Pendik’teki bir intihar haberi, piyango milyarderlerine özgü mutsuz finallerin son örneği oldu. Milliyet gazetesi (3 Mayıs 2009) yazarlarından Can Dündar, piyanogo talihlilerinin aslında hiç de mutluluk dolu olmayan dünyalarını yazdı... Dündar'ın 'Talihsiz talihliler' başlıklı yazısı şöyle:
“Ah bana çıksa” dedirten büyük ikramiye, çıkanların çoğuna aile içi kavgalar, aniden çıkan akrabalar, haraç isteyen mafyalar ve pişman ettiren derin mutsuzluklar getiriyor
Ahmet Bayram geçenlerde Pendik’teki evinin banyosunda kendini kalorifer borusuna asmış halde bulundu.
Saat 23.00’te büyük kızı kapıyı zorlayarak banyoya girmiş ve babasının cesediyle karşılaşmıştı.
43 yaşındaydı.
Birkaç yıl önce Türkiye’de hemen herkesin yerinde olmak istediği adamdı.
Çünkü o bir “piyango zengini”ydi.
Milli Piyango’nun 2005 çekilişinde, çeyrek biletine büyük ikramiye isabet etmişti. 1 milyon 250 bin TL’nin sahibiydi artık...
9 çocuğu vardı Erzurumlu Bayram’ın...
Ve işsizdi.
Peruk ve sevgili
Her çekiliş öncesi, umut kuyruklarında bekleyenlere “Büyük ikramiye size çıksa ne yaparsınız?” sorusu sorulur.
Cevaplar tek kalemden çıkmışçasına sabittir:
“Ev alırım... Araba alırım... Muhtaçlara dağıtırım...”
Servet harcamalarında muhayyilemiz dardır. Ama her yeni servet sahibinin daha da acil bir eylemi vardır:
Eşini boşamak...
Ahmet Bayram da bu teamüle uymuş; ilk iş olarak eşini kapının önüne koymuş.
İstanbul’a taşınmış.
Kendisine kömür karası bir peruk almış.
Ve gece hayatına dalmış.
Gece kulübünde tanıştığı bir kadına abayı yakmış. Onunla evlenmiş. Kadın hamile kalmış.
O arada Ahmet Bayram kumara alışmış ve servetini kumarda harcamaya başlamış.
Eve dönüş
Sonrasını tahmin etmek zor değil:
Çeteler haraç için kapıya dayanmış. Tacizler başlamış. Huzursuz olmuş Bayram... Çocuklarını kaçırma tehditleri karşısında savcılığa başvurmuş.
Bu arada gece hayatı yoğunlaşıp kumar borcu arttıkça satın aldığı gayrimenkulleri birer ikişer elden çıkarmaya başlamış.
Satacak mal kalmayınca garibanlığına geri dönmüş.
Eski evine sığınmış.
Boşandığı eşinden, üzerine yaptırdığı gayrimenkulleri satıp kendisine para vermesini istemiş.
Olumsuz yanıt alınca tartışma çıkmış. Ve Ahmet Bayram gece banyoya çekilip intihar etmiş.
Kaybedebilme kabiliyeti
Başına talih kuşu konup mutlu olanlar da vardır kuşkusuz; ne var ki, onlar adlarının duyulmasını bile istemiyorlar. O yüzden nasıl bir hayat sürdükleri bilinmiyor.
Bilinenler ise genellikle kısa mutlulukları hüsranla sonuçlananlar oluyor.
Bu türün en tanınmış örneklerden biri Mustafa Salgan’dı.
Üzerine “Kaybedebilme Kabiliyeti” adlı bir belgesel çekilmiş yoksul bir piyango hastasıydı.
Kazandığını bilete yatırıyor ve tutturuyordu ama “hayy”dan gelen serveti aynı hızla “Hu”ya gönderiyordu.
1979’da 100 bin liralık ilk ikramiyesini kazanmıştı. Aç yattığı bir gecenin sabahına zengin
uyanmıştı.
Sonra 1982’de yeniden tutturdu: 30 milyon lira...
1984’te bir daha: 15 milyon lira...
Ve 1987’de 2 milyon lira...
Belgeseli çekildiğinde ise hala ayakkabı boyacılığı yapıyordu ve “Beni yanlış evlilik yıktı” diyordu.
Varyemez amcalar
1985 ve 1997’de iki kez büyük ikramiyeyi kazanan Salih Bahtiyar ise kasaptı.
1997 çekilişinde rekor bir rakam sayılan 300 milyara konmuştu.
Başına gelenin anlamını o gece gazeteciler kapısına yığılınca anladı. Kendini eve kapattı. “Talihli ben değilim” dedi. Gitmeyenleri satırla kovaladı.
Kendisine 5 katlı bir apartman aldı.
Mafya dadanır korkusuyla uzun süre kimseyle görüşmedi.
Hayatını da değiştiremedi. Kasabını et marketine dönüştürüp eski işine devam etti.
Onun dramı farklıydı:
Parası vardı ama mafya dadanır korkusuyla yiyemedi.
