Gündem

Pervin Buldan: İzleme Kurulu için Erdoğan'ın talimatı bekleniyor

Pervin Buldan daha önce, 'Cumhurbaşkanı, İzleme Kurulu'ndaki bazı isimleri değiştirmek istedi' demişti

25 Mayıs 2015 14:41

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili ve İmralı Heyeti üyesi Pervin Buldan, çözüm süreci kapsamında oluşturulacak İzleme Heyeti ile ilgili, "Hükümet bu konuyu ne yazık ki gündeminden çıkardı. Bize göre şu anda Cumhurbaşkanı’nın talimatı bekleniyor" dedi.

İzleme Heyeti'nde yer alacak isimleri Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan beğenmediği için basına sızdırıldığını ifade eden Buldan, Oysa belirlenen isimler Newroz’dan hemen sonraki hafta Ada’ya gidecekler ve Dolmabahçe Sarayı’nda deklare edilen 10 madde, İzleme Kurulu’nun şahitliğinde tartışmaya açılacaktı. Ben bütün bu sürece Cumhurbaşkanı’nın müdahale ettiğini düşünüyorum. Bu çok açık ve net" diye konuştu.

Evrensel gazetesinden Serpil İlgün'ün sorularını yanıtlayan Pervin Buldan, çözüm sürecinin 'rafa kalkmasının' hükümet ve cumhurbaşkanlığı arasında oluşan 'çatlaktan' kaynaklandığına dikkat çekerek, "Hükümetle Cumhurbaşkanlığı arasında büyük bir krizin yaşandığını düşünüyorum. Yaşanan bu krizden kaynaklı olarak da barış ve müzakere süreci dondurulmuş durumda" ifadelerine yer verdi.

Serpil İlgün'ün Evrensel'de 'Pervin Buldan: Cumhurbaşkanı’nın talimatı bekleniyor' başlığıyla yayımlanan (25 Mayıs 2015) röportajı şöyle:

Geçtiğimiz günlerde izleme heyetine ilişkin yeni ve önemli bilgiler paylaşarak, Cumhurbaşkanı’nın İzleme Kurulu listesinde kendi önerdiği isimlerin yer almasını istediğini ancak kabul görmeyince bundan hoşlanmadığını söylediniz. Sürecin durmasına, Erdoğan’ın listeden hoşlanmaması mı neden oldu?
 

İzleme Kurulu, Hükümetle ve İmralı’da Sayın Öcalan’la üzerinde mutabakat sağlanan bir konu. Hatta isimlerin de belirlendiğini ifade etmek isterim. Fakat isimler İmralı ziyaretinden hemen sonra basın üzerinden paylaşıldı. 

Basına kimin sızdırdığını düşünüyorsunuz? 

Bizim tarafımızdan paylaşılmadı. Edindiğimiz bilgilere göre bu sızma Cumhurbaşkanlığı tarafından yapıldı. Üzerinde mutabakat sağlanan isimler Erdoğan tarafından uygun görülmediği için isimler basına sızdırıldı. Bununla birlikte Hükümet kendi iradesiyle karar alamadığı, bütün kararlar Cumhurbaşkanı’na bağlı olduğu için izleme kurulu meselesini dondurmuş hale getirdiler. O günden bu yana da hükümet yetkilileriyle yaptığımız görüşmelerde, İzleme Kurulu mekanizmasının henüz devreye girme aşamasına gelmediğini ve İmralı Adası’ndaki görüşmelere ilişkin gidecekleri tarihin henüz belli olmadığını ifade ettiler. Oysa belirlenen isimler Newroz’dan hemen sonraki hafta Ada’ya gidecekler ve Dolmabahçe Sarayı’nda deklare edilen 10 madde, İzleme Kurulu’nun şahitliğinde tartışmaya açılacaktı. Ben bütün bu sürece Cumhurbaşkanı’nın müdahale ettiğini düşünüyorum. Bu çok açık ve net. İsimler Cumhurbaşkanı tarafından istenmedi, o isimler yerine kendilerine yakın aydın, akademisyen ve yazarların girmesi istendi. Bu da bizler tarafından kabul görmediği için şu anda İzleme Kurulu ne yazık ki henüz devreye girmiş değil. 

