Magazin

Özkök'ün eşi 40 yıllık evliliklerini anlattı

İsmet İnönü'nün 40 yıl önce taktığı nişan yüzüğüyle Ertuğrul Özkök'le evlenen Tansu Özkök, "Babam komünist olduğu için Ertu

02 Kasım 2008 02:00

Ertuğrul Özkök'ün 40 yıllık eşi Tansu Özkök, evliliklerini Vatan'dan Sanem Altan'a anlattı.

***

Daha önce resmini bile görmemiştim. Hakkında hiçbir şey bilmiyordum Tansu Özkök’ün Ne nasıl gözüktüğünü, ne nasıl bir insan olduğunu. Sadece onu merak ediyordum. Hiçbir hazırlık yapmadım bu sefer. Onunla ilgili hiçbir bilgim, hiçbir kararım, hiçbir önyargım olmasın istiyordum. Bir boşlukta karşılaşalım ve o karşılaşmada ben onu sesinden, duruşundan, konuşmasından, anlatımından tanıyayım. Gerçekten karşımdaki kadını tanımaya gidiyordum çünkü. Neyi anlatmayı tercih edeceği bile benim için önemliydi. Nereden başlarsa, konuşma oradan akacaktı... Öyle de oldu...

Ben otomobili park ederken evin kapısını açtı, park etmemi, arabadan çıkıp ona doğru yürümemi gülümseyerek izledi. “Merhaba” dediğimde röportaj başlamıştı. Anlatmaya başladı, “Sizi aramayı düşündüm, bugün bizim evlilik yıldönümümüz. 38 yıl bitti, 2 yıl da flört 40 yıl oldu ama sonra röportajı ertelemek istemedim, vazgeçtim sizi aramaktan” dedi. “Keşke arasaydınız” dedim. “Zaten Ertuğrul Ankara’da bugün. Harika bir çiçek ve bir mektup göndermiş” dedi. Alt kattaki salona yürüyorduk bu sırada. Gözüm hemen siyah-beyaz resimlere takıldı. Resimlere baktığımı görünce “İsmet İnönü nişan yüzüklerimizi takmıştı” diye ekledi. Büyük bir doğallık ve içtenlikle anlatıyor, çok dostça gülümsüyordu. Röportajı bitirip ayrılırken, eşinin ona yazdığı mektubu uzattı okumam için. Tansu Hanım’ın o kadar özel bir şeyi paylaşma zarafetine zarar vermemek için göz ucuyla okudum.

“Tansum” diye başladığını, “Seni seviyorum” diye bittiğini hiç unutmayacağım ama...
38 yıldır evlisiniz Ertuğrul Özkök’le... Hikayenin en başını merak ediyorum, nasıl tanıştınız?


15 yaşındaydım tanıştığımızda, ortaokulu bitirdiğim seneydi. O da 21 yaşındaydı. Babam Hüdai Oral, milletvekili olunca Ankara’ya yerleştik. Koyu sosyal demokrat bir aileydik biz. Aslında Denizlili’yiz. Yan apartmana taşınmıştı... Basın Yayın’da okuyordu o sırada. Çok yakışıklıydı. Üç arkadaştılar, bekâr eviydi. Bakışıyorduk mahallede geçip giderken. Bana bayağı bayağı bakıyordu. Hatta sonra bana “Sen hiç 15 yaşında gibi gözükmüyordun, çok daha büyük gözüküyordun” dedi. Bir gün bakkalın önündeydi o arkadaşlarıyla, ben de oradan geçerken el salladım. Ben başlattım yani. O da bana el salladı, çok şaşırdı ama. Tanıştıktan sonra çok girip çıkardım o eve. Hatta mahallede taksi şoförleri vardı, beni anneme şikayet etmişlerdi “Bekâr oğlanların evine giriyor” diye.

Babanız ilk Enerji Bakanı’ydı yanılmıyorsam. “İsmet İnönü’nün çok değer verdiği bir gençti” diye yazılar okuduğumu hatırlıyorum vefatında...

