15 Kasım 2010 02:00
MEŞHURLUĞUN EL KİTABINA UYMADIM
Ve sonra ‘Aşk Her Şeyi Affeder mi?’ albümünüz çıktı, hatta patladı...
- Evet, 26 yaşındaydım...
Şaşırmadınız mı?
- Yok, hayır. Ben böyle olacağını bilerek yetiştirdim kendimi. “Önce bu işi okulunda öğreneceğim, sonra sahne tecrübesi edineceğim, sonra büyük şehre yerleşeceğim, ondan sonra kendi bestelerimi yapıp, albüm çıkaracağım” Planım buydu. Hep ne yaptığımı bildim yani, bir yerden bir yere sürüklenmedim. Meşhur olmak da beni şaşırtmadı, zaten kendimi hep meşhur hissediyordum. Ve en önemlisi, “Bu meşhurluğu elimden kaybetmemek lazım” türünden bir korkum yoktu...
Nasıl yani?
- Piyasadaki pek çok isim, yetenekli olanları bile, “Aman çok aşırıya kaçmamayım, benzer besteler yapayım da tutsun!” diye düşünür. Ben öyle değilim, istediğim her türlü besteyi yapabilecek yetenekte bir insanım. Ben ne yaşadıysam, onun müziğini yaptım. ‘Aşk Her Şeyi Affeder mi’ de dönemine göre çok ileriydi. Bir kadının çıkıp, rahat rahat söyleyeceği bir şarkı değildi. Kaç yıl geçti, hâlâ söyleyen yok. Bütün rockçılar kendilerini acındırıp duruyorlar rock şarkılarında. Hiç kuvvetli bir söz yazmış ya da yaptığı bir hatayı bağırarak söyleyecek biri daha çıkmadı.
Ağır eleştiri bu aslında...
- Ama gerçek bu. O tip şarkılara insanlar bulaşmak istemiyorlar. Daha orta yol şarkılar tercih ediyorlar. Kimseyi kızdırmayacak, herkesin kabul edebileceği sözleri seçiyorlar. Güya rock müziği, sözler yumuşak yumuşak...
Peki o şarkı neydi? Kadınlara verilen bir özgürlük bir mesajı mı?
- Benim şarkılarımla özgürlük mesajı vermek gibi bir derdim yok, ben yaşantımla örneğim zaten.
Nasıl yani?
- Bu toplumda var olabilmek için herkes gibi yaşamak zorunda değilsin, herkesin yaptığını yapmak zorunda değilsin. Zaten herkes bir kalıbın içerisinde Türkiye’de. Düğüne gidiyorlar ama dans etmiyorlar. Hayat coşkuları yok, biblo gibi giyinip yan yana diziliyorlar.
Sonra ‘Dağları Deldim’... Ve o albümle tavan yaptınız ama çekip gittiniz... Neden?
- Çünkü diğer üç albümde yaptığım şeylerin aynısını yapmam gerektiğini söylediler. “Bu ülkede albüm çıkarınca, Okan’ın programına, Beyaz’ın programına, o zaman Hülya Avşar’ın da programı vardı, ona çıkacaksın, şu kişiye röportaj vereceksin, şu magazin ilavesinde yer alacaksın! Oyunun kuralı bu!” “Niye aynı programlara katılayım, aynı televizyon şovlarına çıkayım ya” dedim. Artık başka bir şey yapmak istiyorum hissi geldi. Rutin geldi, memuriyet gibi geldi. ‘Dağları Deldim’ gibi bir albüm yapan insanın onları yapmaması gerekiyordu. Yapmadım. Amerika’ya gittim ve boks yaptım. O kadar iyi geldi ki. Benim enerji fazlam var. Bir şekilde onu çıkartmam gerekiyor. Heavy metalden gelme benim gibi birini de yoga kesmiyor, n’apiim. Türkiye’de kick boksa başlamıştım, Amerika’da boksa kaydım. Epey bir kaldım.
LEZBİYEN DEMELERİ UMURUMDA DEĞİL
Bir kadın neden boks yapar...
- Feminen bir şey değil ya, ondan cazip geliyor!
Hep maskülen maskülen, arada hiç korkmadınız mı, “Bunlar bana lezbiyen bile derler!” diye...
- Diyebilirler, şimdi bile diyorlardır. Desinler. Umurumda değil. Benim çevrem nasıl yaşadığımı, ne yaptığımı bildikten sonra, problem yok.
Bu sizinki nedir? Düzene isyan mı? Hep, “Hadi len!” gidişi mi?
