Yaşam

Özkök'e Ahmet Kaya hatırlatması

Umur Talu'da Ertuğrul Özkek'e Ahmet Kaya hatırlatması...

29 Ekim 2010 03:00

Yazmayacaktım ama…

Eskiden “polemik”i daha mı severdim ne!

Belki sıkıldım. Belki üzüldüm. Belki üzmekten çekinir oldum.

Yaparsam, en harbisini yaparım. Ama bazen ne için!

Yazmayacaktım, kendimi tutacaktım.

Tutamadım; geçen Habertürk TV’de Medyakritik’te söyledim.

Yine yazmayacaktım; ama izleyenler ısrarla olayı soruyor.

Yine yazmayacaktım; ama Balçiçek İlter’in programında, Gülten Kaya’nın sözleri elimi çözdü!



***



Ertuğrul Özkök, Hürriyet’te düzdüğü “manipülatif manşetler”le, Ahmet Kaya’nın önce haksız davaya, sonra sürgüne, sürgünde ölüme sürüklenmesi üstüne “vicdan masajı” yapıyor.

Tabii ki insan pişman olur, utanır; açıkça, hatta sert özeleştiriyle dile getirir. Neden sonra saygıyla bile karşılanır!

Bu hesaplaşma ona da bir şey katar; bize de!

Ama öyle yapmıyor:

“Ahmet Kaya o manşetlerden 8 yıl sonra öldü” diyebiliyor. “En büyük gazete”nin 20 yıl yönetmeni olmuş biri, vicdanı değilse hafızayı hazırlar da konuşur bari.

Gülten Kaya da Balçiçek’e diyor ki, “Türkiye’ye kötülük etmekten ruhu bozulmuş ya da hesap bilmiyor. O manşeti 1999’da attı, Ahmet’i 2000’da kaybettik. O hayatımızı karartan manşettir. Ama bu dil sürçmesi değil, bilinçaltı. Hala öyle savunuyor olmak feci.”



***



O programda Özkök, “dava ettiği” iki gazeteciyi de andı. Biri Cevher Kantarcı idi.

Benim de ekranda andığım mesele.

Cevher “hakikaten” ağır yazılar yazdı; bana da sorsanız, “hakaret” vardı. Sadece onlara da değil.

O dönem, Hürriyet ve Star ölümüne kapışıyor; Uzan Star’ı malum, ne elini, ne dilini tutuyordu!

Milliyet’ten atılmış, işsiz kalmış, üniversitede kadrolu olmuştum. Bir süre sonra, yine üniversitede kalmak şartıyla, köşe teklif edebilen tek gazete Star’da yazmaya başladım. (Cumhuriyet bile, Doğan Grubu gölgesi yüzünden, ücretsiz dahi yazdıramamıştı!)

Zaten mücadelem vardı; şahsi olmamasına çalışıyordum. Özellikle, Doğan siparişi RTÜK kanununun gazeteciliğe darbesine karşı.

Cumhurbaşkanı Sezer’in veto ettiği de oydu, o devirdeki iktidara “yandaş medya” olup ünlü yazarlarını dahi sansür ederek Meclis’i, hükümeti rehin alanlara karşı!

Ortalık sakinken yazıyor, iki grup kapıştığında uzak duruyordum. Çünkü ilke milke hak getire, af edersiniz “ana avrat” gidiliyordu.



***



Esasta karıncaezmez olan Cevher, o dönem Star’ın gazete, TV silahşoru oldu; tamam!

Geçen hafta, Özkök’ün adını andığı programdan sonra Gazeteport’ta, “O, o yazılar için üzüntüsünü; Özkök’e (babasına) ağır sözleri için hep duyduğu vicdan azabını; ona çok önce özür için yolladığı kitapları” içtenlikle yazdı. Pişmanlık, utanç, özeleştiri. Özkök’ün kendi ruhunda hala bilemediği ne varsa, hepsini hissetti.



***



Cevher’in ödediği bedel; sadece iki çift özür ve üzüntü, bir de yolladığı kitapların kargo bedeli değildi.

Cevher; yazdıklarının, “kullanılıp atılma”nın, “lanetli” olmanın bedelini, salt vicdanla değil, bedeniyle de ödedi.

Yıllarca işsiz, parasız, hatta yalnız kaldı. Ayvalık’ta kadim eve sıkıştı. Üstüne binen tazminat davalarına, bedeni kemiren hastalıklar eklendi.

Oysa; o gün Star’ı yöneten “gazeteciler”, künyenin zirvesi, bugün Doğan Grubu’nda, Özkök’ün kankası.

Cevher’e öyle yazdıranlar, “Hadi çak” diyenler; o manşetleri atıp o resimleri koyanlar nasıl bir özeleştiri yaptı da, Doğan ya da Özkök onları sağ kol, sol kol, takma kol yaptı?

Onlar, başka “bedeller”e değil; Cevher’in ödediği bedellere bakarak, yazdıklarını, yaptıklarını, ona yazdırdıklarını hatırlayınca; yönetmen veya patronlarıyla yüz yüze geldiklerinde, onlara artık övgü düzerken neler hissetti?

Doğan ya da Özkök ne düşündü?

Bir şey düşündüler mi? Hiç, bir şey düşünen oldu mu?

Bir düşünen oldu mu hiç!




(Umur Talu/ Haber Türk/ 28 Ekim 2010)