Üç sene önce kaybettik babamı. İsmet İnönü’nün başbakanlığında ilk Enerji Bakanı’ydı. Aslında avukat. İsmet İnönü ile özel bir yakınlığı vardı. İsmet Paşa’nın elinde ve evinde büyüdük sayılır. Ertuğrul’la nişan yüzüklerimizi o takmıştı. Sanmıyorum İnönü’nün başka kimseyle böyle yakınlığı olduğunu, nişanında nikâhında şahitlik yaptığını. Denizli’de toprakları vardı babamın ailesinin. Pamuk ekilirdi. Dedem çok katı bir insandı. İstiklal Mahkemeleri’nde hakimdi. Batılı bir aileydiler. Babam akordeon çalardı, halam piyano, amcam keman... Sorbonne mezunu zaten. Babaannem çok şıktı, ilk kadın öğretmenlerden. Anneannemse yumuşacık bir insandı, tam anneanneydi. Daha Anadolu insanıdır anne tarafım.



Annenizle ilişkileriniz nasıldır?

Çok iyi. Denizli’de yaşıyor hâlâ. Erkek kardeşim Teoman da orada. Her gün konuşuruz. Babamın o ağır katı siyaset hayatına rağmen dimdik durabilmiş bir kadındır. Katı siyaset yapılan bir dönemdi o dönem, annem çok şeye katlandı, çok güçlüdür. Ben öyle değilim. Ben katıydım sanırım zayıf olduğum için. Ona çok benzemek isterdim. Bir çocuğunu da kaybetti üstelik. Ağabeyim de vardı benim 15 yaşında, boğuldu. Ben 13’tüm o sırada. İnsan bu yaşa gelince anca çözüyor bunları. Belki ben de evdeki o baskıdan kaçmak istedim. Ben 17, Ertuğrul 23’tü evlendiğimizde.


Bu acı tüm hayatınızı değiştirdi sanırım...

Tabii ki değiştirdi. Ama aile hayatımızı soruyorsanız değiştirmedi, çünkü bize hiç hissettirmediler acılarını annemler. Annem bana, erkek kardeşime yasaklamıştı ileride oğlumuz olursa ağabeyimin adını koymayı. Hatırlıyorum, ağabeyimin albümüne bakıyordum bir gün, yarıda kesilmiş bir albüm tabii. Anneme sordum neden böyle diye. “O kadar yaşadığı için, buraya kadardı hayatı” dedi. Bu cevap çok canımı acımıştı bu soruyu sorduğum için. Nedense, böyle şeyler yapıyordum. Ölüme tepkiydi sanırım. Allah’a inancım sonsuz. Her akşam kendi stilimde dua ederim. Sosyalist terbiye, inançla olan ilişkimi çok etkiledi. Ama şimdi din çok siyasi oldu. Artık dinlere inanmıyorum açıkçası. İstismar ediyorlar, insanları sömürüyorlar. Dünyanın her yerinde bu böyle. O zaman diyorsunuz ki “Allah’la aramda hiçbir şey olmazsa daha iyi.” Dini amaçla ne camiye gittim ne oruç tuttum ama birçok inançlı insandan daha inançlıyım, biliyorum.

Anneniz babanız bu kadar erken evlenmenize ne dedi? İtiraz etmediler mi?

Annemler yaşadıkları acı yüzünden beni çok fazla üzmek istemedi. Ağabeyimi kaybettikleri için. Ama önce çok itiraz ettiler tabii. “Sözlen bari sadece” dediler. Kabul etmedim. Çok inatçıyım. Baş kaldırdım. Tehditler ettim. Nişanlandık önce. İki sene flört ettik. Sonra sınava girdi Ertuğrul, kazandı. Doktora için Fransa’ya gidecekti “Ya şimdi evleniriz, ya da hiç evlenemeyiz” dedi.

Niye?

Bilmiyorum, öyle dedi. Evlendiğime hiç pişman olmadım bu zamana kadar ama şimdi okulu bitirseydim de evlenirdik, ona inanıyorum. Ama o yaşta, o dönemde Ertuğrul’a inandım. Sanki bir daha evlenemeyiz gibi geldi.

Üniversiteye geçmiş miydiniz?

Lisede okurken okulu bırakıp Ertuğrul’la evlenip Fransa’ya gittim. Lise ikideydim, bıraktım. Yani şu an ortaokul mezunuyum ben. Anneme de söz vermiştim, “Fransa’da üniversiteye gideceğim” diye, olmadı. Büyük bir kumar oynadım Ertuğrul’la ilgili ama tuttu. Tutmayabilirdi de. Çok yanlış bir karar olabilirdi. Evlenip Fransa’ya gittik ve 1970-76 yılları arasında hayatımın en güzel dönemini yaşadım. Gülümsün doğdu 1972’de.

