Türkiye’de bestelenmiş ilk operadır. 1 ay içinde bitirilip İran Şahı’nın ziyaretine hazır edilmesi gerekiyormuş. Muazzam bir çalışma. Orkestrası olsun, ses partileri olsun, her şey yoğun bir şekilde hazırlanmış. Bu çalışma hazırlanırken Atatürk’ün her gün provalara gidip takip ettiğinden, her detayı bizzat kontrol ettiğinden ve o sanatçılara ilham kaynağı olduğundan bahsediyordu.

- Anneanneniz aristokrat kökenli bir paşa kızı, değil mi? Cumhuriyet’in kuruluşuna, Atatürk’e onlar nasıl bakıyorlardı?

Onlar da tabii ki çok değer vererek bakıyorlardı. Hepsi, “Bir güneş gibi doğdu” diye düşünüyordu. Ben çok erken yaşta Paris’e gitmiştim. Anlatılanları hayal meyal hatırlıyorum. Anneannem eski Türkçe yazardı, sonra Türkçe’yi öğrenmiş. Ama kendi kendine yine hep eski Türkçe’yle yazardı! (Gülüyor)

- “Cumhuriyet değerleri” dediğimde sizde ne canlanıyor?

Cumhuriyet, bizi özgürlüğümüze, evrensel değerlere kavuşturan ve aynı zamanda klasik müzik ve birçok sanat dalında evrensel alanda söz sahibi olmamızın temelini atan muazzam bir değerdir. Ben klasik müziğin Cumhuriyet’te bir köprü olarak yerleşmesinden çok etkileniyorum. Klasik müziğin Cumhuriyet’le, Türkiye’nin Batı’ya açılmasıyla çok ilişkisi var. Tabii ki sarayda çok ileri düzeyde konserler olurmuş. Padişahların bazıları klasik müziğe çok meraklıymış. En iyi bestecileri getirmişler; Franz Liszt gelip konser vermiş; Donizetti Paşa’yla tanışmış ve hemen ardından onun verdiği bir temayla o akşam çalmış. Abdülmecid o kadar memnun kalmış ki daha sonra ona 2 çuval altın göndermiş. Kısacası Osmanlı son döneminde ilgi var, fakat 100-200 kişilik bir gruptan bahsediyoruz. Bunun bir ulusa mal olması Atatürk döneminde başladı.

- “Atatürk’ün getirdiği Cumhuriyet değerlerini günümüz Türkiye’sinde kaybediyoruz” diyenler var. Siz bu tür endişeler taşıyor musunuz?

Atatürk’ün attığı temel o kadar iyi bir şekilde yerleşmiş ki o yüzden bir kayıp veya ‘İran’a dönme’ hissi yaşamıyorum. Geleceğimizden korkmamıza gerek yok diye düşünüyorum. Ama yine de bazı şeylerden endişelenmemek mümkün değil çünkü bazı projelerin Atatürk’ü dışarıda bırakma eğilimi gösterdiğini görüyoruz. Örneğin yeni müfredatta Atatürk’le ilgili bölümler azaltılmış. Bu çok yanlış. Atatürk henüz yeteri kadar anlaşılmamış, tanınmamış biri. Gerçekten henüz tüketilmemiş bir değer. Atatürk’ten öğreneceğimiz daha çok şey var. En iyi araştırmacılar dahi hâlâ keşfetmeye çalışıyorlar. Onun söylediklerini uygulamak için neler yapılması gerektiği konusunda da büyük çaba sarf etmek gerekiyor. Dolayısıyla yeni nesilleri Atatürk’ten mahrum etmememiz gerekiyor. Okullarda onu anlatan bölümlerin kısıtlanmaması, aksine artırılması lazım. Bu bizim ona borcumuz. Hepimizin bu görevi yerine getirmesi gerekiyor.

- Atatürk yaşasa bugün farklı bir Türkiye olur muydu?

Muhakkak olurdu. Ama ona bakarsanız Mozart yaşasa müziğin durumu da farklı olurdu. (Gülüyor)

"Harika çocuk yasası yeniden çıkarılmalı"

- Gülsin Hanım siz Üstün Yetenekli Çocuklar Kanunu kapsamında, 12 yaşında Fransa’ya gönderilmişsiniz. Nasıldı ‘harika çocuk’ olmak?

Çok zordu! Bursu devam ettirmek için bizi her sene imtihana sokuyorlardı. Hüseyin’le (Hüseyin Sermet) birlikte tir tir titriyoruz. Jüriyi etkilememiz gerekiyor. Orada bütün VIP kadro oturuyor; Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Necil Kazım Akses... Bazen İlhan Usman da geliyordu. Müthiş bir burstu. Piyano kirası, konser biletleri dahil hepsi faturalarla birlikte karşılanıyordu. Ama ondan sonra imtihanda hangi kitapları okuduğumuz, hangi sergilere gittiğimiz, hangi eserleri çalıştığımız soruluyordu. Hem çalıyoruz hem de konuşarak bizim gelişmemizi tespit ediyorlar. Ardından yine 1 senelik onay çıkıyordu. Ailenin yaşam masrafları da karşılanıyordu. Lafın kısası devlet bize sahip çıktı. Maalesef o yasa artık yok. Bence Harika Çocuk Yasası yeniden çıkarılmalı. Suna Kan da İdil Biret, Hüseyin Sermet, Selman Ada, Tunç Ünver de o yasayla gitmişti... Gerçekten müthiş bir şey yaşadık.