Cumhurbaşkanı’nın tavrı uzlaşmaya kapalı bir tavır mıydı? Sonrasında isimlerin yeniden değerlendirilmesi yönünde bir görüşme/çağrı oldu mu? 

Cumhurbaşkanı’nın müdahalesinden sonra bir daha İzleme Kurulu ile ilgili bir görüşme yapılmadı. Hem Hükümet, hem de devlet yetkilileriyle yaptığımız görüşmelerde üzerinde mutabakat sağlanan isimlerin acilen devreye girmesi ve Sayın Öcalan’la görüşmeleri hemen başlatmaları yönündeki ısrarlarımıza rağmen, Hükümet bu konuyu ne yazık ki gündeminden çıkardı. Bize göre şu anda Cumhurbaşkanı’nın talimatı bekleniyor. 

Gerek izleme kurulu, gerekse çözüm sürecinin gidişatıyla ilgili AKP’den farklı açıklamalar gelmesi, ağırlıkla iktidar bloğunda çatlak/çift başlılık olmasıyla izah edilir olmuştu. Bugün çatlak olduğu tespiti hala geçerli mi sizce?

Kendi içlerinde bir çatlak olduğu kesin. Bunu yaptıkları açıklamalarda da ortaya koyuyorlar. Bir kere müzakere sürecinde oluşturulan, Hükümetin de içinde yer aldığı bir kurul var. Bu kurul içinde bazı bakanlar var. Zaman zaman bu bakanlar yaptıkları açıklamalarda birbirleriyle çelişen durumları ortaya koydular. Bunların başında Bülent Arınç ve Yalçın Akdoğan’ın yaptığı açıklamalar geliyor. Dolayısıyla ben şu anda Hükümetle Cumhurbaşkanlığı arasında büyük bir krizin yaşandığını düşünüyorum. Yaşanan bu krizden kaynaklı olarak da barış ve müzakere süreci dondurulmuş durumda. Hükümet yetkilileri kendi başlarına kararlar alamıyorlar, kendi iradelerini ortaya koyamıyorlar. Bizim Adaya gidişimizin engellenmesi de yine hükümetin tavrıyla alakalı. Devlet yetkilileriyle yaptığımız görüşmelerde Adaya gidişte herhangi bir sakıncanın olmadığı bize ifade ediliyor ama izin veren kurum Adalet Bakanlığı. Ve izin veren şahıs hem Adalet Bakanı, hem de Yalçın Akdoğan’dır. Bunlar kendi aralarında yaşadığı çelişkilerden dolayı bugün barış ve müzakere sürecini dondurmuş durumdalar. Ben 7 Haziran tarihine kadar da bu sürecin çok gelişebileceğine inanmıyorum. 

Adaya gidişiniz hangi gerekçeyle engelleniyor?

Bir yanıt verilmiyor. Biz hem sözlü, hem de yazılı olarak Adalet Bakanlığı’na ama aynı zamanda da bizimle muhatap olan çözüm kurulu üyesi olması nedeniyle Yalçın Akdoğan’a bunu birebir ilettik. Ancak Adaya gidişimizle ilgili şu anda olumlu ya da olumsuz bir geri dönüş yok. Yaptıkları açıklamalardan şunu anlıyoruz ki, şu anda barış ve müzakere süreci rafa kaldırılmış durumda. 

Devlet ve hükümet yetkilileri ayırımını yapmanız, MİT, Genelkurmay gibi devlet kurumlarının AKP denetiminde olduğu analizlerine denk düşmediği için kafa karışıklığına neden olabiliyor. Anlaşılması için soralım, devlet-hükümet ayırımını ne üzerinden yapıyorsunuz? 