Babanız ne dedi bu evliliğe? Babanız CHP’li. ‘Koyu bir sosyal demokrattı’ diyorsunuz. Ertuğrul Bey ise CHP’nin daha solunda bir gençti. Bu farklılık sorun oldu mu?

Tanıyana kadar oldu. Ama tanıdıktan sonra fikri değişti. Kayınpederim harika bir insandı. Matbaası vardı. Babam onları tanıyınca çok sevdi. Ama flört ederken bu ilişkiye karşıydı.

Ne derdi?

Ertuğrul bana kitaplar verirdi. İmtihan yapardı sonra. Okumazdım tümünü... “Bitirdim” derdim kitabı. Sorular sorardı, bilemezdim sonra da... 15 yaşındaydım ama. İlk odasına girdiğimde duvarında kocaman Karl Marks posteri, yanında da Che Guevera vardı. Bilmiyordum kim olduğunu Marks’ın. “Bu kim, biliyor musun?” dedi. “Biliyorum” dedim. “Kim?” dedi. Kıpkırmızı olduğumu hatırlıyorum. Ve eğitimim böyle başladı. Ondan İşçi Partisi’ni öğreniyordum, sosyalizmi öğreniyordum. Blucinler giymeye başladım, makyajı o zaman da sevmezdim. Posterleri de aldım, kendi odamın duvarına astım. Babam odama girdi bir gün. “Bu ne?” dedi. “Ben komüniste kız vermem” dedi ve cart diye yırttı posterleri... Türkiye’ye ilk döndüğümde İşçi Partisi’ne oy vermiştim ama sonra hep CHP’ye oy verdim.

Evlenip Paris’e gittiniz. Hayâl ettiğiniz gibi mi oldu her şey?

Tek odalı bir evde yaşadık. Öğrenci birliğindeydik. Hiç ağır gelmedi bunlar. Çok keyifliydi. Çok saf, çok sahici, çok güzeldi. Yalan yoktu. Yardımlaşma vardı. Çok gerçekti. Üniversite yemekhanelerinde yemek yiyorduk. Şartlar zordu ama çok mutluydum. Hemen hamile kaldım zaten. Doğum için Türkiye’ye geldim. 19 yaşındaydım. Doğurdum, geri gittim. Gülümsün 7-8 aylıkken tekrar Türkiye’ye geldim, zorlandım çünkü. Anneme bırakıp ben Ertuğrul’un yanına döndüm. Çocuğum tabii, Ertuğrul’suz olamıyordum. Anaokulu yaşında tekrar Fransa’ya aldık Gülümsün’ü. Sonra da döndük zaten.

Ankara’ya mı döndünüz?

Ankara’ya döndük. İzmir de olabilirdi. Bana sordu Ertuğrul, ben de “Sen bilirsin, çünkü bu senin yolun olacak, ben bu sorumluluğu alamam” dedim. Ankara’yı seçti. Hacettepe’de öğretim üyesi oldu. O yıllar da çok güzeldi. Ankara’da edebiyat dünyasıyla tanışmalar başladı. Zaten hâlâ Ankara grubumuzla görüşürüz. Küçük bir grubumuz var burada da. Aydın, Canan Uğur, Figen ve oğlu Sarp, Özdemir ve Ülker İnce... Ülker benim rol modelimdir. Her şeyiyle mükemmel biridir. Olağanüstü bir insan. Filiz ve Şahin Yenişehirlioğlu...

Yazı dergisinin çıktığı yıllar değil mi?

O dergi efsanedir. Evet, o yıllar çok güzeldi. Para yok, pul yoktu. Figen’le (Batur) benim takılarımız, çocuklarımızın altınları satılarak çıkarıldı o dergi. Annem konken oynardı, hâlâ da oynar. Onun arkadaşlarını dergiye abone etmiştik. Para kazanmak için. Enis ve Figen’le Paris’ten arkadaştık. Ben THY’de işe girmiştim. Enis de orada çalışıyordu o yıllar. Sonra bıraktım işi yapamadım. Ertuğrul’a, “Her şeyden fedakârlık yapabilirim. (Çünkü para kazanmak için çalışıyordum) ama evde olmak istiyorum” dedim.

Ankara’ya geldiniz Hacettepe’de öğretim görevlisi oldu, Yazı dergisi çıkarıldı. Sonra ne oldu?