- Birine kızgınlık değil. “Bu kadarı bana fazla!” diyorum ve gidiyorum. “Gideyim de gününüzü görün” değil yani.
Meşhurluğun el kitabına kafa tutuyorsunuz siz!
- Evet, öyle yapıyorum. “Şu sıklıkta haber olacaksın, şuralarda görüneceksin, şöyle bir arabaya bineceksin?” Ben çok uzağım bu tür şeylere. Ben meşhur kalabilmek için düzene yapışmayı tapon buluyorum.
Arada ‘9, 8, 7, 6, 5’ diye hiç ticari olmayan bir heavy metal albüm yaptınız. Ve sonra aşk geldi. Prodüktörünüz Cem Öcal ile evlendiniz ve küt diye Bodrum’a yerleştiniz?
- Evet.
Niye evlendiniz?
- O bir his, “Hah, işte o bu!” dedik karşılıklı. Daha önce de uzun ilişkilerim oldu ama dememiştim. İş hiç oraya gelmemişti. Bunda geldi. İyi ki de gelmiş.
Bodrum’a yerleşmek erken emeklilik mi?
- Alakası yok! Bodrum’a yerleştik diye domates yetiştirdiğimizi zannediyorlar. Gerçi onu da yapıyoruz ama son bir buçuk yıla iki sinema filmi ve bir de koca albüm sığdırdık. Burası emekli olma yeri değil, yaşamını değiştirmek istiyorsan geleceğin yer...
Niye Bodrum?
- Çünkü İstanbul’da hep kick boks yapmak istiyorum, burada istemiyorum. Çirkin buluyorum İstanbul’daki yaşam şartlarını. Kendime haksızlık olarak görüyorum. Pis hava solumak istemiyorum. Benim en büyük lüksüm, pahalı bir araba değil, temiz hava. Camı açtığım zaman, tertemiz çiçek kokusu gelsin. Orada vıcık vıcık her yer insan dolu, ben tenha olsun istiyorum. Kornalar çalıyor, her yer pis, kedilerin bacağı kopuk, bu tür şeyler görmek istemiyorum. Bıktım ben suratı asık, sinirli, gergin insanlardan. İstanbul benim için bu. Çok sinirli şoförler, her an kavgaya hazır insanlar, bezmiş kadınlar. Mutlu insanlar görmek istiyorum, sağlıklı sokak hayvanları, neşeli çocuklar. Burası öyle?
Herkesin 60’tan sonra yapmayı planladığı bir şeyden söz ediyorsunuz...
- Neden bunun için 60’a kadar beklemek gerekiyor anlamıyorum. Bodrum olması da şart değil, yeter ki sayfiye olsun. Tabii ki serbest meslek gerekir, düzenli işte çalışanlar ne yaparlar bilmiyorum. Ama buralardaki insanlar da boş oturmuyor.
İyi de aynı zamanda siz, meşhur Özlem Tekin’siniz, arada “Benim burada ne işim var!” dediğiniz olmuyor mu? Beyoğlu’nu, rock barları hiç mi özlemiyorsunuz?
- Katiyen. Ankara’dan İstanbul’a taşınınca, “Ay özlemiyor musun Ankara’yı” dediler. Hiç. Ankara bitmişti benim için. İstanbul’a geldim, artık orası da bitti. Ben geçmişte, gece gündüz o kadar gezdim, o kadar eğlendim ki, artık “Kalkayım da bir bara gideyim” aklımın ucundan bile geçmiyor. Bir şeyi zamanında yaparsan, içinde ukde kalmıyor.
Eşiniz Cem, sizin bilinenin aksine çok evcimen ve domestik olduğunuzu söyledi...
- Evet. Deri ceketle pizza almaya gider gibi duruyorum di mi? Yaparım, çok da yaptım. Ama ben aynı zamanda, çok domestik ve evcimenim, şahane yemekler yaparım.
Evcimen olmak, rock ruhunu çiziyor mu? Hani rock, yola getirilemeyen, eğilip bükülmeyen, düzene ayak uydurmayandır ya...
- Valla bizim tanıdığımız bütün rockçılar, evlendi, çoluk çocuğa karıştı. Ozzy Osbourne’a bak, köpekler, çocuklar... Gençlikte olmaz belki, o zaman daha uçarı oluyor insan ama hayat hep aynı kalmıyor. Rock ruhu biçimde değil, özde. Yapabileceğim bir şey yok, ben hem pizzayı motosikletle alan kızım, hem de evde yemek yapmaya bayılan domestik kadın.
Bodrum’da başka neler yapıyorsunuz?