Şöyle söyleyeyim; sonuçta Sayın Öcalan bütün bu süreci devlet yetkilileriyle sürdürüyor. Hükümeti temsilen herhangi bir yetkili görüşmelere katılmıyor. Devleti temsilen MİT, yine aynı zamanda çözüm süreci içerisinde kurulan bir kurum ve çözüm sürecini ilerletmek ve onunla ilgili gelişmeleri sağlamak adına da bir muhatap var. O da Kamu Güvenliği Müsteşarı. Bu her iki kurum aslında devleti temsil ediyor. Dolayısıyla Sayın Öcalan hem MİT yetkilileriyle, hem de Kamu Güvenliği Müsteşarıyla görüşmeler yapıyor. Hükümeti temsilen herhangi bir şahıs ya da bakan İmralı Adası’nda görüşmelere katılmadığı için, Hükümet yetkilileri sadece onay veren ve bir muhataplık çerçevesinde bu sürecin içerisinde kalıyor. Esas görüşmeler devlet yetkilileriyle yapıldığı için böyle bir ayrılık var. Ama şunu da ifade etmek gerekiyor; tabii ki devlet hiçbir zaman hükümetle ayrı kararlar almıyor. Alınan kararlar ortaktır. Sonuçta siz de ifade ettiniz, AKP aynı zamanda devleti de ele geçirmiş. Kamu Güvenliği Müsteşarı, Hükümet yetkililerinin dışında bir karar alma yetkisine sahip değil. Alınan tüm kararları Hükümet yetkilileriyle paylaşan ve bu doğrultuda bize yanıt veren bir yol ve yöntem izlemekte. O yüzden her ne kadar ayrı gözükseler de aslında iç içe geçmiş ve birlikte karar alan bir mekanizma halinde. 

Malumunuz, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP kurmayları “süreci biz başlattık, biz varsak süreç var, yoksak süreç de olmaz” argümanının altını seçim döneminde daha kalın çiziyorlar. Süreç devlet yetkililerinin ağırlıkta olduğu bir masada yürütülüyorsa, hükümetin “esas aktör biziz” söyleminin karşılığı ne kadar var?  

Sürecin bir parçası Erdoğan olabilir ama bu süreç aslında Sayın Öcalan tarafından başlatılan bir süreç. Bizim adaya gidiş gelişlerimiz 2.5 yıllık bir süreci kapsıyor fakat bu süreç 5 yıl önce başlatılan bir süreç. 32 kez Sayın Öcalan’la görüşme yapmış biri olarak şunu açıklıkla belirtmek isterim ki, Sayın Öcalan AKP’nin tavrına, yöntemlerine hiçbir zaman güvenmediğini ifade ediyor. Bu sürecin tamamıyla devletle kendisi arasında yürütülen bir süreç olduğunu söylüyor. Bugün AKP yerine başka bir parti iktidar olsa, yine bu süreç devam edecek. Sonuçta bugün AKP iktidar olduğu için bu sürecin içinde ve bu sürecin bir parçası. 

Şunu açıkça ifade etmek isterim; süreç tamamıyla Sayın Öcalan’la devlet arasında başlatılan ve bu aşamaya kadar getirilen bir süreçtir. Bundan sonra da böyle devam edecek diye düşünüyorum. 

 

'İzleme Kurulu'ndaki isimler çekindiklerini açıkça söylüyorlar'

 

KCK, hükümetin adım atması durumunda, silahsızlanma kongresini bir günde toplayabileceğini açıkladı ancak siz bu adımların atılabileceğini düşünüyor musunuz? Örneğin sürecin devamı için olmazsa olmaz şartlardan biri olan İzleme Kurulu sizin isteğiniz doğrultusunda yeniden oluşturulabilinir mi? 
 

İzleme Kurulu’nda yer alacak isimler sonuçta bu ülkede barışa gönül veren, barışı içselleştiren kesimler olacak. Ancak şunu da ifade etmem gerekir ki, ismi dışarıya sızdırılan aydınlar, yazarlar, akademisyenler doğrusu başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, Hükümet yetkililerinin yaptığı tüm açıklamalardan rahatsızlar. Birkaçıyla birebir görüştük. Bize Cumhurbaşkanı’nın bu söyleminden sonra İzleme Kurulu’nda yer alıp almamayı bile düşündüklerini, belki dışarıdan destek vermelerinin çok daha faydalı olacağını ifade ettiler. 

Güvensizlik nedeniyle mi, yoksa çekinceler mi oluştu?

