Dünya

Paris'teki terör saldırılarının etkisi Nijerya'daki katliamda neden görülmedi?

Geçtiğimiz günlerde Nijerya'da 2 bine yakın sivil Boko Haram tarafından öldürüldü; ancak Charlie Hebdo saldırısına gösterilen tepkiler bu dramın önüne geçti

12 Ocak 2015 16:20

Çağlar Ezikoğlu*

Je Suis Baga

 

Tüm dünya geçtiğimiz günlerde Paris’teki 'Charlie Hebdo' adlı karikatür dergisine yapılan baskın ve akabinde gerçekleşen rehine krizleri üzerinde yoğunlaşmışken, dünyanın öte tarafında ciddi bir insanlık dramı yaşandı ve yaşanmaya devam etmekte. Aslında bu iki katliamın temelinde aynı çarpık ideolojiden beslenen yapılanmalar mevcut iken, oryantalizmin gölgesi ile dans eden “Batı” algısı ve yarattığı İslamofobi tehdidi ile Fransa’daki terör saldırıları, Nijerya’daki insanlık dramının önüne geçti. Radikal İslamcı Boko Haram örgütü, Nijerya-Çad sınırındaki Baga kentine geçtiğimiz hafta boyunca saldırılarda bulundu ve 10 bin nüfuslu bu yerleşim yerinde yaklaşık 2 bine yakın sivil bu saldırılarda hayatını kaybetti. Bu yazı, aslında dünyanın 2014 yılından itibaren fark ettiği fakat 2000’li yıllardan beri var olan “Boko Haram”ı anlatmayı hedeflemekle birlikte, Boko Haram’ın AKP iktidarının “stratejik derinlik” politikasında nerede durduğunu da göstermeyi hedeflemektedir.

 

Boko Haram

 

Boko Haram, kelime kökeni olarak İngilizce “book” kelimesinden türetilmiş ve esas itibariyle; “Latin alfabesi haram” veya “batı eğitimi haram” anlamına gelmekte olup, 2002 yılında Nijerya’nın Borno eyaletinde Muhammed Yusuf tarafından kurulan Radikal İslamcı bir örgüt. Örgüt ideolojik açıdan El Kaide ve türevlerini takip etmekle birlikte, esas hedef olarak Nijerya’da şeriat yanlısı bir idare kurmayı belirlemiş ve eylemlerini bu yönde şekillendirmiştir. 2009 yılında kadar Nijerya’daki çok sayıda kamu binasına saldırılar düzenleyip çok sayıda asker/polis ve sivili öldürmüştür. 2009 yılında Maiduguri kentinde topyekûn bir isyan başlatan Yusuf ve arkadaşları, Nijerya Ordusu ile yapılan çatışmalarda muvaffak olamamış ve örgüt ciddi bir güç kaybına uğramıştı.

2011 yılına geldiğimizde ise örgüt içerisinde güç kazanarak sivrilen Ebubekir Şekau, örgüt liderliğine yükselmiş ve bu durum Boko Haram’ın dünyada tanınırlılığına yol açmaya başlayacak en önemli etmen olarak gösterilecekti. Zira, Şekau hem daha radikal bir militan hem de silahlı mücadeleyi daha tavizsiz ve sertçe uygulayabilecek bir örgüt lideri portresi çizmekteydi. Özellikle 2014 yılından itibaren örgüt terör eylemlerini hızlı bir şekilde tırmandırmaya başladı. Bu eylemlerin en biliniri ve dünya çapında tepki çekeni ise Borno eyaletine baskın yapılıp yaklaşık 300 kız öğrencinin kaçırılması oldu. Bu kaçırma hem dünya kamuoyunda tepki çekti hem de örgütün Afrika coğrafyasında ne kadar ciddi bir tehdit haline geldiğinin de farkına varılmasına yol açmıştı.

Ülkenin kuzeyinde hâkimiyetini her geçen gün güçlü hale getiren Boko Haram, El Kaide ve türevlerinden nispeten farklı, fakat son zamanların en popüler radikal İslamcı terör örgütü haline gelen IŞİD ile benzer bir strateji içerisinde. Bu strateji ise temelde hem toplum nezdinde infial yaratacak eylemlerde bulunup dikkat çekmek, hem de eylemlerini sadece Gayrimüslimlere değil, kendilerine biat etmeyen diğer Müslüman topluluklara karşı da gerçekleştirmekti. Boko Haram’ın 2014 yılı boyunca yapmış olduğu birçok saldırıda çok sayıda Müslüman da hayatını kaybetti. Her ne kadar Boko Haram’ın ülkede bir Hristiyan-Müslüman kutuplaşmasını hedeflediği söylense de, Şekau liderliğinde daha radikal ve daha selefi bir terör örgütü noktasına gelmesi, Boko Haram’ın Müslümanlar için de ciddi bir tehdit olmasına yol açtı. Geçtiğimiz günlerde yaşanan ve nüfusunun çoğunluğu Müslümanlardan oluşan Baga kasabasındaki katliam ve yaşanan vahşet de bunun en açık göstergelerinden biri.