Ecevit’in danışmanlığını yapmaya başladı. Arayış’ta yazıyordu. Siyasetle ilgileniyordu aslında. Esas plan buydu. Ertuğrul siyaset yapmak istiyordu. Fakat 12 Eylül’le beraber planlar, hayâller suya düştü. Orhan Birgit devreye girdi, Erol Simavi’ye değerlendirmeler yazmaya başladı. İki yıl her hafta tüm gazeteleri okuyup rapor hazırladı. Hatta ben kesip yapıştırıyordum, o yazıyordu. Sonra gazetecilik başladı. Annemlerden para yardımı kabul etmiyordu Ertuğrul. Annelerimiz birleşip bize 90 metrekare ev aldılar Ankara’da.

İstanbul’a ne zaman geldiniz?

İstanbul’a hiç gelmek istemedim. Gülümsün’ün okulu diye direttim önce. O geldi ve otelde kaldı. İstanbul bana Ankara’dan sonra çok kötü geldi. Her şeyiyle. Ankara’da çok entelektüel bir ortamdaydık. İstanbul’da ben neye uğradığımı şaşırdım. Sonra Ankara temsilcisi oldu tekrar döndük, çok mutlu olduk sonra da genel yayın yönetmeni oldu. Tekrar İstanbul’a gelindi ama ancak Gülümsün üniversiteye başlayınca 89’da falan tam olarak geldim ben. Hâlâ çok sevmem İstanbul’u. İzmir’e, Aydın’a, Denizli’ye gideyim, evimin bahçesinde hissederim kendimi, Ege’yi de çok severim. 



Çok kavga eder misiniz?

40 yıllık beraberliğimizde çok kavgalarımız oldu, çok fırtınalar esti, çok fırtınalar koptu ama bana bir kez ağır bir şey söylediğini hatırlamıyorum. Bir kere “Tansu, terbiyesizlik yapma” demişti, o kadar. Çok şaşırmıştım. Başka bir şey hatırlamıyorum.

Peki ya siz?

Ben kendimi kaybederim. Felaket... Ben neler yaptım, Yarabbim. Hatta bir kere çok şiddetli bir kavgada yerde kömür ütüsü vardı, onu alıp fırlattım. Kafasına gelse ölürdü. Yer parçalandı, ütü düşünce. Beton delindi. Böyle kontrolsüz bir şiddet olabilir mi? Çok utanç verici tabii.

Birbirinizden çok farklısınız değil mi?
 
Ertuğrul modern sever her konuda. Ben klasikçiyim, hem de her konuda. Bizim neslimizin ötesine geçemedim hiçbir konuda. Kıyafetlerine hiç karışmam, kendi giyinir. Pop giyinir. Mutfakta İtalyan, füzyon sever. Hiç anlamam o nedir. Türk mutfağı, Ege mutfağı severim. Tipik Türk erkeği durumu vardır Ertuğrul’da. Gözünün önündeki şeyi falan da “Nerede?” diye sorar. Ben aileyi, kalabalığı çok severim. Bu bayramda çok zorladım Ertuğrul’u, koca bir aile İtalya’da köyde ev tuttuk. Müthiş güzeldi. Bir hafta. Siena’ya yakın bir yerde. Torunlar, görümcelerim. İçki içemem, vücudum tolere edemiyor. Ercan ve Ertuğrul iyi içer. Çok eğlendik. 13 kişiydik. Bunu çok seviyorum. Keşke burada da yapabilsek bunu.

Kıskanç mısınız?

Çok kıskancım. Çookkkk... Gençken çok kıskançtım. Hep çok beğendim, hep çok yakışıklıydı Ertuğrul. Sakalı çok beğenirim. Hep sakallıydı sonra kesti, şimdi yine sakallı. “Nasıl oldu?” dedi, “Bence fazla güzel, Jean Reno’ya benzedin, kes” dedim.

Hâlâ kıskanıyor musunuz?

Şimdi daha rahat bakabiliyorum. Çok güzel şeyler öğrendim Ertuğrul’dan, hayatın çok farklı bir tarafını öğrendim. Eskiden çok katıydım. Grilerim yoktu. Toleranslı olmayı, esnek olabilmeyi öğrendim. Kendime güven duymayı öğrendim. Bizim ailede çocuklar hep bir adım gerideydik.