Hem güvensizlik var, hem çekince var. Sonuçta Cumhurbaşkanı’nın ilerde kendilerine yönelik çok farklı bir girişim içinde olabileceği kanaatindeler. O yüzden de daha önce tartıştığımız, belirlediğimiz isimlerin şu anda izleme kuruluna girip girmeyeceği konusunda çok emin değiliz. Zaman ne gösterir, seçimlerden sonra hükümet kurma açısından nasıl bir tablo ortaya çıkar, bunu şimdiden öngörmek güç. Ancak bütün bunlar İzleme Kurulu’nu da tehlikeye sokan ve soru işaretleri uyandıran açıklamalar. Ben bunun da yine barış ve müzakere sürecini sabote etmeye yönelik bir yöntem olarak ortaya konulduğunu düşünüyorum. Şunun altını çizmek isterim ki, Kürt siyasi hareketi gerekli adımları atıyor. Adım atmayan, zamana yayan ve oyalayan AKP hükümeti.

Çözüm sürecinin HDP’nin seçim çalışmalarında yeterince vurgulanmadığına ilişkin eleştiriler var. Ne dersiniz?

Kendi açımdan, İstanbul 3. bölgede yürüttüğüm tüm çalışmalarda, halkla buluşmalarımızda yaptığımız tüm etkinliklerde ve toplantılarda ilk gündem maddemiz çözüm sürecidir. çözüm süreci hiçbir zaman bizim gündemimizden çıkmayacak. 

 

'Türkiye halkı artık savaşa onay vermeyecek'

 

Erdoğan, baraj altında kalması durumunda HDP’nin muhataplıktan çıkacağını söylemişti. Öte yandan gelinen tabloda, “HDP’nin baraj altında kalması durumunda çatışmalar yeniden başlar” kaygısı güç kazanmış görünüyor. HDP’nin baraj altında kalmasının çözüm sürecine yansımaları nasıl olur? 
 

HDP’nin mecliste olmaması genel olarak Türkiye açısından, Türkiye’nin sorunlarının çözülmesi açısından büyük kayıp olur. Çözüm süreci için de, müzakere aşamasına bir an önce geçilebilmesi için HDP’nin mecliste olması şart. Barış ve müzakere süreci, seçim sürecinden çok daha kıymetli bir süreçtir. Başlatılan 2.5 yıllık süreç içerisinde bu ülkede cenazelerin olmaması mutlu olduğumuz bir durum. Kürt siyasi hareketi tahkim edilmiş bir çatışmasızlık süreci çerçevesinde savaşı durdurmuştur ve bunun gereklerini yerine getirmesi için de hükümete şans vermiş, fırsat tanımıştır. Bu fırsat ve şansın AKP hükümeti tarafından değerlendirmesi gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye’de yaşayan tüm halklar ve demokrasi güçleri artık savaşa onay vermeyeceklerdir. HDP’nin barajı aşması ile birlikte de hükümet kim olursa olsun, bu sorunu çözmeye mahkum olacaktır. Dolayısıyla AKP istese de istemese de bu süreci ilerletmek durumunda kalacaktır. Bununla birlikte, Türkiye’de yaşayan tüm halkların AKP üzerinde baskı kurarak Hükümeti süreci ilerletmeye zorlamaları gerektiğini düşünüyorum. Çünkü AKP bugüne kadar hiçbir şeyi bize altın tepsi içinde sunmadı. İnsanlar sürekli mücadele ettiler, bedel ödediler ve acı çektiler. Seçimlerden sonra da ben yine savaştan zarar gören, baskı altında olan, şiddete maruz kalan tüm kesimlerin bu sorunu çözmek için AKP’ye baskı uygulayacağına inanıyorum. 

 

'AKP ile koalisyon bizi bitirir'

 

 “HDP ile AKP anlaştı” propagandasının etkisi tam kırılmıştı ki, Cumhuriyet Gazetesi’nin “HDP, dışarıdan desteğe sıcak” manşeti, bir kesimin kuşkuları yeniden canlandırdı. Bu vesileyle soralım; AKP ile HDP koalisyonu söz konusu olur mu? 

