Medya

Perihan Mağden: Allah cümlemizi Hürriyet'in iliştirilmiş kalemi Selvi kadar moralli olmaktan korusun!

"Selvi, müjdeyi patlattı: Meğer 300 kişiyi filan öldürecekmiş IŞİDliler!"

04 Temmuz 2016 14:27

Perihan Mağden*

Allah cümlemizi Hürriyet'in (iliştirilmiş) kalemi Abdulkadir Selvi kadar moralli olmaktan korusun!

Atatürk Havaalanı Katliamı üstüne ''Güvenlik zafiyeti yoktur'' simidine yapıştı ya yine Tayyibin Hükümeti.

Selvi, Hürriyet Hükümetindeki pozisyonunu hak edecek derin istihbaratı gerçekleştirip, sivil polislerin Whatsapp'laşmalarına filan ulaşmakla kalmadı-

Müjdeyi patlattı: Meğer 300 kişiyi filan öldürecekmiş IŞİDliler!

Oysa cevval polisimiz, müthiş uyanıklığımız, feci dikkatimiz sayesinde, yalnızca 42 kişi öldü mü? Öldü.

Bir de yoğun bakımda yatan onlarca yaralı olduğunu göz önüne alırsak, diyelim 50 ''şehidimiz'' var. Sonunda.

Ama niyetlenilen sayı kaç? 300.

Demek 250 kişi kardayız.

Al sana Selvi Kafasıyla moral, istihbarat ve üstün başarı distiribütörlüğünün mutlak kazancı.

Devreye, Rusya'yla barıştığımız için bu katliamı ABD'nin (kıskananlar çatlasın!) gerçekleştirdiğini çakozlayan Aydınlık gastesi de girdi. Anında.

Operasyonellik tarihlerinin altın günlerini yaşıyorlar ya.

Gastesinin Büyük Çakışının ardından Doğu Perinçek de atlayıp Putin'le Erdoğan'ın arasını bizzat kendilerinin bulduğunu ilan ediverdi. Sıra, Erdoğan'ı Esad'la barıştırmaya gelmiş.

Sıra sıra gidiyorlar yani. Sıradaki uluslararası arabuluculuğu da Perinçek Ekibi gerçekleştirecek.

Yargı ve polis ve kim bilir nerelerde su başlarını tuttular tutalı, Aydınlıkçılar'da moral bin beş yüz.

Selvi Kafasıyla yarış halindeler.  MORAL GÜNLERİnde köşe kapmaca.

Erdoğan da ortalığı enerji ve neşeden harbiden yakıyor Davutoğlu sepetlendiğinden beri. Bilmem izliyor musunuz mecburiyetten?

İsrail'le onca yıl, onca afra tafra, asmalar kesmeler hava gazıymış.

Nasıl da mutlu Başkan,  yıllardır kapalı kapılar arkasından yürüttüğü ilişkileri perde önüne taşınabildi diye.

Davutoğlu meğer Tayyibizmi ketliyormuş! Frenliyormuş. Nifak tohumlarını hep o suluyormuş.

''Biz mi Mavi Marmara'ya gidin de ortalığı karıştırın dedik lan?'' da der. Her şeyi de der Tayyibizm.

Kitlesiyle öylesine tencere- kapak vaziyetinde ki; hiçbir konuda vereceği HİÇBİR HESAP olmadığı hakikatine her  sabah  neşeyle uyanıp, atıyla Üsküdar'ı geçmekte.

17- 25 Aralığın hesabını önünde gördüğü anda; yırtıp attığından, yağ gibi suyun üstüne çıktığından beri bu  böyle.

Rusya'ya 7 ay boyunca kestiği tüm raconları arka cebine tıkıştırdığı gibi, tepe taklak giden turizmi de kurtarır Tayyip Reisiniz, tükürdüğünü zaten her daim ne halt ederse eder lan; siz işinize bakın-  havasında.

Oyun Havası.

Taşkın bir neşe içinde sarayının salonlarında oynuyordur.

Muhtarlar gittikten sonra filan, göbek atıp horon tepiyordur gibi geliyor bana.

Hele  geçenlerde, bu Yeniden Bulunmuş Neşesinin cıvıklığı, oynaklığı karşısında; harbiden dona kaldım.

Kayseri'ye gidip askerlerle iftar açacakmış Tayyibizm.

Bu niyetini bize ispat etmek için 5- 10 kişinin eline (yuva çocuklarının kullandığı cinsten) renkli kartonlar tutuşturmuşlar.

Üstünde ''HOŞGELDİN BAŞKAN'' tarzı klişeler yazılı rengarenk kartonlar.

İşte bu kişiler, uçağının Kayseri'ye inmesini yol kenarında bekleşen halkmış meğer.

Yani, Erdoğan'ın Kayseri'de (halk tarafından) beklendiğini bize görüntülerle ispat ettiler mi? Ettiler.

Ama çok çok spontan, anını yaşa biri olduğu için Başkan Erdoğan, birden uçağın rotasını Şırnak'a kırdırtmıyor mu?

Kırdırtmamış mı? Kırdırtmış.

Cümbür cemaat Muhammed Ali'nin cenazesine damlayıp, orda istediği artistlikleri yaptırmadılar diye köskös geri dönen

Tayyibizm, babasının çiftliğinde (T.C.) neler yapmaz hem ; değil mi ama?