- Heykel, bonzai. Botanikle de uğraşıyorum. Bahçe üzerine bir sürü kitap okudum, denemeler yaptım. Bayağı kıvırıyorum. Yeni bitkiler ve sebzeler yetiştirmeye çalışıyoruz. Olmuyor, bir daha deniyoruz, sonuncusunda oluyor...
Bu adamı neden bu kadar çok seviyorsunuz?
- Enerjik bir tip. Çok da çalışkan. Biz hiç konuşmadan doğal bir iş bölümü gerçekleştirebiliyoruz. Hayatı paylaşıyoruz, birlikte eğleniyoruz, üretiyoruz, çoğalıyoruz. Bunlar bence aşk...
Beni tanımlayan sıfat Speedy Gonzales
Oyunculuk nereden çıktı?
- Kendiliğinden. Eğitimim yok. Tiyatro bölümünün önünden bile geçmemişimdir. Bir müzikal teklif ettiler, ‘Mucizeler Komedisi’, gerisi çorap söküğü gibi geldi.
İyi de neyine güvenir insan...
- Ben insanı yoran bir tipim, sürekli birilerinin taklidini yaparım, durmaksızın hikayeler anlatırım, anlatırken onların kılığına girerim. Meğer yeteneğim varmış da ben farkında değildim. İşin tuhafı, müzikten kazanamadığım parayı, oyunculuktan kazanıyorum. Ve şu anda oyunculuk daha itibarlı. Müzikte starlık da çökmeye başladı. İnternetten indirmelerden beri sektör çok kötü durumda. Müzik o kadar kolay erişilen ve tüketilen bir şey oldu ki, hiç üstünde durulmuyor, yeni biri mi çıktı, kimsenin umrumda bile değil. Özen kalmadı. Dinleyici de özenmiyor. Ama ben yine de albüm yaptım, yapacağım da, ama çok masraflı oluyor.
Bu son film...
- Nezih Ünen’in filmi, bitmek üzere. Bir buçuk aydır çekiyoruz, bir aşk filmi. Kendimi bir aşk filminde göreceğimi zannetmezdim. Ama güzel oluyor, müzikleri de harika.
Rolünüze ne kadar çalışırsınız?
- Çalışmam. Doğallığını kaybeder çünkü. Metodik şeylere pek inanmıyorum. Müzikte çalıştıkça daha iyi olursun ama oyunculukta öyle değil. Yönetmenle konuşuyorum, neler tasarladığını öğreniyorum, içgüdülerimle role dalıyorum.
Kendinizle dalga geçebilir misiniz?
- Geçerim. Hatta herkesten önce yakalamaya çalışırım gerzekliğimi. Biraz da yırtmak için tabii...
Sizi tanımlayan en önemli sıfat...
- Speedy Gonzales. Benden çok alırsan, overdose’dan gidersin, o yüzden azar azar alması karşımdaki için daha faydalı...
Kocanızın işi zormuş!
- Tabii, niye evlendim sanıyorsunuz!
Özlem Tekin mi? O da kim!
Hayvanları seviyorsunuz ama kendinize özgü yöntemlerle...
- Evet, evet. Vakıf, dernek işlerine asla girmiyorum. O yardımın, yerine ulaşacağından emin olamıyorum çünkü. Ben gözümle gördüğüm, kendi başıma yapabileceğim şeyleri tercih ediyorum. Sokakta yaralı bir kedi görürsün, veterinere götürür tedavi ettirirsin, alırsın bir köpeği kısırlaştırırsın, bugün bir buzağı gördüm mesela, köpekler saldırıyordu, aralarına almış oyun yapıyorlardı, onu kurtarırsın. Budur. Ben böyle şeyler yapıyorum. Yoksa şu bilmem ne vakfının, bilmem ne yararına yemeğine git. Gitmem.
Arada Özlem Tekin’liğinizden sıkılıp başka biri gibi davranmak istediğiniz oluyor mu?
- Özlem Tekin mi? O da kim?
Arabanı bile aşkla yıkayacaksın
Aşk ne ifade ediyor?
- Çok şey. Aşkla yapılan her şey, insanı zenginleştiriyor. Gerisi fasa fiso zaten. Bir şeyi yaparken, yaratırken, kollarken için titriyorsa, aşkla yapıyorsan tamamdır. Arabanı bile aşkla yıkayacaksın. O zaman yaşadığını hissediyorsun. İkili ilişkilerde de açık olacaksın ve korkmadan, çekinmeden yaşayacaksın. Aklı fazla işe karıştırmadan...
Aşk, her şeyi affeder mi?
- Gerçek aşk eder, etmeli zaten...
© Tüm hakları saklıdır.