Şunu açıkça ifade etmek isterim, bizim AKP ile kanımız uyuşmaz. Roboski, Kobani ortadayken bu kadar kan dökülmüşken, bu kadar acı yaşanmışken ve bütün bunların altında AKP hükümetinin imzası ve kararları varken 12 yıllık iktidar sürecinde Türkiye’de yaşayan tüm halklara karşı bir zulüm politikası uygulayan AKP ile koalisyon yapmak, kendimizi ve ilkelerimizi inkar anlamına gelir. O nedenle AKP ile koalisyon asla gündemimizde olan bir mesele değil. AKP ile koalisyon bizi bitirir. Biz AKP ile bir koltuk uğruna değerlerimizi satacak kadar küçülmedik. Roboski meselesi bizim yüreğimizde kanayan bir yaradır, Kobani meselesi aynı şekildedir, 17 bin faili meçhul cinayetin bir kısmı AKP döneminde yaşanmıştır. Tüm baskı, zulüm, işkence, tutuklamalar, sürgünler AKP döneminde de devam etmiştir. Böylesi bir hükümetle koalisyon yapmamız söz konusu değil ve böyle bir şey gündemimizde yok. Ve bizim açımızdan şöyle olursa, böyle olursa gibi bir tutum söz konusu değil. Seçim sonuçlarına göre CHP belki AKP ile koalisyon yapabilir, ya da MHP AKP ile koalisyon yapabilir, ancak seçim sonuçları ortaya çıkmadan bu konuda da bir değerlendirme yapmanın doğru olmadığını düşünüyorum. 

 

'İstanbul'da 1 milyonun üzerine çıkacağız'

 

HDP’nin oy oranına ilişkin öngörünüz nedir?

Ben tüm engellemelere, tüm saldırılara ve karalama kampanyalarına rağmen HDP’nin barajı geçeceğine inanıyorum. Anketler bizi yüzde 10’nun üzerinde gösteriyor ancak biz çok rahat değiliz. Çünkü Osmanlı’da oyun bitmez, AKP’de de oyun bitmez. AKP sadece para çalmıyor, aynı zaman da oy da çalıyor. Ben özellikle İstanbul’da bir oy patlaması yaşanabileceğini düşünüyorum. Yaptığım çalışmalardan da bunu gözlemliyorum. Hedefimiz 1 milyon ama biz 1 milyonun da üzerine çıkabileceğimiz düzeyde olduğumuzu düşünüyorum. Bunun için sandıklara sahip çıkılması gerekiyor. HDP olarak tüm sandıklarda müşahit görevlendirmeye ve akıllı telefonlarla oy çalınmasının önlemlerini almaya çalışıyoruz. Dolayısıyla seçim günü halkımız sadece oy kullanmakla değil, aynı zamanda sandıklara sahip çıkmakla da görevlidir bence. 7 Haziran tarihi Türkiye açısından yeni bir sürecin, yeni bir yaşamın ve Türkiye’de büyük bir değişim ve dönüşümün yaşanabileceği bir tarihtir. O yüzden herkesin 7 Haziran tarihinde kendisine oy vermesi gerektiğini düşünüyoruz, eğer herkes kendisine o verirse HDP kazanacaktır. Çünkü HDP biziz!

 

'AKP, çözüm sürecini Demoklasin Kılıcı gibi kullanıyor'

 

Sizce Erdoğan ve partisinin süreci durdurması ve seçim propagandasını HDP’yi itibarsızlaştırma üzerine kurması, milliyetçi oyları kaybetmeme hedefli bir seçim taktiğinden mi ibaret? 

Bunlar bence tamamıyla siyaseten söylenen ve ama aynı zamanda Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin oylarını alabilmek için AKP’nin ortaya koymuş olduğu bir yöntem olarak görüyorum. 

Dolayısıyla çözüm süreci bir sopa olarak kullanılıyor?

Evet, çözüm sürecini Demoklesin kılıcı gibi insanların kafasında sallayarak, “bize oy vermezseniz ve bu seçimlerde güçlü çıkmazsak müzakere süreci de tehlikeye girer” gibi bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Oysa biz tam tersini düşünüyoruz. Ve hem Kürtlerin, hem demokrasi güçlerinin bu konuda AKP Hükümetine baskı yapması gerektiğinin altını çiziyoruz. Kürtlerin, demokrasi güçlerinin ve halkların temsil edilmediği bir parlamentoda bırakın Kürt sorununu, Türkiye’nin hiçbir sorununun çözülmeyeceğine inanıyoruz. 