Her neyse, Kayseri yerine Silopi'ye gidip askerlerle iftar açıyor.

Kankası Hulusi Akar da orda. Tayyibizim iftara geldi diye gözlerinin içi gülüyor.

Nasıl neşe içindeler her ikisi de. Eminim, kıskançlığından çatlamıştır ABD. (Aydınlık Gastesi.)

Karton kutularda iftarlık dağıtılmış askerlere. Değişiklik olarak.

Düşünüyorum da, karton kutular da, Kayseri deyip, Silopi'ye iftarı kırmak da; tedbir amaçlı olmasın sakın?

Aşırı seviliyor ya Tayyibizm.

Millet önceden haber alıp da, sevgiden boğulmasın diye düşünülmüş olamaz mı?

Tam  iftardan önce çıkıp konuşmasını da yapıyor tabii ki.

''Açık söyleyeyim; benim için en mühim şey şehadettir!'' laflarını dayıyor askerlere.

O çocuklar her an öldürülme tehlikesi altındalar. Her an, her saniye.

Habire arkadaşlarının cesetleri yollanıyor memleketlerine!

Bu çocuklara ''şehadet makamının güzelliği'' üstüne attırıyor Tayyibizm.

Yahu, sarayına yemekleri zehirli mi diye laboratuvar kurdurtan-

Kendi oğluna adam gibi askerlik yaptırtmayan adam, şehadet makamının güzelliğini gazlayarak el alemin çoluğunu çocuğunu aylardır ölümlere yolluyor.

Hem Kürtlerin çocuklarını, hem Türklerin çocuklarını!

Neşe içinde.

Bu arada, IŞİD Kafası da biliyorsunuz şehadet makamının kutsallığı üstüne kurulu.

Atatürk Havalimanında insanları terörize edip katlettikten sonra kendilerini de yok eden canlı bombalar, şehadet makamına eriştiler.

Onlar için öyle.

Hala IŞİDin haltları adlı adınca analiz edilmiyor. Böyle bir geçiştirmece, mahcubiyet, ''Zafiyet yoktur'', afiyet?

''Açtırma kutuyu, söyletme kutuyu'' bir durum var pek tabiidir ki Tayyibizm'le IŞİD arasında. Dışardan bakınca.

Bunu ABD de biliyor, Rusya da, yedi düvel de.

''Hırsız evine kadar kovalanmaz'' diye mi düşünüyorlar, ne düşünüyorlar; ben bilemiyorum.

Ama her halükarda riyakarca buluyorum diplomatik manevralarını. İdare etmekteki ısrar ve kararlılıklarını.

Aylarımı uğruna heba ettiğim Acun'un Survivor'ında  ise Adanın Tayyibi Semih (alabildiğine kötü bir yarışmacı olduğu halde)

parmağını kırdığı için Kıbrıs'a gitmeye muvaffak oluyor.

Aile buluşmasında Semih'in annesi ''Neler çektirdiler sana!'' diye kucaklıyor oğlunu.

Aynen Tayyibizmi kitlesinin kucaklaması gibi! Afallıyorum.

Semih'in ada halkına çektirdiklerinin, yaptığı madiliklerin, dedikoduların, ajan provokatörlüklerin haddi hesabı yok bu arada. Dur durak bilmedi.

Düzgün yarışamadığı için, sermayeyi Nifak Kedisine yükledi. Bu, onun özelliği.

Tayyibistler DE  sürekli ''Neler çektirdiler sana!'' diye kucaklıyorlar liderlerini.

Pişmiş tavuğa atılmadık iftiralar, kem gözler, kıskançlıklar hep Tayyibizme musallat.

Fanatik. Gözü kara. Tercihi kör. Kabile dayanışması. Kara sevda. Sürüden ayrılanı kaparlar korkusu.

Rasyoneli yok bu özdeşleşmenin. Bu sahiplenmenin. Bu bütünleşmenin. Bu mantıksız savunmalarının, tersinden okumalarının.

Ana oğul misali: ne pahasına olursa olsun. Kafa bu.

''Tayyibimmmm! Ne çektirdiler sana.''

Bugün bunu der, yarın onu.

Dün bunu demiştir, yarın külliyen reddeder; Duruş Adamın hasıyım! der. Alkışlar arasında.

Semih en nihayet halk oyuyla elendi de Survivor'dan, rahat bir nefes aldım.

Hiç hak etmediği bir şampiyonluk ona teslim edilmeyecek diye. Talihin de, habire 4 ayak üstüne düşmenin de bi

sınırı vardır-

Sadece palavra topaçlayan biri mükafatlandırılmayacak; hakiki tutarlılık, nesnel devamlılık diye bir şey var-

Sonra İsrail'le barışma, sonra Rusya'dan özür dileme; sonra sonu gelmeyen ''O öyleydi de, bu böyleydi'' madrabazlıkları.

Sonra Atatürk Havaalanı Katliamı, henüz kesin değil kaç ''şehidimiz'' olduğu.

Ama şehadet makamına erişeceklerine inanan IŞİD Kafalarca alındılar onca can bu dünyadan.

Kafa bu kafa. Tepemizde.

Rahat nefes de alamayacağız, bu da kesin böyle.


Bu yazı Nokta Dergisi'nde yayımlanmıştır