 

Uluslararası toplum?

 

Boko Haram’ı kısaca özetledikten sonra, Türkiye’nin ne konumda olduğuna geçmeden dünya kamuoyunun Boko Haram meselesinde nerede durduğuna iyi bakmak gerekir. Yazının başlangıcında da bahsedildiği gibi; Paris’teki terör saldırılarının yarattığı infiali bu vahşette göremiyoruz. Zira Paris’teki terör saldırıları her ne kadar Radikal İslami terörizmin ne kadar vahşi ve acımasız olduğunu bize gösteriyor olsa da, bu saldırının akabinde hem Fransa hem de Avrupa’da yeniden İslamofobi tartışmalarının hortlayacağını kestirmek güç değil. Göçmen karşıtlığı ve yabancı düşmanlığının elbette ki Paris’teki bu vahşi terör ile bağlantısı yoktur; fakat bunun olası sonuçlarından birisi olma ihtimali de asla göz ardı edilemez. Bu açıdan baktığımızda, Avrupalı veya Batı gözüyle IŞİD veya El Kaide artık tanınan ve gözle görülebilen bir tehdit noktasındadır. Fakat Boko Haram’ın yapısı itibariyle ideolojik olarak Radikal İslam ile iç içe olmasına rağmen, eylem ve saldırılarını sadece Nijerya içinde tutması, ne acıdır ki dünya kamuoyunun bu katliamlara yeteri kadar tepki vermemesine de yol açmaktadır. Aslında Boko Haram’ın bu vahşeti, Radikal İslami terör örgütlerinin sadece Müslüman olmayanları değil doğrudan bir şekilde kendilerine biat etmeyen Müslümanları da hedef aldığının hem açık bir örneği, hem de Avrupa’da İslam’a yönelik oluşabilecek karşıtlığı durdurmak adına üzerine daha çok gidilmesi gereken bir örnektir. Keza IŞİD’in Irak Suriye veya diğer topraklarda kendisine biat etmeyen diğer mezheplere yönelik uyguladıkları katliamlar gibi. Şu nokta açıktır ki, 11 Eylül ile var olan İslami terörizm algısı artık yerini din ayrımı yapmayan vahşi bir terörizme bırakmalıdır. Aksi yani bu terör eylemlerinin sadece Müslüman olmayanları hedef aldığı algısı, Huntington’ın Medeniyetler Çatışması tezi veya Bernard Lewis’in Oryantalizmine katkıda bulunmaktan öteye gitmeyecektir.

 

Stratejik derinlik mi, stratejik ortak mı?

 

Son olarak Türk dış politikası bu hususta nerede yer alır sorusuna gelirsek; burada kafaların nispeten karışabileceğini görüyoruz. Zira bir yandan, en son ki Baga saldırısı hem Cumhurbaşkanlığı hem de Türk Dışişleri tarafından kınansa da, öte yandan politika üretme açısından hem bir pasiflik hem de silah yardımı gibi başka tartışmalar da mevcut. 18 Mart 2014 tarihinde yayınlanan ses kaydında; Başbakan Danışmanı Mustafa Varank’ın, THY Özel Kalem Müdürü Mehmet Karakaş ile Nijerya’ya yapılan silah ve mühimmat transferinin konuşulması ve bu silahlar “Müslümanları mı öldürüyor Hristiyanları” mı sorusu hala hafızalardan silinmiş değil. Aynı zamanda iktidara yakınlığı ile bilinen basın yayın kuruluşlarının Boko Haram örgütünü normalleştirmeye yönelik çeşitli yazılar yayınlaması da cabası. AKP iktidarın IŞİD’e olan desteği uluslararası kamuoyunda tartışılırken, Boko Haram konusunda da iktidarın kendi üzerinde soru işaretleri bırakması, özellikle uluslararası arenada Türk dış politikası açısından da ciddi sorunlar doğurabilir.

Bu yazıyla Boko Haram’ı anlatmaya çalışmakla birlikte esasen bu tehdidin ne kadar önemli olduğunu göstermek esas hedef. Zira sosyal medyada Charlie Hebdo saldırısı ile yaygınlaşan “Je Suis Charlie” (Ben Charlie’yim) sloganı tek başına atılmamalı, yanına “Je Suis Baga” sloganı eklenmelidir.

______________________________________________________

* Aberystwyth Üniversitesi, Uluslararası Siyaset Departmanı Araştırma Görevlisi ve doktora öğrencisi