O sizi nasıl anlatır? Hiç konuşur mu bunları?

“Çok şanslıyım seninle birlikte olduğum için” diyor. Bir keresinde “Ben senin için ne ifade ediyorum?” dedim. “Vazgeçilmezsin. Hayatımdan çıkarsan ölürüm” dedi. Kavgalardan sonra “Boşanacağım, gidiyorum” falan dediğimde “Gidemezsin ki bırakmam, kolaysa boşan” karşılığını verirdi.

Siz olmasaydınız buralara gelebilir miydi Ertuğrul Bey?

Her başarılı erkeğin arkasında mutlaka bir kadın vardır fikrine inanmam, başarısız olsa benim yüzümden mi ki? O adamın kendi başarısıdır. Ama tabii hiç karışmadım, destekledim, gölge olmadım hiç. Ertuğrul çok hırslıdır. Kendi hırsı bu yani. Benim başarım değil.

Birbirinize zaman ayırır mısınız?

İlk ve tek başbaşa tatilimizi Ertuğrul 60 yaşına girdiği sene yaptık, yani iki sene önce. Üç gün Como Gölü’ne gittik. İtalya’ya ilk gidişimdi. Bayıldım. “Sakın bana sürpriz parti falan yapma” dedi. O bahaneyle Como çıktı. O görmüştü daha önce. “Seni mutlaka götürmek istiyorum” dedi. Gittik. Hediye ne alacağımı bilemedim. “Ertuğrul bir şey bulamadım, bir gün rastlarsam alacağım” dedim. İtalya’da bir galeride rastladım. Bir heykel, erkek önde kadın tam arkasında, sırtına bedenini yaslamış, iki dimdik, yarım vücut... Bizi anlattığını düşündüm. Çok hoşuma gitti. Çok beğendi o da.

Pişmanlıklarınız var mı?

Ertuğrul’un hoşuna gideceğim diye, Twiggy modası vardı ya, 48 kiloda kalacağım diye, yaptığım diyetlerle sağlığımı mahvetmişim. Şuursuz ve dengesizce yaptığım diyetler. Ertuğrul beni çok beğensin diye. İki pişmanlığım var, bu diyetler ve bugüne kadar içtiğim sigara. Bıraktım şimdi. Pişmanlığım yok diyenlere hiç inanmam. Olmaz olur mu? Benim itiraf edebileceğim pişmanlıklarım bunlar.

Kendimizi çok yalnız, kimselerin sevmediği, hayat oyununda kaybetmiş biri gibi hissederiz bazen. Böyle hissettiğiniz anlar olur mu sizin de?

Olmaz olur mu...

Nasıl üstesinden gelirsiniz?

Spor yapıyorum. Ama bazen bu yeterli olmuyor tabii. Çok ciddi bir sağlık problemi geçirdim. Beş altı sene önce. Ondan sonra bambaşka düşünmeye başladım zaten. Ucundan dönünce hayata farklı bakıyorsunuz. Kolit. Yanlış tedavi kurbanı oldum. Normalde 20 günlük bir tedavilik bir şey, dört sene sürdü. O zaman işte bayağı dibe vurdum. Çok acı çekiyordum. O zaman Ertuğrul’la odalarımızı ayırdım, değil yatağı, odayı ayırdım. Beni öyle görmesini istemiyordum. Bir gece “Allahım bu gece yatayım, yarın sabah kalkmayayım” diye dua ettim. Ölmeyi istedim. Sonradan tekrar hayata dönünce psikolog bir arkadaşım yardım etmek istedi. İstemedim, “Ben kendim hallederim” havalarına girdim. Sonra beceremedim tabii, ilaç almaya kadar gitti bu durum. Geçen sene ilaç tedavisine başladım. Çok hassasım, bana hayat bazen çok ağır geliyor. O kadar ilaca rağmen hâlâ tansiyonum falan yükseliyor. Psikoloğum “Bu ne böyle ya, bu kadar ilaca bu ne hassasiyet, sen çık köprüye, atla, kurtul bence” diye dalga geçiyor benimle.

AKP hakkında ne düşünüyorsunuz? Hürriyet’in manşetleri sizin de düşüncelerinizi yansıtıyor mu?

