T24 - Radikal gazetesi yazarı Pınar Öğünç, depremden sonra bölgeye giden yardım paketlerinin içinden çıkanları değerlendirdi. Öğünç, "Van’a yollanan paketler içinden taş, sopa ve bayrak çıktığını duyduğumda önce inanamadım, inanmek istemedim" dedi.
Öğünç'ün, "Ne faşizm ve ne de şuursuzluk sadece doğal afettir" başlıklı bugünkü (28 Ekim 2011)
yazısı şöyle:
Kriz anları, normal hallerde daha kolay perdelenebilecek arazları nasıl da su yüzüne çıkarıyor. Kriz anlarında, hakikat nasıl da kendini üçe katlayarak suratımızda patlıyor.
Van’ın yaşadığı depremle, çok uzaklardaki bir sürü kolon ve kiriş de sallandı durduğu yerde. Şaşırdık mı emin değilim? Şimdiye dek Kürt bölgelerinde yaşanan depremler sonrasında, geciken yardımı protesto etmek isteyenler kaç defa biber gazı yedi bu ülkede! Canı yanmış, canlarını enkazlar altında bırakmış, evi yurdu kalmamış insanlar, her şeyin üzerine biber gazı da yediler, sadece Kürt oldukları için bunu hak ettiklerini de duydular birilerinden. Faşizm bir doğal afet değil.
‘Öfkelerinde boğulsunlar’
Van’a yollanan paketler içinden taş, sopa ve bayrak çıktığını duyduğumda önce inanamadım, inanmak istemedim. Bir yandan ortalıktaki bilgi ve duyum enflasyonu içinde bunun sadece manipülasyon amacıyla türetilmiş olabileceği ihtimalini hatırlattım kendime. Ta ki Van merkezli Mavi Göl Kadın Derneği’nden Suna Şahin’le konuşana kadar.
Suna Abla, bir ayakkabı fabrikasından işçi emeklisi. 2007’de yedi arkadaş bir araya gelip bu derneği kurdular. Yoğun göç alan şehirde, bunun acısını en fazla çeken kadınlara hukuk, sağlık, dil, toplumsal cinsiyet üzerine eğitimler vermeye başladılar. Kursları gerçekten çok kadının hayatını değiştirdi.
İşte şimdi dışarıda, çadırsız, altıncı katında yaşadığı bina oturulamaz durumda. Dernek binası da hasarlı. PTT’yle gelen paketlerde arkadaşları bizzat görmüş sözü edilen çakıl taşlarını, tahta parçalarını. “Bayrak yollasınlar, sonuçta bizim de bayrağımızdır. Onu mesele etmeyiz. Ama taş nedir?” diye soruyor. Cevap vermek zor
.
“Sanıyorlar ki Yozgat’ta deprem olsa biz gitmeyeceğiz koşarak. Kürt çocukları taş atıyorsa tepkilerini başka hiçbir biçimde gösteremediklerindendir. Bir afette, böyle bir zamanda aklına böyle bir şey yapmak gelenler öfkelerinde boğulsun istiyorum” diyor.
Herkes söylüyor, temel mesele çadır. Suna Abla, kendi yaptıkları, yanları açık, çadırımsı bir tentenin altında sabahlıyor. Bir gram uyku yok. Kaybettiği yakınları için merkezden Erciş’e gitmiş de insanların taziyeleri kabul etmek için bile sığınabilecekleri bir çadır olmadığını anlatıyor.
Depremzedeye mayo
Bir de kaş derken göz çıkaran, Van’a giden yardım kolilerine parmakarası terlik, mini etek, mayo, hatta taşlı, pullu payetli tuvalet yollayan var. Buna da baştan inanamamıştım. Ama İstanbul’da paketleyen ekiplerden şahitler belgelemiş bile. Bir de kirli battaniyelerini, kokan kazaklarını paketleyenler mevcut utanmadan. Kışlıkları çıkarırken eskileri ayırıyor yani, ev temizlensin istiyor...
Bu da başka bir orta sınıf arazı işte. Yardım onlar için dikey bir faaliyettir.
Yüce gönüllerinden ‘aşağı’ doğru iner. Artık sahip olmak istemedikleriyle ‘yardım’ ederler ancak. Deprem bölgesine abiye tuvalet yahut mayo yollamak, en terbiyeli biçimde ‘şuursuzluk’ olarak tarif edilebilir.
Suna Abla benim kadar sert değil. “Yine de yardım etmek istemiş işte. Demek Doğu’yu hayatında görmemiş. Zaten bu bölünmeler de bu yüzden oluyor. Çoğumuz çorapla, pijamayla kaldık. Tuvalet yolluyorlar ama bizim şu an girecek tuvaletimiz yok. Onu bilseler iyi olurdu.”