"Yurtdışında Türklere bakış sürekli değişiyor"

- Uzun süre yurtdışında yaşamışsınız. 3 dil konuşuyorsunuz. Kendinizi Türk gibi hissetmediğiniz oluyor mu?

Hayır, aksine... Yurtdışında o kadar yaşayınca kendi kıymetimizi daha iyi anladım. İnsanımız, ülkemiz gerçekten olağanüstü. Orada gördüklerimden sonra daha çok seviyorum.

- Peki, yurtdışında Türkiye’ye bakış nasıl? Son dönemde hem terör saldırıları hem de siyasi gelişmelerden dolayı Türkiye’ye olumsuz bir bakış var mı?

Yurtdışında Türklere karşı bakış sürekli değişiyor. Önümüzdeki ay 80 ülkeye gitmiş olacağım. Gezdikçe bunu görüyorum. Öyle dalga dalga, onlara ne bilgi verilirse, ya müthiş bir aşk oluyor ya müthiş bir kin ve nefret oluyor.

- Bu size yansıyor mu?

Sanatçı olarak yansımıyor. Ama yakın tanıdıklarımdan, “Ülkeniz ne hale geliyor? Korkunç şeyler yaşıyorsunuz” diyen bir sürü kişi oluyor. Çünkü şu anda onlara korkunç bir tablo çiziliyor. Biraz önyargı var. Oysa bizi yanlış tanıyorlar. Bilim ve sanat alanında Türkiye’de inanılmaz yıldızlarımız var. Son zamanlarda her enstrümanda genç kuşak muazzam. Berlin Filarmoni’de, New York Filarmoni’de eskiden bizden kimse yoktu. Şimdi oralarda da çalan birçok Türk var. Matematikte de son derece parlak yıldızlarımız var. Bunun daha çok yaygınlaşması lazım.

"Türkiye'nin geleceğinden endişeli çok arkadaşım var ama ben umutluyum"

- Çocukluğunuzun Cumhuriyet Bayramlarını hatırlıyor musunuz? Nasıl kutlanırdı?

Çok coşkulu kutlanırdı. Fener alaylarını izlemek için Kadıköy’e giderdik. O gün yemekler bile farklı pişerdi. Zorlukların, savaşın etkisi hâlâ hissedilirdi, o yüzden daha bir sahip çıkarak kutlama yapılırdı. Zaman geçtikçe doğal bir şeymiş gibi oldu. O kadar emek verilmiş, kan kaybedilmiş. Bütün bunların hiçbiri gençlerin hafızasında yok. Herhalde artık “Cumhuriyet nasılsa bizim” diye bir düşünce var.

- Peki, coşkunun azalması, eskisi gibi kutlama yapılmaması normal mi yoksa bir kaybedilmiş değer mi?

Bazı ülkeler, savaşlardan ötürü çektikleri acıları veya düşman olarak gördüğü karşı tarafı özellikle çocuklarının beyinlerine kuvvetli şekilde yerleştirmek istiyorlar. Mesela Yunanlılar bunu hâlâ yapıyorlar. “Türkler şöyle kötü... Uyumazsan Türk gelir” gibi şeyler söylüyorlar. Ama Fransa-Almanya gibi bunu yapmayan ülkeler de var. Bizde de sanırım “Cumhuriyet elden gidecek” diye kimsenin aklına gelmediği için bu rahatlık var.

- Sizin “Cumhuriyet elden gidecek” diye bir endişeniz yok yani?

Benim yok. Ama bu endişeyi taşıyan çok arkadaşım var. Galiba ben iyi şeyler gördüğüm için umudum canlı kalıyor. Türkiye’de çok başarılı gençler var. Onlara güveniyorum... İşte sizin gibi gençler oldukça bize hiçbir şey olmaz!

"Klasikte en genç dinleyici bizde var"

- Klasik müzik konserinde yaş ortalamasının epeyce yüksek olduğunu görüyoruz. Bugün için klasik müzik daha çok elitlerin ve orta yaş üstü kuşağın ilgi duyduğu bir şey mi?

Bu bütün dünyada böyledir. Almanya’ya gittiğiniz zaman da dinleyicilerin belli bir yaşın üzerinde olduğunu görürsünüz. Aslında en genç dinleyici bizde var. Diğer ülkelerde yaş ortalaması daha da yüksek. Diğer müziklerde şarkılar en fazla 3-4 dakika. Bir senfoninin süresini düşünecek olursanız, o 40 dakikalık konsantrasyon ancak gerçekten kendi çabanızla ve ilginizle gelişen bir şey. Yaş olarak sabırsız dönemlerin biraz geride kalmış olması gerekiyor. Aslına bakarsanız herkes bu müziği anlamaya yatkın. Şimdi internetin imkânlarıyla bunu yapmak daha kolay hale geldi. Mesela bir taksi şoförü beni tanıdı. “İnternetten buldum, hep dinliyorum. Hanıma da dinletiyorum. Akşamları bizi çok rahatlatıyor” dedi.

Haberin tamamını okumak için tıklayın.