Tabii bir de para kokusuna gelen akrabalar sorunu var.
1995’in talihlisi Ayhan Yalçınkaya devlet memuruydu. 40 yaşında büyük ikramiyenin sahibi olunca memuriyete veda etti; ticarete atıldı. Ama önce babasıyla arası açıldı. Sonra hiç tanımadığı akrabaları ortaya çıktı. Tanıdıkları da borç için kapısına yığıldı.
Bütün dostlarını kaybetti. Huzuru kaçtı. Bir yıl dışarı çıkamadı. Nihayet nakit parası bitti. Hasta oldu; doktora gidemedi.
Son verdiği demeçte, “Eskiden daha güzel bir hayatım vardı. Memurluğa dönmek istiyorum” diyordu.
Bıçaklanmak da var
Necati Yıldırım’ın durumu daha da fena...
2004 çekilişinde 10 trilyonluk ikramiyenin 4 talihlisinden biriydi. 3 çocuk babasıydı. Eskişehir’de otobüs işletmeciliği yapıyordu.
O da parayı alınca sökün eden ziyaretçilere dayanamayıp otobüs işletmesini kapattı. Ardından serveti yüzünden ailesiyle sorunlar yaşamaya başladı.
Bir kavgada öz oğlu tarafından bıçaklandı; boğazından yaralandı. Kavgayı ayırmaya çalışan anne ve diğer oğlan da bıçaktan nasibini aldı.
Bu talihlinin macerası da hastanede sonuçlandı.
Miras kavgası
Bu örnekler içinde bana en hazin geleni, Salih Gümüşçay’ın sonu...
Demirci olan Gümüşçay, 1989’da büyük ikramiyeyi vurduğunda 83 yaşındaydı. O yaşına dek tanımadığı yüzlerce akrabası çıktı ortaya bir anda... Salih dede ise tedavi gördüğü İzmir Devlet Hastanesi’nde tanıştığı bir hemşireyle evlendi giderayak...
Zengin olduktan bir yıl sonra da öldü. Ama çilesi bitmedi.
Normalde pek kimselerin ilgilenmeyeceği cenazesi paylaşılamadı. Mirastan pay almak isteyenler hak iddia ettiler. Akrabalık tespiti gerekti. “Ölünce kurtulurum” sanan Salih dedenin mezarı, ölümünden beş yıl sonra açıldı. Bulgular doğrultusunda miras yeniden paylaşıldı.
Ve aniden gelen piyango servetinin sahiplerine, mezarda bile rahat olmadığı bir kez daha anlaşıldı.
Türkiye halkı anketlerde “Mutlu musunuz?” sorusuna büyük ekseriyetle “Eveeeet” cevabı veriyor ya...
Parasızlıktan olabilir mi?
Asla geç değildir
Piyango milyarderlerinin hazin sonu, bana önceki yıl gösterime giren Rob Reiner imzalı bir filmi hatırlattı: “The Bucket List”
Başrollerini Jack Nicholson ile Morgan Freeman’in oynadığı film, Türkiye’de “Şimdi ya da Asla” adıyla oynadı.
Nicholson aksi bir hastane patronu rolündedir. Çalışanlarına kök söktürürken rahatsızlanıp kendi hastanesine yatar.
Koğuş arkadaşı, 45 yıl çocukları için çalıştıktan sonra hasta düşmüş bir tamircidir.
Hastanede dost olan iki ihtiyar, ömürlerinin son dönemecine girerken “Ölmeden önce yapılması gerekenler”i liste yaparlar.
Tamircinin listesinde “masum talepler” vardır:
“-Hiç tanımadığın birini mutlu et!
-Ağlayana kadar gül!” gibi...
Aksi patron listeye başka seçenekler ekler:
“-Muhteşem bir manzara seyret!
-Paraşütle atla!
-Dünyanın en güzel kızını öp!
-Dövme yaptır!”
Film bu iki çılgının “Asla geç değildir” diyerek hastaneden kaçmalarını, ölümün üzerine yürüyüp son günlerini listedeki düşleri gerçekleştirmeye harcamalarını anlatır.
İki kafadar “muhteşem manzara” için Kenya’da safari yaparlar, piramitlerde sohbet ederler, Tac Mahal’i gezerler, Çin Seddi’nde motor sürüp Tibet’e tırmanırlar; dövme yaptırıp paraşütle atlarlar, hayallerindeki arabalarla ralli yapmanın keyfini tadarlar.
Filmin sürpriz finali, servetle mutsuz olanlara adanılası bir mesajdır adeta...
Ama asıl mesaj, filmde anlatılan bir öyküde gizlidir:
Eski Mısır’da tanrılar, kullarına sırat köprüsünde sorarmış:
“1)Yaşamında mutluluğu yakaladın mı?
2)Senin yaşamın, başkalarına mutluluk verdi mi?”
Bu iki soru, hepimizin yaşam muhasebesi için hala kılavuz niteliğinde değil mi?
Sahi; büyük ikramiye size çıksa ne yapardınız?