AKP ve Cumhurbaşkanı’nın HDP’ye yönelik sert söylemlerinin çeşitli okumaları var, onlardan biri de Kobanê’nin rövanşının alındığı. Katılır mısınız?
 

Olabilir. Çünkü Kobanê gerçekten hükümeti istemedikleri noktaya getirdi. “Kobanê düştü düşecek” söyleminden sonra, IŞİD çetelerine karşı, sadece Kürtler değil, Türkiye’de yaşayan diğer halklar da Kobanê’ye destek oldu ve bu hükümetin hiç tahmin etmediği bir gelişmeydi. Çünkü onlar Kobanê’nin düşmesiyle buradan bir çıkar elde etme beklentisi içindeydiler ama tam tersi oldu. Dolayısıyla hem sabote etme, hem sekteye uğratma ve süreci dondurma aslında Kobanê’nin bir rövanşı olarak da ele alınabilir. 

 

'AKP, HDP ve Kürtleri büyük tehlike olarak görüyor'

 

İHD raporuna göre seçim sürecindeki 126 saldırıdan 114’ü HDP’yi hedef aldı. Bu söyleşi yayınlandığında sayı maalesef daha da artacak görünüyor. HDP’ye yönelik saldırıların arkasında sizce ne var?
 

Tüm veriler AKP'yi işaret ediyor çünkü bu tür saldırılara ve provokasyonlara başta Cumhurbaşkanı olmak üzere tüm Hükümet yetkililerinin yaptıkları açıklamaların sebep olduğunu ifade etmek lazım. Biz, yapılan tüm saldırıların arkasında hem Cumhurbaşkanı’nın, hem Başbakanın, hem hükümet yetkililerinin yaptıkları açıklamalar olduğunu ifade ediyoruz. Dikkat edin, Cumhurbaşkanı ya da Başbakanın meydanlarda HDP’yi ya da Selahattin Demirtaş’ı hedef göstermelerinin hemen ertesinde ya bir seçim büromuza, ya ilçe teşkilatımıza saldırılar gerçekleşiyor. AKP bugün gündemine sadece HDP’yi almış durumda. HDP’yi nasıl karalayabiliriz, HDP’yi nasıl hedef haline getirebiliriz? Bunun üzerinden bir politika yürütmeye çalışıyorlar. Bunlar da özellikle seçim sürecini sabote etmek isteyen bir kesime malzeme olarak veriliyor. Çünkü bu söylemlerden güç alan bir kesim var Türkiye’de. 

Açar mısınız, kimdir bu kesimler? 

Bir kere şunu görmek lazım, bugün Türkiye’de HDP’nin başarısını hazmedemeyen bir güç var. Seçim sürecinde HDP’ye olan ilgiyi azaltmak ve HDP’nin başarısını engellemek için AKP taraftarı insanların bunu gerçekleştirdiğini düşünüyorum. Sonuçta Cumhurbaşkanı’nı da, Başbakanı da, Hükümet yetkililerini de dikkate alan bir kesim var. HDP’ye yönelik açıklamaların ardından yapılan saldırılar, zaten bunların dikkate alındığı mesajını veriyor bize. 

Yüksekova’daki saldırıları da anımsatarak; geçtiğimiz seçimleri çatışmasızlıkla geçirmeye özen gösteren iktidar, bu seçimlerde çatışma zemini yaratmaya neden ihtiyaç duyuyor sorusuna sizin yanıtınız ne? 
 

Aldığımız bilgilere göre AKP, Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) bir savaş kararı almış durumda. Seçimlerden sonra bunu hayata geçirmek için şimdiden hazırlıklarını yapmaktalar. Yapılan saldırılar ve tacizler bunu gösteriyor. Sadece kırsalda ya da yerellerde değil, Kandil üzerinde de savaş uçaklarının ve keşif uçuşlarının bu dönemde sıklaştığını, bunun Kürt siyasi hareketini savaşın içine çekmek için yapıldığını Kandil’de yaptığımız görüşmede KCK yetkilileri ifade ettiler. Kandil’in seçim sürecini koruma gibi bir tutumu var. Seçime kadar da yapılan tüm tacizlere ve müdahalelere karşı –tabii ki kendilerini koruyarak-, dikkat edeceklerinin altını çizmek isterim. 