Manşetler beni hiç ilgilendirmiyor. O yazı işlerinin düşünceleri. Hepsine de asla katılmıyorum. Ama karışmam. Ertuğrul’un yazıları için kavga ederiz. Birbirimize girdiğimiz çok olur. Ona sinirimden eve kocaman bayrak astım. Gelince şoke oldu. Gençliğimizde de o “Seçimlerle gelelim” derdi. Ben ise “Hayır, yıkalım geçelim, yeniden kuralım” derdim. Hâlâ da kurtuluşun sosyalist rejim olduğunu düşünüyorum. O bildiğimiz hakiki sosyalist yapının özlemini çok çekiyorum. Geçen gün Ertuğrul’la “Hani ne oldu serbest piyasa ekonomisi?” diye dalga geçtim. Böyle bir vahşet, böyle bir sömürü nereye kadar gider? O zamanlar İşçi Partisi’nin son derece masum istekleri yerine gelseydi, bugün ülke bu durumda olmayacaktı.

Bir gün zengin olma hayali kurar mıydınız? Bugünleri istemiş miydiniz?

İnanın parasızlık bana hiç acı vermedi. Ertuğrul hep daha fazla sıkıldı bundan. Ona hep söylüyorum zaten “Ben küçülebilirim.” 125 metrekare falan bir ev istiyorum, kendi başıma başa çıkabileceğim bir ev. Burası 600 metrekare. Küçülemeyen o. Problem onda. Ben çok daha küçük bir hayat istedim hep. Başından beri böyleydim. Ertuğrul’un şu sağladığı hayat, bu ev, şu gördükleriniz bana hiçbir şey ifade etmiyor. Ben bunlarla mutlu olan biri değilim. Daha küçük bir hayatı istedim hep. Ertuğrul’u sevmesem dayanamazdım, çoktan giderdim. Bu benim gerçeğim değil. Bu onun gerçeği. Bazen “Çok yoruldum bu işlerden” der. “Yalan söyleme Ertuğrul, bu senin tercihin. Yorgun olan benim çünkü bu benim tercihim değildi” derim.

Sizin tercihiniz neydi?

Yaşadığım insanla bu hayatı paylaşmak isterdim. Ertuğrul’la yaşamak isterdim birçok şeyi. Doğayla içiçe bir hayat olurdu benimki.

Bu röportajı niye kabul ettiniz?

Arkadaşlarım o kadar şaşırdılar ki “Olamaz, niye?” diye. Hazır değildim daha önce. 15 sene önce gençtim ve hiçbir şeyim yerine oturmamış, bocalıyordum. Yapılan röportajlara bakınca, insanların zekâ gösterisi yapmak için küstahlaştığını gördüm. En kolayı bir insanı aşağılamak. O yüzden konuşmak istemedim bunca yıl. Bazı şeyler bazı yaşları bekliyor işte. Şimdi hazırım.

Gazetecilikle beraber hayatınız değişmeye başladı ve muhtemelen Ertuğrul Bey de değişti. Ama bu değişim sizi pek değiştirmemiş gibi. Memnun kaldınız mı hayatınızdaki tüm bu olup bitenden?

O gazetecilik mesleğinden çok memnun. Ama değişim benim canımı çok acıttı tabii ki. Ertuğrul “Ailemin gözünde hâlâ aynı Ertuğrul’sam sorun yok, size sorumluyum bir tek, gerisi önemli değil” diyor. Ben bazen ona “Ertuğrul ben yoruldum bu hayattan, emekli olmak istiyorum, sen nasıl hâlâ duruyorsun?” diyorum. İstediği kadar işini taşımasın eve, hep beraber yaşıyorsunuz sıkıntıları sonuçta. Belki iyi analizler yapıyor olabilir ama o kadar...
Ertuğrul genel yayın yönetmeni ve köşe yazarı sonuçta. Burada esas güç Aydın Doğan ve ailesi. Çünkü Aydın Doğan “Tamam Ertuğrul, gel sen yönetim kuruluna” dediği zaman o güç zaten bitiyor. Güç Hürriyet. Daha önce de Simavi ailesiydi. Siz o gücün altında bir şeyler yaratmaya çalışıyorsunuz.
Ertuğrul Özkök bana tuhaf gelen bir imaj. Ertuğrul’dan öteye geçmedi o imaj çünkü benim için. Çok şaşırıyorum “Ertuğrul’un gücü” falan dediklerinde. Böyle bir şey yok. Hiç inanmıyorum bu güce ben. Öğretim üyesi olsaydı, gene aynı yerde olurdu, bir şey kaybetmezdi diye düşünüyorum. Kitap yazmasını, yurtdışında bir üniversite kürsüsünde hoca olmasını çok daha fazla isterdim. Kalıcılık budur. İnsanı mutlu eden şeyler kalıcıdır. Gazetecilik suya yazı yazmak. Analizler falan. Ortaya konan bir şey yok. Hâlâ söylüyorum “Ne olur roman yaz.” Yazdığı şeyleri seviyorum ben. Bunu yaparsa çok mutlu olacak. “İleride” diyor. Bunun ilerisi ne, merak ediyorum. Yok ki ilerisi. 62 yaşında.