Oy kaybını önleyemeyen AKP’nin seçim yaptırmamayı, bunun için savaş seçeneğine başvurmaktan çekinmeyeceği yorumlarına katılıyor musunuz? 
 

AKP Hükümeti ne yazık ki hem seçim sürecini, hem barış ve müzakere sürecini tehlikeye atacak girişimlerden vazgeçmedi. Bunun dozunu arttırarak devam ediyor. Şu çok açık, AKP tek başına iktidar olmayı ve başkanlık sistemi için yeni anayasayı da kendilerinin yazabileceği bir güce sahip olmak istiyorlar. Önlerindeki en büyük tehlike HDP ve Kürtler. Bütün bunları ortadan kaldırabilmek için tacizlerle, saldırılarla geri adım attırma ve oyunun içine çekme gibi bir girişim var. Kalan 15 gün içinde çok daha farklı saldırılar, girişimler gerçekleşebilir. Bunu bekliyoruz çünkü zemin provokasyonlara çok açık bir zemin. Ben her şeye rağmen HDP’ye gönül veren, oy veren demokrasi güçlerinin AKP’nin bu oyunlarını boşa çıkaracak güce sahip olduklarını, bu gücü de 7 Haziran sabahında sandıklara yansıtacaklarına inanıyorum. 

 

'Diyanet konusunda geri adım atmıyoruz'

 

Diyanet tartışmasının HDP’ye oy kaybettirdiğine ilişkin analizler yapılıyor. Bunun karşılığı var mı, sahada nasıl tepkiler alıyorsunuz? 
 

Halkımızın, özellikle mütedeyyin Kürtlerin şunu çok iyi bilmesi gerekiyor; Diyanet’in kaldırılması, dinin kaldırılması anlamına gelmiyor. Biz devletin elini dinin üzerinden çekmesi gerektiğini söylüyoruz ve bu söylemimizin de arkasındayız. Çünkü Diyanet bugün siyasi iradenin aldığı kararlar doğrultusunda siyaset yapan bir kurum haline gelmiş. Yine din derslerinin zorunlu olması Türkiye’de hem eğitim sistemi açısından sıkıntılıdır çünkü din özgür olmalıdır herkes kendi dinini özgür yaşabilmelidir. Bu ülkede sadece Müslümanlar yaşamıyor, bu ülkede gayri Müslimlerde var, dolayısıyla herkesin kendisini kendi diniyle özgür bir şekilde yaşaması gereken bir Türkiye haline getirmektir amacımız. 

 

'Cinayet kararların MGK’da alındığını biliyoruz'

 

Eski MİT Kontrterör Dairesi Başkanı Mehmet Eymür, birkaç gün önce faili meçhul cinayetlere ilişkin yeni iddialarda bulundu ve mahkemeye “Tarık Ümit, faili meçhul cinayetler ve Susurluk olaylarıyla ilgili ilave bilgiler” başlıklı bir dilekçe sunarak, Savaş Buldan’ın öldürülmek için kaçırıldığında iki başçavuşun da ekibin içinde olduğunu ileri sürdü. Cinayette askerin de yer alması bize ne söylüyor? 
 

Eymür’ün açıklaması bence soruşturulması gereken bir açıklama. Biz işlenen cinayetlerin tamamının siyasi bir irade sonucu işlendiğini ve kararların MGK’da alındığını biliyoruz. İki askerin yer alması, bu işin içinde MGK’nın da olduğuna açıkça işaret ediyor. Mehmet Eymür’ün ifadeleri dikkate alınmalı, kendisi çok daha kapsamlı bir şekilde ifade vermeli. Eğer bu yaşanırsa, sadece Savaş Buldan olayının değil, Türkiye’deki 17 bin faili meçhul cinayetin, kayıpların ve yargısız infazların açığa çıkabileceğine inanıyorum. 

İlgili Haberler