Aydın Doğan’la iyi midir ilişkileriniz?

Aydın Doğan ve ailesiyle çok iyi bir ilişkimiz var. Bize çok yardımları ve katkıları oldu. Sema Hanım olağanüstü bir insandır, bana göre Doğan ailesini birbirine bağlayan kişi odur. Biz de beraber oluruz sık sık. Yıllardan beri beraberiz. Patronumuz oldukları için değil, Aydın Bey, Sema Hanım, diğer fertler gerçekten çok hoş insanlar. Patron gibi değiller. Çok iyiler. Belma Simavi’yle de çok yakınız. Ertuğrul’u hâlâ arar, sorar.

Gülümsün’den başka çocuğunuz yok...

Çok istedim ben, Ertuğrul istemedi. Ben birinciyi aldırmak istemiştim. Türkiye’ye aldırmak için gelmiştim. “Çok büyümüş bu bebek” dediler, almadılar. Dört-beş doktor gezdim. Halbuki 2 aylık falandı. Meğerse babam doktorları tek tek arar “Böyle söyleyeceksiniz, sakın almayacaksınız” dermiş. Gülümsün öyle doğdu. 30 kilo aldım. Hamile olmayı çok sevdim. Babadan dolayı tabii.
Babaya aşıksınız. Çok aşık oldum Ertuğrul’a. Hâlâ da aşığım. Tabii ki artık çok farklı bir aşk ama aşk. Kürtajlarım oldu. Şimdi çok pişmanım. Gülümsün’ün kardeşi olsun isterdim. O yüzden Gülümsün ikinciyi yaptı. Bıraksak üç-dört gidecek. Büyük aile seviyor.

Gülümsün’e “gülüm” mü diyorsunuz?

Gülüm derim. Kızdığımda Gülümsün derim. Çok da kızmam gerçi ama. Kızmak deyince aklıma hep ona kızdığım anlar geliyor “Nasıl yaptım Yarabbim” diye içim sızlıyor şimdi. Çünkü ben, ne bana yapılanı unuturum ne de kendi yaptığım hatayı. Gülümsün’e karşı katıydım ben. Düşündükçe içim acıyor. Ama Ertuğrul yumuşacıktır Gülüm’e karşı her zaman. Hiç yüksek sesle konuşmadı. Bazen ‘Yazı işleri toplantısında falan küfür ediyor’ diyorlar inanamıyorum. Mümkün değil çünkü. Hiç sesini yükseltmez. Bir kavgamızdan sonra annemi aramıştım şikayet etmek için “Sen yapmışsındır, cadısındır” demişti. Çok sever Ertuğrul’u. Baştan beri böyle.

Gülümsün’ün evlenme hikâyesini de merak ediyorum. Nasıl oldu?

“Sayenizde” albümü çıktığında bir arkadaşım tanıştırdı bizi Ercan’la. Bir gün Gülümsün bizdeyken uğradı. Kapıyı Gülümsün açmıştı. Sonra yemeğe çıktılar. Yemekten döndü ”Aşık oldum“ dedi. Yerlerde sürünüyordu. “Ne zaman aşık oldun ya!“ dedim hatta. 2 yıl flört edip 97’de evlendiler. Ercan sahneyi bıraktı Gülümsün için. Onu üzmemek için. Hep bizim bir katkımız oldu gibi söylenir Ercan’a, oysa ki zararımız oldu, büyük para kazanıyordu. Alkışı bırakmak zordur üstelik. Hakkını yedik resmen. Çok seviyorum Ercan’ı. Allah korusun ayrılsalar da hep oğlum olarak kalacak.

Size nasıl hitap ediyor?

“Annem“ der. Ertuğrul’a da “Babam.” (Vatan)